Yaşama Kafa Tutan Mücadeleci Bir Kadın Suat Derviş
top of page

Yaşama Kafa Tutan Mücadeleci Bir Kadın Suat Derviş

Nurten B. AKSOY

*


Türkiye’nin ilkler listesinin birçoğunun başında adı geçen, ama tarihin tozlu sayfalarında unutturulmak istenen, her zaman ezilenden, horlanandan, halktan ve hayatı karartılanlardan yana olan bir Türk kadını Suat Derviş… Kadın hakları ve demokrasi alanlarında mücadele etmiş bir aktivist-yazar olan Suat Derviş’i yaklaşmakta olan Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde analım, anlatalım istedik… Kendisini saygıyla anıyoruz…


Aydın bir ailenin kızı


1903 yılında İstanbul’un Moda semtinde varlıklı bir ailenin ortanca çocuğu olarak dünyaya gelir. Ailesi ona Hatice Suat adını koyar, ancak Suat erkek ismi olduğundan, adı kayıtlara Hatice Saadet olarak geçer. Babası, Darülfünûn’un kurucularından kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu, tıp profesörü İsmail Derviş Bey, annesi Abdülmecid’in mabeyincilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır. Suat, Osmanlı’da Telefon İdaresi’nde çalışmaya başlayan ilk kadınlardan Hamiyet Hanım’ın da kardeşidir.


Yazılarımı kimseye göstermezdim.


Çocukluk çağında evde özel eğitim görerek Fransızca ve Almanca öğrenen Suat Derviş, eğitimine Kadıköy Numune Rüştiyesinde ve Bilgi Yurdu’nda devam eder. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duyan Suat Derviş’in Hezeyan başlıklı mensur şiirini, çocukluk arkadaşı Nâzım Hikmet 1918’de Alemdar gazetesinin edebiyat ekine göndererek yayımlattırır. Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Suat Derviş bu olayı şöyle anlatır:

“Yazılarımı kimseye göstermezdim. Nazım, mektepte olduğum saatte bize gelmiş, masanın üstünde unuttuğum yazımı okumuş ve annemden izin alarak, onu benden gizli bastırmak için yanına almış.” Bu olaya önce kızan Suat Derviş, sonra içten içe de gurur duyar…



Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını / Bir kere eğemedim bu kadının başını (Nazım Hikmet)


Henüz çocuk yaşında olan Suat Derviş edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından “Hassas bir ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi” olarak tanıtılır. Bu yıllarda Nâzım Hikmet ile arkadaşlığının, şairin ona duyduğu tek taraflı bir aşka dönüştüğü iddia edilir. Nazım Hikmet, 1920’de “Gölgesi” adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazar. Sonradan Nâzım Hikmet’le dostluğunu; “Nâzım Hikmet çocukluk arkadaşımdır. Ailecek görüştüğümüz bu büyük şair, benim Alemdar’da yazmamı sağlayarak bana bir kapı açmıştır. Benim için yazdığını söylediği şiir ise gurumu okşamanın ötesinde bir şey ifade etmez” diye anlatır.


Bitmeyen yazma tutkusu


İlk romanı olan “Kara Kitap” 1921 yılında basılır. Edebiyat dünyasında hayret ve şaşkınlıkla karşılanan bu eserinde Suat Derviş, ölüme mahkûm olan güzel ve hassas bir genç kızın son nefesine kadarki yaşama arzusunu belirten iç seslerini ve duygularını anlatır. 1923’de yazdığı “Hiçbiri” romanını, “Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma’nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928)” ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan “Emine” (1931) romanları izler.


İkdam Gazetesinde bir ilk olan kadın sayfası


Romanlarında Osmanlı’nın çöküşünü kadınların yaşamları üzerinden anlatan Suat Derviş’in kitaplarında işlediği ilk konular, saray ve konaklarda yaşayan kadınların keder dolu hayatıyla ilgilidir O, yazdığı bu romanlarında İstanbul’un üst düzey yaşamından kesitler sunar, ilişkileri anlatır, kadının toplumsal konumunu ve özgürlük talebini irdeler. 1925’te ilk hikâyeleri Almancaya çevrilir.

Derviş, ilk romanı yayımlandığı sırada Alemdar gazetesinde çalışmaktadır. 1922’de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul’a gelen Refet Bey’le ilk röportajı Alemdar gazetesi için yapar. Bir süre sonra Alemdar’dan ayrılıp İkdam’a geçer ve gazetede bir kadın sayfası hazırlayarak bu konuda öncü olur.


Bir yandan piyano, bir yandan felsefe, bir yandan yazarlık


1927’da konservatuvar eğitimi almak için kardeşi Hamiyet Hanım ile birlikte Almanya’ya gider ve Berlin’de Sternisches Konservatuvarında piyano dersleri alır. Bir süre sonra ailesinden habersiz Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesine kaydolur. Faşizmin yükselmesine tanıklık ettiği Almanya’da bir yandan öğrenciliğini sürdürürken bir yandan da gazete ve dergilerde çalışır. Yazıları çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinden siyasi gazetelere kadar pek çok yayın organında yayımlanır. 1932’de babasının ölümü üzerine okulunu bitirmeden yurda döner.


Yurtdışına giden ilk kadın gazeteci olarak Montreux Konferansı’nda


Yurda döndükten sonra Bâbıâli’nin başarılı muhabirleri arasına girer; İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da çıkan pek çok gazetede yazıları yayımlanır. Bir yandan da roman tefrika etmeyi sürdürür. ”Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba Oğul (1936)” romanları çeşitli gazetelerde tefrika edilir. Resimli Ay Dergisinde çalışmaya başlaması ile solcu basın dünyasına adım atar. 1936 yılında Son Posta gazetesinde çalışırken Montreux Konferansı’nı izlemeye gitmesi ona “Yurtdışına giden ilk kadın gazeteci” unvanını getirir.



Kıpkızıl Komünist Suat Derviş


1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan gazetesinde kadın sorunlarına değinir ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yapar. Bu gazetede çalıştığı dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı bir gezi, Suat Derviş’in düşünce dünyasını derinden etkiler. Dönüşünde yayımladığı röportaj dizisi, “Kıpkızıl Komünist” olarak damgalanmasına ve gazeteden ayrılmak zorunda kalmasına neden olur. Gezinin yapıldığı 1937’de tefrika edilen “Bu Roman Olan Şeylerin Romanı” görüşlerindeki değişimi yansıtır.


9. Toplumcu- gerçekçi bir yazar


Gazetelerde Nazizme, Faşizmin yükselişine ve adaletsizliğe karşı yazılar yayımlarken, romanlarında köşklerde yaşanan aşkları, ziyafetleri ve davetleri yazmayı reddeden Suat Derviş, artık toplumcu- gerçekçi bir edebiyat anlayışına yönelir. 1938’de “Bir İstanbul Gecesi” tefrika edilir, 1939’da “Hiç” romanı yayımlanır. Dört kez nikah masasına oturan Suat Derviş’in (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenli ve Reşat Fuat Baraner) yaşamında bu isimlerin yanı sıra etkili olan bir isim daha vardır ki o da çocukluk arkadaşı Nazım Hikmet’tir. Onun hayatının bütün dönüm noktalarında Nazım Hikmet her zaman yanı başındadır.


Yeni Edebiyat Dergisi ile başlayan yeni bir süreç


Yeni Edebiyat Dergisi Suat Derviş ve eşi Reşat Fuat Baraner’in yönetiminde çıkmış bir dergidir. Bu dergide ilk kez «toplumcu gerçekçi» edebiyat anlayışının estetik sorunları üzerine yazılar yayımlanmıştır.

Suat Derviş’in sol görüşleri, kısa süren ilk üç evliliğinin ardından 1941 yılında Türkiye Komünist Partisi (TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik ile pekişir. Baraner ve Derviş’i bir araya getiren, partinin talebi doğrultusunda çıkarttıkları “Yeni Edebiyat Dergisi” olur. Çift, Türkiye’de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim 1940-15 Kasım 1941 arasında yirmi altı sayı yayımlar. Derviş, dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazar. Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin tanınmasına yardımcı olur. 1944’te “Zeynep İçin” romanını yazar. Aynı yıl “Biz Üç Kardeşiz, Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi.



Komünistlik, işsizlik ve mahkumiyet


“Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?” adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar yazmaya başlar. Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklanır. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat Baraner’i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi’ne katıldığı gerekçesiyle yargılanır ve 8 ay tutuklu kalır.


Geçim sıkıntısı ile başlayan gurbetlik


Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çeken yazar, geçimini sağlamak için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çevirilerin yanı sıra editörlük de yapar. Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazar. 1947’de “Büyük Ateş”, 1950’de “Yaprak Kıpırdamasın” romanları tefrika edilir. 1951’de tekrar tutuklanan eşinin 1953’de yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar tutuklanma olasılığına karşılık ülkeden ayrılarak İsveç’teki ablasının yanına yerleşir.


Drina Köprüsü’nden bile daha iyi bulunan Ankara Mahpusu romanı


Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde yazıları yayımlanır, kendisini yurtdışında tanıtacak kitaplarını yazmaya başlar. “Zeynep İçin” romanını “Ankara Mahpusu” adıyla yeniden yazar. Romanı, ablası Hamiyet Hanım Fransızcaya çevirir. 1957’de “Le Prisonnier d’Ankara” adıyla yayımlanan eser, on sekiz dile çevrilir ve o kadar beğenilir ki eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’nden bile daha iyi bulunur. Daha önce yayınlatamadığı “Çılgın Gibi” eserini Fransızcaya çevirir. Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de yayımlanır.



En bilinen eseri Fosforlu Cevriye


Suat Derviş, eşi Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döner. Bu dönemde takma isimlerle roman ve hikâyeler, çocuk masalları yazar, tercümeler yapar. Fosforlu Cevriye, öğrenci ayaklanmaları ve sert isyanların zirveye ulaştığı 1968’de May Yayıncılık tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlanır. Yazarın “En çok sevdiğim eserim” dediği Fosforlu Cevriye romanı, Türk edebiyatında bir sokak kadınının hayatını konu edinen ilk eserlerdendir. Suat Derviş, bu romanında insan sevgisinin toplum dışına itilmiş bir fahişeyi nasıl değiştirdiğini başarıyla anlatır.


Devrimci ve mücadeleci bir yaşamın hazin sonu


1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiler. İki gözünde de ciddi sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam eder. Moskova’da geçirdiği ameliyat sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği’nin kuruluşunda görev alır. Derneğin kapatılması üzerine yeniden yazarlığa ağırlık verir. Sürekli göz altında tutulan Şişli’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizler. 1971’de evi basılır, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca tutuklanır. Ertesi yıl Fosforlu Cevriye’yi Gülriz Sururi için senaryoya dönüştürdükten kısa süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu hastaneye kaldırılır ve 23 Temmuz 1972’de yaşama veda eder.


Hayata kafa tutan ve asla pes etmeyen bir kadın


Suat Derviş gazete röportajları, hikâye, masal ve fıkralardan başka, neredeyse 30 yılda 30 kitap yayımlayan üretken ve mücadeleci bir kadındır… “Kıpkızıl bir komünist” diye yaftalanmasına rağmen o, sadece “Başı eğilmez” değil, aynı zamanda kafa tutan bir kadın olarak, fikirlerinden hiç taviz vermeden yaşama tutunmaya çalışır. Kendisinden daha ünlü olan eseri Fosforlu Cevriye filme çekileceğinde hızla senaryosunu bitirir ve teslim eder. Çünkü kocasının ölümünden sonra da geçim sıkıntısı devam etmektedir. 4 Eylül 1968’de bir film şirketi sahibine yazdığı bir pusulayla Fosforlu Cevriye senaryosundan kalan 150 lirayı ister: “Bu kadar küçük bir para için sizi hiçbir zaman rahatsız etmek istemezdim. Fakat 20 gün evvel kocamı kaybettim. Bu kadar gülünç bir paraya ihtiyacım var.”

Suat Derviş'in yüreği kırıktır ve parasızdır, ama asla pes etmemiştir… Ruhu şâd olsun…


Kaynak: Odatv.com


28 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page