YAŞAM HAKKI
top of page

YAŞAM HAKKI

Yusuf AKSOY

*

Yerel seçimlere yaklaştığımız şu günlerde sokak hayvanlarına ve yaban hayvanlarına karşı yok etme amaçlı politikaları ve uygulamaları asla görmezden gelmeyelim. Canlıların ortak yaşamından yana politika ve uygulama programları ile aday olan adaylara oyumuzu verelim, onlarla dayanışalım! Bu anlayışa destek olması için Ada Günlükleri'nde yaynlanan 12Aralık 2022 tarihli yazımı yeniden paylaşıyorum.


Hak kavramı, genelde sadece insan haklarını ifade eden bir kavram olarak gündeme geliyor. Oysaki insan ile beraber tüm canlı türlerinin eşit yaşam hakkı söz konusu olmalıdır. Canlı türleri içinde daha gelişkin yetenekleri olan insan türü (homo sapiens), kendine uygun yaşam koşulları ve alanları oluşturup bunları sürekli geliştirebilirken diğer canlı türlerinin yaşam haklarına müdahale etmeyi de kendine hak sayabilmektedir. Bu asla bir hak değildir ve olması gereken doğal bir durum da değildir. Aksine, diğerinin haklarına saldırıdır. Erdemli insan olabilmek, kendi için hak gördüğünü başkaları ve başka canlı türleri için de hak görebilmektir.

İnsan türcülüğü politik bir tercihtir. Türcülüğe karşı türlerin eşitliği savunmak, yeni politik bir tutum almak insan olabilmenin en temel ve en önemli gereklerinden biridir. Bitki türleri kendi doğal ortamında özgürce varlığını sürdürebilmelidir. Doğa hakkı kapsamında yeşil canlı türleri olan ağaçlar, ormanlık alanlar vb. yerler keyfi ve ranta dönük olarak betonlaştırılmamalı, talan edilip yakılmamalıdır.

Bitkilerin hayvanlar gibi acı duygularının olmadığı bilinmektedir. Ancak hayvanların insanlar gibi duygularının olduğu, acı ve üzüntü duydukları, sevindikleri, heyecanlandıkları, korktukları  ağladıkları ve hatta küstükleri bile bilinmektedir.

Hayvan hakkı, İnsan hakkı kadar değerli ve vazgeçilmezdir. İnsanın doğada varlığı ve sürekliliği diğer canlı türleriyle eşit ve dengeli ilişkiler bütününe bağlıdır. Ancak, gelin görün ki hayatın pratiği çok farklı. Betonlaşan doğal alanlar, yakılan ormanlar, keyfi kesilen ağaçlar oralarda yaşayan hayvanları da tedirgin ve tehdit etmiştir, etmektedir. Yaban dediğimiz, insanın kirli eli değmemiş olduğu doğal alanlarda insan etkinlikleri dolayımı ile yaşama olanakları zorlaşan hayvanlar, doğal olarak insanlarca zapt edilen yerleşim yerlerinin çevresinde yaşamaya başlamışlardır. İnsan egemenliğindeki çevrede ağaçlar, kuşlar, kediler köpekler ve diğer hayvanlar için yaşam eziyetten başka bir şey değildir maalesef.

Dünya genelinde hayvanların yaşantısı ve hakları ile ilgili farklı yaklaşım, farklı tutum ve davranışlar mevcuttur. İnsan odaklı medeniyetin görece daha ileri olduğu Avrupa’da, Amerika’da ve Asya’nın ekonomik olarak gelişip zenginleştiği bölgelerde sokaklarda hayvana rastlayamazsınız. Neden acaba? Sadece insanı temiz tür sayan hastalıklı zihniyet hayvanları zehirleyerek, endüstriyel alanda ham madde olarak ve deney aracı olarak kullanarak soykırım yapmıştır. Günümüzde ise evlerde süs hayvanı olarak karne karşılığında bakılmasına izin veriliyor. Kontrollü üremeye izin verilenler ise deney malzemesi olarak ve kozmetik ve ilaç üretiminde ham madde ihtiyacı için planlanıyor. Kâr amacıyla tüm dünyada aşırı hayvansal gıda üretimi ve tüketimi yapılıyor. Tavuk, civciv ve balık gibi hayvanlara eziyet çektirilen kafesler içinde, zararlı hormon ilaçları verilerek çok hızlı üremeleri ve yumurtlamaları sağlanıyor. Kimyasal döllenmeyle yani bir şekilde istismar yoluyla inekler yavrulatılıyor. Yavrular anne sütünden mahrum bırakılıyor ve kimyasal yoldan beslenmeleri yapılıyor. Çünkü doğal süt bir meta aracıdır; yavrular için değil pazar için toplanmaktadır. 

Ülkemizde hayvanların yaşantısına baktığımızda da bir felaket manzarası ile karşı karşıya kalıyoruz. Doğal yaşam alanlarından insanların yaşadığı çevrelere mahkûm edilen ve insana muhtaç edilen sayısı belirsiz hayvan potansiyeli her gün ölümle yaşam arasında ince bir çizgide, sınırlı, eziyetli bir yaşamını sürdürmeye çalışıyor. Osmanlı ve Cumhuriyet tarihinden bu yana hayvanların dez avantajlı durumu içimizi yakmaktadır. Toplu köpek, at ve eşek katliamları hafızalarımızdan silinmiyor.

Yukarda da vurguladığım gibi insanın edimleri sonucu aynı çevresel alanlarda yaşamak zorunda kalan hayvanların büyük çoğunluğu eziyet örüyor. Bu eziyet ve işkence çok yönlü olarak bu canlara karşı uygulanıyor. Devletin sorumluluğunda olan Konya Barınağı’ndaki görüntü hayvan sever tüm toplumları şok etmiştir. Onlarca çalışanın seyrederek suça ortak olduğu ve bir çalışan tarafından kafasına kürekle vurularak öldürülen köpek ülkemizdeki hayvanlara karşı uygulanan resmi ve geleneksel tutumu gözler önüne tekrar sermiştir.

Devletin ve yerel yönetimlerin denetimlerindeki barınaklar işkence ve ölüm barınaklarına dönüştürülürse, sokaklardakilerin başına gelecek hallerini bir düşünelim. Dün sokak köpekleri ve kediler sokak ortasında zehirlenerek, vurularak, diri diri gömülerek yok ediliyordu, bugün değişen ne oldu acaba? Aynı katliam ve aynı cinayet yöntemlerine yenileri eklendi: Konya’da ve göremediğimiz başka birçok barınakta köpeklerin kafalarına kürekle vurarak öldürme, kedileri torbalara koyup torbaları hava alamayacak şekilde bağlayıp boğarak öldürme. Bunlar da yetmiyor kepçelerle kocaman çukurlar kazıp topluca gömerek öldürmeler…

2004 yılında çıkan 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu, hayvanlara karşı işlenen suçları kabahatler sucu kapsamında değerlendiriyor. Bu suçlar para cezası yoluyla bir şekilde affediliyor. Hayvanı öldürme, ona şiddet uygulama ve tecavüz etme gibi kabul edilemez suçlara verilen cezalar asla caydırıcı olmuyor. Mevcut yasaya sonradan eklenen sözde tutuklama ve hapis cezaları gibi cezalar var gibi görünse de bunlar para cezası yoluyla ya da iyi hal gereği doğrudan affa dönüşüyor.


Hayvanların eşit yaşam hakkı için yapılması gerekenler için şu önerilerde bulunabiliriz:

  • Hayvan haklarını savunan hayvan sever örgütlenmeler ile birlikte kapsamlı yeni bir   Hayvanları Koruma Kanunu acil olarak hazırlanmalıdır.

  • Kanun kapsamında hayvanlara karşı suç işleyenler için kesinlikle caydırıcı ve hiçbir şartta affa uğramayacak ağır cezalar olmalıdır.

  • Hayvanlar barınaklarda değil bulundukları yerlerde yaşayabilmelidir. Bunun için bulundukları yerlerde aşılama gibi koruyucu erken tedavi süreçleri uygulanmalı ve kısırlaştırılmalıdırlar. Bu amaca uygun olarak tüm yerleşim birimlerini kapsayacak acil tedavi, bakım ve rehabilitasyon birimleri ve ihtiyaç bölgelerine de hayvan hastaneleri yapılmalıdır. Bu birimler ciddiyetle denetlenmelidir.

  • İlk ve ortaokullarda zorunlu Doğa ve Hayvan Sevgisi Dersleri konmalıdır.        Hayvanların eşit yaşam hakkı için toplumu bilinçlendirici çalışmalar medya ve sosyal medya araçları da dâhil edilerek sürekliği olan planlamalar kapsamında yapılmalıdır.

  • Bazı cins tür hayvan çeşitlerinin genetiği ile oynanma pahasına çoğaltılıp ticareti yapılması engellenmelidir.

  • Av cinayettir, yasaklanmalıdır. Av tüfeklerinin ruhsatları iptal edilmeli ve tüfekler toplanıp geri dönüşüme verilmelidir.

  • Savaşlardan ve orman yangınlarından en çok etkilenenlerden biri de hayvanlardır. Bu öngörüyle gerekli tedbirler alınmalıdır.

  • Hayvansal gıdalar yerine bitkisel beslenmenin önemi topluma çok yönlü olarak anlatılmalı, benimsetilmelidir.

  • Toplumca ‘dünyanın yalnız bizim olmadığı’  bilincine pratikte de sahip olabildiğimizde erdemli insan olma ve uygarlaşma yolunda önemli bir adım atmış olabileceğiz. Köpeklerin, kedilerin ve bizimle aynı çevrede yaşayan diğer tüm hayvanların evimizin, mahallemizin, semtimizin ve kentimizin sakinleri olduğunu asla unutmayalım.

  • Hayvanların tutsak ve eziyet edilerek kirli paralar kazanıldığı yerler olan sirkler, hayvanat bahçeleri, yunus ve diğer balık türlerinin hapsedildiği akvaryumlar, kafeslerde ölümüne tutulan tavuk işletmeleri kapatılmalıdır. Atların ölümüne yarıştırılmasına derhal son verilmelidir. Köpek, horoz vb. canların kavga yarışları yasaklanmalıdır.

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page