Türkiye’nin İlk Kadın Avukatı Süreyya Ağaoğlu
top of page

Türkiye’nin İlk Kadın Avukatı Süreyya Ağaoğlu

Güncelleme tarihi: 12 saat önce

Nurten B. AKSOY

*


Hukukun üstünlüğünün tartışıldığı, kadınların ikinci sınıf vatandaş yapılmaya çalışıldığı günümüzde, mücadeleci ve ilkleri temsil eden kadınlarımızdan biri de Süreyya Ağaoğlu. Hukuk fakültelerinin kadınlara açılmasını sağlayarak hâkim, savcı, avukat; kısacası hukukçu olma yolunda Türk kadınına öncülük eden, Hukuk Fakültesinin ilk kız öğrencisi ve Türkiye’nin ilk kadın avukatı olan Süreyya Ağaoğlu avukat kimliğinin yanı sıra donanımlı ve özgüvenli kişiliğiyle de hukukun ve kadın hakları savunuculuğunun başını çeker. Ailesinin Mustafa Kemal Paşa’nın yakın dostları olması nedeniyle Atatürk ile birçok anısı bulunan Süreyya Ağaoğlu ve bir anısını, 'Hukukun üstünlüğüne' inanan tüm avukatların gününü kutlayarak paylaşalım...


1903 yılında Azerbaycan’ın Şuşa kentinde dünyaya gelen Süreyya Ağaoğlu’nun babası tanınmış düşünür, yazar ve siyasetçi Ahmet Ağaoğlu, annesi Sitare Hanım’dır. 1910 yılında ailesiyle birlikte Türkiye’ye göçen küçük kızın çocukluğu ve gençliği babasının ideolojisi ve görevleri nedeniyle Türk Ocağı aydınları, Mustafa Kemal Paşa ve yakın dostları arasında geçer.


Süreyya Ağaoğlu 1920 yılında İstanbul Kız Lisesi’nden mezun olduktan sonra 1921 yılında, hukuk eğitimi görmek için o yıllarda adı Darülfünun olan İstanbul Üniversitesi’ne başvurur. Hukuk Fakültesi’nde okumak isteyen ilk kız öğrenci olarak fakültenin kız öğrencilere açılmasında öncü rol oynar. Beraberinde iki kız arkadaşını da (Melda ve Bedia Hanımlar) okula getirerek kız öğrencilerin de bu bölümde okumasını sağlar.


1925’te fakülteden derece ile mezun olduktan sonra Ankara’da Şurayı Devlet Tanzimat Dairesi’nde çalışmaya başlar. 1927’de Ankara Barosu’na kaydolarak serbest avukatlık ruhsatını alır ve “Türkiye’nin ilk kadın avukatı” ünvanının sahibi olur. Hayatı boyunca avukatlık mesleğini sürdüren, İngilizce ve Fransızca bilen Ağaoğlu, meslek yaşamı boyunca çok sayıda uluslararası konferansta Türkiye’yi temsil eder. Londra’da Gördüklerim ve Bir Hayat böyle Geçti adlı kitaplarıyla çeşitli hukuki makalelere imza atar. Pek çok dernekte görev alan Süreyya Ağaoğlu ardında Atatürk’le yaşadığı birçok güzel anı bırakarak 29 Aralık 1989’da İstanbul’da yaşama veda eder.


Süreyya Ağaoğlu Atatürk ile ailece görüştükleri günleri şöyle anlatır: “Gazi ve Latife Hanım, Keçiören’deki evimize sık sık gelirdi. O devirlerde Gazi sıcak aile çevrelerinde vakit geçirmeyi sever, yetişen gençleri bir baba övgüsüyle takip ederdi. Bizler o senelerde Ankara’nın sayılı okumuş, yüksek tahsil yapmış ve batılı anlamda hayat mücadelesine atılmış genç kızlarıydık. Bize karşı sevgi ve övgülerini saklamazdı. Yaramazlıklarımıza gülerdi. Bir gün kardeşim Tezer ile dört el piyano çalışırken çok güzel çalan kardeşimin düzeltme ve uyarılarına dayanamayarak Tezer’in elini tırmaladım. O gece Latife Hanım ile birlikte bize gelen Gazi, Tezer’e ‘Eline ne oldu?’ diye sordu. O da: ‘Kedi tırmaladı efendim.’ cevabını verince Gazi: ‘Aman o ne tehlikeli kedi, atın onu evden.’ dedi. Tezer bana bakarak: ‘Çok seviyoruz efendim, atamayız.’ deyince işi anlayan Gazi kahkahalarla güldü.”


1924 yılında Hukuk Fakültesinden pekiyi dereceyle mezun olarak ailesi ile birlikte Ankara’ya gelen Süreyya Ağaoğlu arkadaşı Melahat ile Adliye Vekaletinde staja başlar. Kadınlarla ilgili gelişmelerin yaşandığı Cumhuriyet’in bu ilk yıllarında kadınların erkeklerle beraber bir lokantada yemek yemesi görülmemiştir. Göreve yeni başlayan genç stajyer avukatlar Süreyya ve Melahat, İlk günlerin heyecanı geçince bir sorunla karşılaşırlar: Öğle yemeği işini nasıl çözeceklerdir? Evleri bakanlığa çok uzak olduğu için evlerine gidemezler. Devrin şartları dolayısıyla lokantaya gitmeleri de yasaktır.


İşte bu yasağın Gazi tarafından nasıl yıkıldığını şöyle anlatır Süreyya Ağaoğlu: “Öğle yemekleri Melahat ile benim için bir problem olmuştu. Çünkü o devirde Ankara’da ‘İstanbul Lokantası’ adlı restorandan başka yemek yenecek yer yoktu ve bütün milletvekilleri oraya giderdi. Gerçekten, lokantanın hiç hanım müşterisi yoktu. Bir gün babamdan izin alarak Melahat ile o lokantaya gittik, küçük bir bölümünde oturup yemek yedik. Herkes hayretler içinde idi. İki genç kız tek başlarına lokantada yemek yiyordu. Bizi tanıdıkları için Basın-Yayın Genel Müdürü olan babama haber derhal ulaştırılmış.


Gece babam eve gelince: ‘Başbakan Rauf Bey, Süreyya ile bir hanım arkadaşının lokantada yemek yediğini ve herkesin bundan bahsettiğini söyledi. Bir de kütüphaneye giden bir hanım varmış, onun hakkında da dedikodu yapılıyormuş. Bundan sonra öğle yemeklerine bana gelin.’ dedi. Rauf Bey kütüphanede çalışanın kendi kızı olduğunu sonradan öğrendi. Bu olaydan sonra bir rastlantı olarak Gazi, Latife Hanım ile bize geldi; bana çalışma hayatından memnun olup olmadığımı sordu. Ben de bu olayı anlattım. Aslında Ankara’da yemek yenebilecek bir lokanta vardı ama burada sadece milletvekilleri yemek yemekteydi. Kadınların lokantada yemek yemesi olacak şey değildi.


Beni onaylamasını beklerken Gazi: ‘Babanın da Rauf Bey’in de hakları var.’ dedi. Ertesi gün bakanlıkta çalışırken Milletvekili Necati Bey telaşla odaya girdi: ‘Süreyya hazır ol, Paşa gelip seni yemeğe götürecekmiş.’ dedi. Ben ve bütün arkadaşlar şaşırmıştık. Dışarıya çıkınca Gazi’nin gri otomobilinde Siirt Milletvekili Mahmut Bey ve yaveri Muzaffer Bey’in oturduğunu gördüm. Bana: ‘Latife bugün seni öğle yemeğine bekliyor.’ dedi. Şaşkınlıktan konuşamıyordum. Otomobile bindim. Yolda herkes bize bakıyordu. İstanbul Lokantasının önünde otomobilini durdurdu, Bozüyük Milletvekili Salih Bey’i dışarıya çağırttı. Doğal olarak bütün milletvekilleri lokantadan fırladılar. Biraz onlarla konuştu, sonra yüksek sesle: ‘Bugün Süreyya’yı bize götürüyorum, ama yarın lokantada yiyecek’ dedi. Gazi’nin evine gittiğimizde Latife Hanım ne olup bittiğini şöyle anlattı:


“Paşa, dün akşam bu lokanta olayına çok kızdı, ama babanı senin yanında rencide etmek istemediği için kızgınlığını belli etmedi. Eve gelir gelmez, birkaç milletvekilini arayarak, yarın mutlaka eşleriyle birlikte lokantaya öğle yemeğine gitmelerini söyledi.” Ertesi gün lokanta hikâyesini duyan bazı hanımlar, bu arada eski Denizcilik Bakanı İhsan Bey’in eşi Nuriye Hanım, Hamdullah Suphi Bey’in hanımı da öğle yemeğine lokantaya gelmişlerdi. Biz de bu olaydan sonra rahatlıkla dışarıda yemek yiyebildik. Gazi bu davranışı ile kadınların toplum içinde hareket serbestliğini nasıl korumak istediğini herkese göstermişti.

Süreyya Ağaoğlu o günleri şöyle niteler anılarında: O devirde Atatürk Ankara’nın ruhuydu ve Ankara her halde pek az şehre nasip olan bir şevk, heyecan ve gelişme havası içinde yaşıyordu. “Atatürk bir amaç için mücadele etmiştir, ama hiçbir zaman kavgadan, savaştan yana olmamıştır. O, Misak-ı Milli hudutları içinde yeni ve ileri bir Türkiye’den başka bir şey düşünmüyordu. Onun için konuşmalarında hep ‘Yurtta Sulh Cihanda Sulh’ sloganını kullanmıştır.




185 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page