Ceptelefonu icat oldu...
top of page

Cep Telefonu İcat Oldu...

Güncelleme tarihi: 7 Ara 2020


Yunanca ışık anlamına gelen "photos" ve yazı anlamına gelen "graphes" sözcüklerinden oluşan fotoğraf sözcüğünü, ışıkla resim yapma sanatı diye tanımlayabiliriz bir anlamda. Bir iletişim aracı da olan fotoğraf, artık günümüzün modern yaşamında üçüncü bir göz gibi her an her yerde yanı başımızda...


Fotoğrafları, fotoğraf çektirmeyi kim sevmez ki? Hangimizin evinde bir kutuda özenle sakladığı, bir çerçeve içinden bize gülümseyen ya da bir albümün sayfalarına sıkışıp kalmış fotoğraflar yoktur. Geçmişi özlediğimizde ya da anılarımız depreştiğinde ilk başvurduğumuz değil midir fotoğraflarımız? Malum zaman değişti, artık ne o eski siyah-beyaz ya da solgun renkli fotoğraflar ne onları çeken eski makineler ne de o fotoğrafçılar var… Şimdilerde herkes fotoğrafçı, herkes her anını, her şeyini anında şıp diye çekiveriyor.


Ben bir fotoğrafçı değilim, bir fotoğraf makinem bile yok ama elimdeki telefonla birkaç zamandır, özellikle içinde martıların uçtuğu, bulutların dans ettiği gün batımı fotoğraflarıyla gezip dolaştığım yerlerin fotoğraflarını çekiyorum. Bunu sadece ben değil, elinde telefonu ya da dijital fotoğraf makinesi olan herkes yapıyor. Artık fotoğraflar bir "tık" kadar yakınımızda; telefonumuzda, bilgisayarımızda, usb’lerimizde... Ama o kadar işte; gün gelecek bir yerlerde unutulup kalacak ya da silinip yok olacak o güzelim fotoğraflar...


Peki, eskiden öyle miydi, bizim kuşaktan kaçımızın çocukluğunun her anını gösteren fotoğrafı var? Oysa şimdiki çocukların daha ana rahmindeyken çekilmiş fotoğrafları var (!) Çocuklarının her anını, her hareketini adım adım izleyip bunları kameraya kaydeden ya da fotoğraflayan anne babalar var... Düşünüyorum da acaba o fotoğraflar çoğaldıkça o çocuklar için bir şeyler ifade edecek mi, yoksa çok olan her şeyin değerini yitirmesi gibi anlamsız birer anıya mı dönüşecek zamanla?

Aileme ait ilk fotoğraf 1950 yılında çekilmiş, siyah beyaz bir resim ve ben henüz o resimde yokum; ama benim için öylesine değerli ki... O fotoğraf karesi için herkes süslenip püslenmiş, hazırlanmış sanki zamana bir iz bırakmak için. Elimdeki bana ait ilk resmim ise Mardin’deki evimizin avlusunda kardeşlerimle çekilmiş bir resim… Sonrakiler ise ya okula başlama ya bayram ya da doğum günü gibi özel günlerde çekilmiş resimler. Eskiden öyle her dakika resim çekilemezdi; çünkü fotoğraf çekmek ya da çektirmek hem meşakkatli hem de pahalı bir meraktı... Özel günlerde ya eve fotoğrafçı çağırır ya da süslenip püslenip fotoğrafçıya gidilirdi, sonra da heyecanla fotoğrafların çıkmasını beklenirdi, o bekleme anı belki de işin en heyecanlı yanıydı...


Gel zaman git zaman derken 1960’lı yıllardan itibaren Alamanya (!) sevdası çıktı güzel yurdumda. Ve güzel yurdumun güzel insanları ekmek parası için akın akın Almanyalara gittiler. Tatil için yurda geldiklerinde hepsinin ellerinde ya çekilen fotoğrafı anında çıkaran fotoğraf makineleri ya da o yılların en üst teknolojisiyle donatılmış kameralı, ayarlı makineler vardı. O makinelerle bol bol fotoğraflar çekilir sonra fotoğrafçılarda banyo yapılan filmler elden ele gezerdi heyecanla. Benim de ablam bir Almancı olduğundan o makinelerle çekilmiş, renkleri solmuş hayli fotoğrafım vardır.

Fotoğraf çekmeyi sevdiğim kadar eski fotoğraflara bakmayı da çok seviyorum. Zaman zaman özellikle kendimle baş başa kaldığım zamanlarda "Pandora'nın kutusunu" açarım, dalar giderim anılara...Yitip gidenlere bakarım çoğu zaman yaşlı gözlerle, bazen de tebessüm ederek seyrederim o resimleri...


Lise yıllarında (ki 70'li yıllara denk gelir) İstanbul Kız Lisesinin karşısında "Karlova" lakaplı bir fotoğrafçı vardı; uzun, beyaz saçlı, orta yaşlı bir adam. Sanırım 68 kuşağının aykırı adamlarından biri... Elinde makinesiyle okulları gezer, sınıf fotoğrafları çekerdi. Cibali Kız Lisesinde eski Türk filmleri tadındaki siyah beyaz en güzel fotoğraflarımızı Karlova çekmiştir hep.


Edebiyat Fakültesinde de bir Foto Bambimiz vardı... Boynunda asılı fotoğraf makinesiyle gezen, adını bile bilmediğimiz, bizim fakültede okuyan bir öğrenciydi. Üç dört kişiyi bir arada görmesin, hemen yaklaşır, size hiç sormadan deklanşöre basardı, çoğu zaman haberimiz bile olmazdı... Birkaç gün sonra bastığı fotoğraflarla gelir şaşırtırdı bizi; bazen habersiz çektiğine kızar, bazen de güzel bir fotoğrafsa teşekkür ederdik. Saçlarımıza aklar düştüğü şimdilerde ne çok bakar olduk o fotoğraflara arkadaşlarla...

Yazımın başında dediğim "Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu" deyişi gibi artık o eski fotoğrafların tadı yok... Herkes, her yerde, her an fotoğraf çekiyor; çoluğunu çocuğunu, gezdiğini gördüğünü, yediğini içtiğini çekiyor da çekiyor… Evinin en mahrem köşesinde, hastanede, mezarlıkta, hatta can çekişen bir kazazedenin başında…


İnsanların özellikle gezdiği yerleri ya da ilginç, mutlu anlarını fotoğraflaması tabii ki güzel. Bunu zaman zaman ben de yapıyorum hem de zevk alarak yapıyorum ama yediğinin, içtiğinin, hastanedeki hasta yakınının resmini çekip bir de anında sosyal medyada yayınlamanın mantığını bir türlü çözemiyorum... Neyse kimseyi sorgulamak haddim değil, ben yine martıları, denizleri, deryaları, gün batımlarını çekmeye devam edeyim...ha bir de eskimiş, sararmış fotoğraflara bakmaya…


46 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page