Bir Aşk Hikâyesi
top of page

Bir Aşk Hikâyesi

Güncelleme tarihi: 11 Oca 2022


Ne ayıp şey, ne kötü başlık, ne çirkin bir hi­kâye ismi! Ben de öyle düşünüyorum. Hadi bırakalım bir tarafa dünya halini, şu pahalılık içinde seviş­mek... Hadi sevişmeyi de bırakalım bir yana, onu da şu aç insanlar içinde var sanalım. Ama neden konu diye seçelim. Ne ayıp şey!


Ayıp olduğunu biliyorum. Dindar birisi, "Gü­nah bu zamanda!" bile der. Hem ayıp, hem günah doğrusu!

Doğrusu bu, doğrusu bu ama, elimde değilse ondan söz açmamak. Bir başkasıyle hem yalnız­lığımı, hem ekmeğimi bölüşmeyi canım çekiyor­sa… Yine hakkım yok, yine ayıp!.. Allah belâmı versin aşka dair bir hikâye yazarsam. Hikâyemin başına "Bir kravat hikâyesi" de diyebilirdim.


Aşk nedir, diye düşünmüyorum. Galiba Stendhal, insanların en mühim, en büyük icadı, diyor. Zaman zaman herkes bir şeye benzetmiş. Üstüne ciltlerle kitap yazılmış. Halledilmiş bir mesele de­ğil. Var mı yok mu, o da meçhul. İnsandan başka hiç bir hayvanda yok… Ben de onu bir şeye ben­zetmeğe çalışsam, olur mu dersiniz?


Bir tren düşündüm. İki kişilik bir kompartı­man. Öteki yolcunun hangi istasyonda ineceğini düşünmüyorum bile. Ovaları, karlı dağları, akar suları, kayaları, çölü, vahaları, küçük şehri, tre­ne bakan öküzleri, yolculara ayıp işaretler yapan çoban çocuklarını geçtik. Gözümüze kırların, akar suların, stepin, küçük kulübelerin, öküzlerin, ço­ban çocuklarının; kiminin sükûnu, kiminin çağıl­dayışı, kiminin penceresinin ışığı, uçsuzluğu, ki­minin hüznü, hayreti, kıskançlığı çöktü.


Hava kararmak üzere. Bir istasyonda duru­yoruz. İçimizden güzel şeyler geçiyor, işte yolcu da bindi, söyleşmeliyiz, konuşmaya başlamalıyız. Seyahat bitmek üzere.

Beğenmedim. Ömrü seyahate, aşkı bir dura­ğa, sevgiliyi yolcuya benzetmek de ne oluyor?

Ekmek, tuz, yemiş, su. Sayabildiğin kadar… "Korku, gece, gündüz, yaz, kış, uyku, döşek" de, kork­ma söyle. Her şeyin tadı onunla tadıldığına göre her şeye, her hoşlandığın şeye, her ihtiyacın olan şeye onu benzetebilirsin.

Hayır, ben aşka dair konuşmamalıyım. Yal­nızlık kuyuma taş düşmemeli.


Bir akşam üstüydü: İnsanoğulları şehrin bü­tün nakil vasıtalarını seferber etmişti. Taksi, tramvay, hususî otomobil, araba, kamyon, tabanvay!.. Işık­lar yanmıştı. Şehir semt semt insanla akıp gidiyor­du.

Tramvaya binmektense Yüksekkaldırım’ı tır­manmak üzere dört arkadaş yola çıkmıştık. Şen, gürültücüydük… Arabalar geçerken bağıra bağı­ra «Hicran, yine hicran…» şarkısını tutturmuştuk. Cebimizde üç beş lira vardı. Şehrin ışığına doğru koşuyorduk. Vay anasını! Dünyada ne güzel kızlar vardı. Bir dakika göz göze gelir, dünyaya rengini değiştirirdik; olur mu olurdu…

Kaç akşamlar böyle içimizde, atik bacaklı bir kızla tanışıvermek, dost oluvermek hülyası geçer­di. Bana nasip olmadı bu hülyanın sahisi! Ama olan oldu. Hattâ içimizden ikisine de bu piyango düştü. Onların başından geçti bu aşk hikâyesi, bi­ze nakletmek düştü. Yoksa kendi başımdan geç­miş bir şey değil.


Arkadaşlarımdan birinin güzel gözleri vardı. Üst dudağında pırıl pırıl bir bıyık parlardı. Saç­larında bir kestane, kumral, koyu koyu kırmızı bir ışık yanar dönerdi… En kötü elbiselerin onun cı­lız vücuduna bir oturuşu vardı.. Bunlar vardı, yalan değil, kızların da onu seçmeye hakları…

Onu seçen kızın da kolları bacakları adaleliy­di. Hele bir teni vardı!.. Kafasını bir sallayış sal­lardı! Belini, gösterişsiz, yürürken bir büküş bükerdi!.. Kaşını, bir tanesi az yukarıya kalkık ka­şını, ötekisiyle bir birleştiriş birleştirirdi!


Hepimiz aşk hikâyesi içindeydik. Onu görür görmez hepimiz hülyamızı apartman gibi kurardık. Suratımıza bile bakmazdı. Meğer sarı bıyıklı arkadaşımla bir ara bakışırlarmış. Ben bu bakışı yakalasam kendime sanır, bir iki akşam yatağım­da uyumadan evvel tatlı tatlı kaşınır, hülya ku­rardım. Yazık ki kızın o arkadaşıma baktığının farkında bile değildim.

Günün birinde olan oldu… Güzel arkadaşı­mızla tatlı kız seviştiler. Bize evvelâ lâkaydi, son­ra hüsran, sonra başka birtakım hisler yapıştı.

Arkadaşımızla, insanoğlunun güzel günlerinin geleceğini konuşurduk. İnsanoğlunun bugünkü ha­linden söz açardık… Aşktan bahseder olduk. Gü­zel arkadaşımız, çirkinliğimize, halimize acıdı mı nedir, bize sevgilisini takdim etti. Bir müsabaka­yadır giriştik. Şairimiz şiirini okudu. Birimiz dün­ya görüşünden dem vurdu. Ben daha samimîleştim:

— Hepimiz seni sevdik, dedim. Ama sen onu seçtin; hakkın. Kadın seçecektir… Sözümü bitir­meden genç kız:

— O, hayvanlarda öyle, dedi, en kuvvetlisini… Ama ben en zayıfınızı seçtim.

Bir tanemiz:

— Güzelliğin kuvvetini… der, arkadaşımızı ku­laklarına kadar kızartırdı. Gülüşürdük. Beraberce yürürdük.

Birimiz müstesna, üçümüz işçi sınıfıydık. Ka­fa işçisi diyelim de, kol işçisinden ayıralım. Son­ra aramızdaki, bize biralar ikram eden, zengin ar­kadaşımızın, aramızdaki varlığının manası kalma­yacak.

Dostlarım, uzatmayalım, şu aşk hikâyesini bi­tirelim:


Aramızdaki para pul, apartıman sahibi, bu işçi kızım hem bizden, hem güzel arkadaşımızdan ayırdı, aldı.

Güzel arkadaşımız dostların himmetiyle, iltimasıyle Heybeli Sanatoryumunda beş ay yattı. İyileşti maşallah!.. Zar zor işe geliyor bugünlerde. İnsan hikâye yazarken, «Öldü» de diyebilir. Ama ben diyemem. Sevmem insan öldürmeyi…

Biz zengin arkadaşımızı feda etmeğe mecbur kaldık. Hani şöyle cesaret gösterip de Ahmet’e, “Alçak! Bize bunu yapacak mıydın?“ dedik sanmayın. O bizim yanımıza gelmeye bir zamandır çekiniyor. Yaptığı mühim bir şey değil ki, olağan şeyler bunlar. Kızla altı ay beraber yaşadılar. Sonra onlar da ayrıldılar.

Siz bilir misiniz Beyoğlu’ndaki “Şelâle” içkili kahvesini? Ne acayip bir yerdir! Bir akşam yolunuz düşer de oraya gidersiniz, Üsküdarlı Sevim diye sorun, size gösterirler.

O akşam orada yoksa size melez bir arap karısını işaret ederler, ona sorarsınız. Ben biliyorum o karının size vereceği cevabı:

– Sevim mi? Ha! O bu akşam kompledir, der.

76 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page