Kız Kulesi; İstanbul Boğazı’nın orta yerine kurulmuş, kendi küçük, şöhreti büyük, nice sevdalara, nice şiirlere ilham olmuş, yıllara meydan okuyan tarihi bir yapı. Kimi zaman sisler arasında kalan, kimi zaman gün batımında mahzunlaşan, kimi zaman rengarenk ışıklarıyla her göreni kendine aşık eden Kız Kulesi’nin hikâyesini, Kız Kulesi efsaneleri ve Kız Kulesi şiirleriyle birlikte anlatalım...
…Kuzguncuk’tan Salacak’a gümüşlenen dalgacıklar
gizemli bir kadın gibi
geceye süsleniyor
Kız Kulesi
kararmış bir elmas yüzük ışıltısıyla
sularda yüzdürüyor mahzunluğunu…
Hem İstanbul’un hem Üsküdar’ın sembolü olan kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. MÖ. 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz ile Marmara’yı birleştiren Boğazın en güzel yerinde küçük bir ada üzerine kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde kuleyi şöyle tarif eder: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 arşındır. Yüzölçümü ise iki yüz adımdır, iki taraftan yerde kapısı vardır.”
…topla kendini topla
vururum seni İstanbul
vururum en yeşil baharından
Kızkulenden Aşiyan’dan Bebek’den
denizinden vururum seni masmavi kanarsın…
İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada, Bizans döneminde üzerine inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmış. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar birçok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiş olan Kız Kulesi, geçmişten geleceğe en çok da düşlere ve gönüllere yol göstermiş. Çok eski tarihi geçmişi olan Kız Kulesi, bir zamanlar, Boğazdan geçen gemilerden vergi alınmak maksadı ile kullanılmış. Kule ile Avrupa Yakası arasına büyük bir zincir çekilmiş ve gemilerin Anadolu Yakası ile Kız Kulesi arasından geçişine (o zamanlar gemi boyutları küçük olduğu için geçebilmekteydi) izin verilmiş. Bir süre sonra Kule, zinciri taşıyamamış ve Avrupa Yakası’na doğru yıkılmış. Kuleden suyun içine bakıldığında yıkıntıları hâlâ görülmektedir.
…eskimo bir şair dokunuyor omzuma
ve Kızkulesi’ni göstererek
bırak artık diyor üzülmeyi
yedi tepeli bu şehirde
şiir okunacak tek yer
elbette denizin
şu küçük buzdağı…
Rivayete göre; zamanın birinde Üsküdar yamaçlarında Tanrıça Afrodit adına yapılmış bir tapınak varmış. Hero da genç kızların görev yaptığı bu tapınağın rahibelerinden biriymiş ve aşka yasaklıymış, aynı zamanda kuledeki kumrulara bakmakla görevliymiş. Her yıl ilkbaharda doğanın uyanışı adına tapınak çevresinde törenler yapılır, yenilir içilir ve aşkı bulamayanlar Afrodit’e mabedinde aşkı bulmak için yakarırmış.
…Karanlıktan korkan çocukların
müzik kutusudur Kız Kulesi
kapağı açıldığında
dansa başlayan balerin
hınzır martıların şakalarıyla
ıslanır elbisesi
Boğazın karşı kıyısında oturan Leandros bu tören için geldiğinde Hero ile karşılaşmış ve bu iki genç birbirlerine aşık olmuşlar. Bundan sonra Leandros her gece kuleye gelmiş ve aşklarını kutsamışlar birlikte. Ve böylece kule her gece iki gencin gizli aşkına tanıklık etmiş. Leandros’un yine kuleye geldiği fırtınalı bir günde kıskanç bir rahip kulenin fenerini kapatmış. Karanlıkta yolunu kaybeden Leandros, Boğaz’ın sularında boğulup yok olmuş. Bu durum karşısında çok üzülen Hero da kendini Boğaz’ın sularına bırakmış…
…Çocuğunu asma köprüde sallayan
bir annedir İstanbul
ki onun
içi süt dolu
biberonudur Kız Kulesi
soğusun diye suya tutulan
Bir diğer efsaneye göre; Bizans imparatorunun bir kızı olmuş ve kral buna çok sevinmiş. Kral ülkenin bilginlerini kızını yetiştirmesi için görevlendirmiş. Ancak bilginlerden birisi kızının 18 yaşına geldiği zaman bir yılan tarafından sokularak zehirlenip öleceğini söylemiş krala. Bu yorumdan etkilenen kral denizin ortasındaki küçük bir ada üzerinde bulunan kuleyi düzenlettirerek kızını buraya yerleştirmiş, böylece yılandan kızını koruyacağını zannedermiş.
Yıllar geçmiş, kız on sekiz yaşına basmış. Alınan bütün tedbirlere rağmen, kıza hediye olarak gönderilen bir üzüm sepetiyle uğursuz bir yılan kuleye girmiş. Kimse farkına bile varamadan prensesi sokarak zehirlemiş ve prenses ölmüş. Bu olay karşısında çok üzülen kral, kaderden kaçılamayacağını anlamış. Kızının toprağa gömülürse yılanlara yem olacağını düşünerek kızının cesedini mumyalatıp pirinçten bir tabuta koydurmuş. Bu tabutun da Ayasofya’nın yüksek duvarlarından birinin üstüne yerleştirilmesini istermiş. Bu şekilde kızının hiç değilse ölüsünün yılanlardan korunacağını düşünmüş.
…Geliyor Boğaziçi’nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi…
Osmanlı döneminde Battal Gazi’nin askerleri ile birlikte kuleye baskın yaptığı, kulede bulunan hazineleri alarak burada yaşayan Üsküdar Tekfurunun kızını kaçırdığı anlatılır. İstanbul’u kuşatmaya gelen Battal Gazi kuşatmadan bir sonuç alamayınca Kız Kulesinin önündeki kıyıya karargah kurar ve yedi yıl burada kalır. Hikâyeye göre Battal Gazi’nin bu kadar uzun süre burada kalmasının asıl sebebi Üsküdar Tekfuru’nun kızına âşık olmasıymış. Üsküdar Tekfuru Battal Gazi’den korkusuna kızını hazineleri ile birlikte kuleye kapatmış. Şam seferinden sonra Üsküdar’a dönen Battal Gazi kayık ile kuleye giderek hazineleri ve kızı alıp Üsküdar’dan atına atlamış ve oradan uzaklaşmış... Çok söylenen “Atı alan Üsküdar’ı geçti” deyiminin buradan geldiği söylenir. İşte bu hikâyelerde geçen prenseslere atfen de buraya Türkler “Kız Kulesi” ismi verilmiş.
Fotoğraflar: Nurten Bengi Aksoy