top of page
Yazarın fotoğrafıHidayet KARAKUŞ

Kültür Sanatın Donkişotları

Yalova Edebiyat Günleri

*

Hidayet Karakuş - Şenol Yazıcı / Yalova Termal'de

Her kentte bir savaşçı vardır. İyinin, doğrunun, sanatın savaşçısı. Onlar, kentlerine sanat koklatmak isterler, kültürel etkinliklerle için için bir arayışla bunalan topluma seçenekler sunmak isterler. Belki büyük kalabalıklara ulaşamazlar; belki dilediklerini söyleyemezler, belki içten içe kırılırlar ama yine de sanata tutunan insanların vazgeçmeyişi gibi bırakmazlar ipin ucunu. Bu yıl olmazsa gelecek yıl, gelecek yıl olmazsa sonraki yıllara taşırlar umutlarını.

Savaşçıların ekonomik güçleri yetmez kocaman bir edebiyat, sanat etkinlikleri düzenlemeye. Bunun için kimi zaman il, ilçe yöneticilerinin kapısını çalarlar kimi zaman da belediyelerin. Belediyeler, düşünsel olarak sanata yatkın olmasa da uzak da değildir belki. Ya da ne kadar yadırgı bir durumla karşılaştıklarını düşünür, pek ilgilenmezler, dahası böyle bir isteği anlamsız da bulabilirler.


Ne istemiştir sanat savaşımcısı, sanat gönüllüsü arkadaş?

Birkaç yazar, ozan, ressam belki, belki de müzik insanı…


Kimi belediye yetkilisi inanmasa da gönülsüzce şöyle diyecektir:


“Peki, bir deneyelim, bizim halkımız böyle şeyleri bilmez de sevmez de, ama…”


Halk belirleyicidir. Önemli olan halkın ne istediğidir. Okuyanın, yazanın, gece gündüz sanatla uğraşanın becerisi, kendilerine sunacağı yeni bir dünya onun için anlamsızdır, önemli de değildir. Alıştıkları bir dünyayı vermek gerekir onlara. Alıştıkları türküleri, şarkıcıları, onların sanatçı bildiği televizyon yıldızlarını getirmek gerekir.


Yazara ne gerek var? Onun dili halka ne kadar uzaktır kim bilir!


Ozan, halk ozanı mıdır acaba? Yoksa şimdilerde şairlere de ozan diyor kimi yeniciler. Sorsam mı bu Don Kişot’a? Yooo! En iyisi hem sanattan yana görünmek hem denemek için arkadaşın istediğini yapmaktır doğrusu. Hem bilgisizliğim çıkmasın ortaya. Belki bunda da vardır bir keramet!


Anlaşırlar sonunda. Konaklamaları, ağırlamaları belediye ya da kaymakamlık, valilik üstlenecektir. Yazarların, ozanların seçimi, konuşacakları konular sanat savaşımcısı arkadaşın kaleminden çıkacak bir izlenceye dönüşüp, yetkililerin eline verilecektir.


Aydın olmak öncü olmak değil midir? Yetkililerin önünde aydınlatıcı olmak, kentlere yeni düşünceleri anlatmak, göstermek, doğrunun, güzelin, iyinin savaşımı adına gereklidir bu.


Öyle büyük istekler değildir bunlar. Hani bir geceliğine kente gelip avuç dolusu para alan şarkıcılar gibi para da istemez yazarlar, ozanlar. Hem zaten isteseler ne yazar?


Onların izlencelerine kentten parasal katkıda bulunarak kendi reklâmını yaptıracak esnaf, işadamı yoktur ki!


Onlar yine de sanatın çağrısına kulaklarını tıkayamazlar. Siren kayalıklarından gelen sestir sanatın sesi onlara göre. Uzaklardan, yakından, kendi işlerini bir kıyıya bırakarak koşarlar. Kültür ölmesin, sanat yaşasın yeter ki!


Uzattığımın ayırdındayım, sözü Yalova’ya getireceğim.


Orada edebiyat adına, kültür adına bulunduğumuz iki günde nasıl da coşkulu, nasıl da doğru, güzel şeyler söylendiğini anlatacağım. Ne ki hemen her yerde olduğu gibi orada da bu güzel doğruları dinleyen pek yoktu.


Bunda kimsenin suçu yok. Suçlu aramak gerekirse eğitimde aranmalı. Bunda edebiyatı, kültürel etkinlikleri bir gereksinme olarak duyumsatmayan, dahası onu para getirmeyen gereksiz, boş zaman işi gören kafaların yönettiği eğitim dizgesinin büyük suçu var. Çocuk ekmeğin peşinde nasıl koşarsa öykünün, romanın, şiirin, müziğin, resmin, halk oyunlarının… peşinde öyle koşmalıdır. Bunları, okul verecek, okul sevdirecektir. Bizim koşa koşa oraya buraya gitmelerimiz, birkaç kişiye anlatmalarımız hiçbir işe yaramıyor mu? Yarıyor. Yarına bir köprü olur diye düşünüyorum. Ötesi sonuçsuz bir çaba… Ancak göç gide gide düzelir, der halkımız. Bir etkinlik başlar başlamaz büyük kalabalıklar toplayamaz. Televizyonların, basının pompaladığı bir durum yoksa ortada, hep böyle ‘azınlık’ duygusuyla başlar toplantılar.


İzmir’de sıkça anlattığım bir TÜYAP Kitap Fuarı öykücüğü vardır. Hangi kitap fuarı olduğu önemli değil. Her yerde yaşanabilir böylesi.


Fuarda düzenlenen izlencenin saati gelmiş, konuşmacı kürsüye çıkmış. Salonda bir kişi… Saatine bakmış, içinden, “Ben gelen bir kişi de olsa, saygı duyarım. Vaktinde başlarım” demiş. Notlarını çıkarmış, başlamış konuşmaya. O, büyük bir dikkatle konuşmuş, salondaki kişi de büyük bir sabırla dinlemiş sonuna kadar. Konuşmacı, söyleyecekleri bitince notlarını toplamış, salonun tek dinleyicisine dönerek;


“Size teşekkür ederim. Beni sabırla dinlediniz” deyince öteki boynunu bükmüş:


“Efendim, ben sizden sonraki konuşmacıyım.”


Bursa’da Mavi Ada Dergisi’ni yayımlayan Şenol Yazıcı bu Don Kişotlardan biri. Yalova Belediyesi’ni bu etkinlikleri yapmanın gerekliliğine inandıran da o.


Aslında Yalova Belediyesi, pek çok sanatsal etkinlik düzenliyor. Halk Müziği konserleri, resim sergileri, tiyatrolar, gölge oyunu gösterileri, konferanslar…


Şenol Yazıcı’nın düzenlediği " Hangi Kültür Hangi Edebiyat" etkinliği Şairler Buluşması/Yazarlar Buluşması biçiminde adlandırılmıştı afişlerde. Güzel bir aylık etkinlikler izlencesi bastırılmıştı. Etkinliklere katılacak sanatçıların, konuşmacıların, tiyatrocuların fotoğrafları, etkinliklerin günü, yeri, saati yer alıyordu kitapçıkta.


Yalova’da 14 Mayıs 2010 Cuma günü bizi otogardan alan Sinan Çolak dostumuz, nazikçe bize o akşam sunulacak olan İbrahim Sadri’nin Şiir Dinletisi'ne gidebileceğimizi söyledi.


“Bağışlayın, Sadri’yi dinleyemeyeceğiz” dedim.


Doğrusu İbrahim Sadri’nin sesi güzel, ama şiiri bildiğini söylemek benim için kolay değil. Okuması da tekdüze. Eline düzyazı verin, size şiir gibi okuyuversin. Duygu tonu ağır bir sesle dinlediğinizi gerçekten şiir sanabilirsiniz.


Ertesi gün bir ara, konusu olunca bir milyon şiir kaseti sattığı anlatıldı. Niye satmasın? Arabesk şarkı satılır da arabesk şiir satılmaz mı? Hele televizyon ekranlarında bir ilgi yakalamış, acılarını düz söylemlerle şiirleştirdiğini sanan insanların kulağına duygulu sözler üflemişse kanmak o kadar zor mu?


Sinan Bey, bizi otele bıraktıktan sonra etkinliğin öteki izlenceleriyle ilgilenmeye gitti.

15 Mayıs Cumartesi günü Yaralı Bir Kentin Işıyan Yüzü üst başlığıyla Şairler Buluşması’nda Hangi Şiir konuşuldu. Program sunumunu öykücü Fadime Karoğlu’ nun yaptığı etkinlikte konuşmacılar Ayten Mutlu, Ahmet Özer, Halim Yazıcı, Gülgün Çako’ydu.


Şiiri şiir yapan değerler tartışıldı.


Ahmet Özer, edebiyatın, şiirin birikiminden söz etti; Paris’te o kent için yazdığı güzel şiiri okudu.


Ayten Mutlu, Uzun Gemide Akşam kitabından şiirler okuyarak şiirin, edebiyatın gönümüzdeki konumunu dile getirdi.


Halim Yazıcı, bir şiiri nasıl yazdığını, nelerden etkilendiğini anlattı. Şiirlerinden örnekler okudu.


Oturumu yöneten Gülgün Çako da son kitabı Ay Perisi’nden şiirler okudu. Şiirin bir üstdil olduğu hep söylenir. Fazla sözcüğün şiirlere yük olduğu, şairin söylemek istediğini her şiirde, yeni bir duygu, yeni düşünce, taze bir imgeyle anlatması gerektiği bilinir. Bir de şiirin güzel söylem değil, yaşama, güne, geleceğe ilişkin saptamaları, sezgileri olacaktır.


Kaçak güreşen, gizlenen bireyin çok özel duyguları dışında imgelere boğulmuş, altı boş güzel söz demetleriyle şiirin hiçbir şey söylemeyeceği de vurgulandı o gün.


16 Mayıs Pazar günü Yaralı Kentin Işıyan Yüzü’nde Yazarlar Buluşması’nın alt başlığı bu kez Hangi Kültür, Hangi Edebiyat’tı. Programın sunumu gene Fadime Karoğlu yaptı.


Şenol Yazıcı’nın yönettiği oturumda Burhan Günel, İhsan Topçu, ben vardık.


Yalova Belediyesi ile bu etkinliği ortaklaşa düzenleyen Mavi Ada Dergisi’nin yönetmeni Şenol Yazıcı, konuşmasının başında salonda umduğu dinleyici kitlesini bulamamaktan gelen düş kırıklığıyla sitem etti. Sözünün devamında güçlenen kapitalizmin dayattığı küreselleşmenin azgelişmiş ulusların kafasını karıştırdığını, rota çizmelerini engellediğini belirtip toplumun düşünce atölyesi olan edebiyata yeni yönelişlerin belirlenmesinde çok iş düştüğüne değindi.


Burhan Günel, edebiyata dadanan kapitalizmin, edebiyatı da kendine bağlamak istediğine değindi. Küreselleşme patronlarının kendilerine bağlı, yazdıklarıyla gerçekleri bulandırarak toplumları uyutmayı hedeflediklerinden söz etti.


Ben, edebiyatın temel gerçeğinin dil olduğunu, yazarların, ozanların kullandıkları ulusal dili hem geliştirmek, hem de geleceğe güzel taşımak, doğru ulaştırmakla görevli olduklarını belirttim. Dilimizin küresel dil olan İngilizcenin baskısı altında olduğunu vurguladım.


İhsan Topçu, hazırladığı konuşmasında şiirin, öykünün, romanın kime hizmet etmesi gerektiğinin altını çizdi.


Yukarıda da değindiğim dinleyici azlığına, böyle durumlara hazırlıklı olmak zorundayız. Gerçek edebiyat erleri, her zaman azınlıkta olacaktır. Bunu unutmamalı.


Yalova Belediyesi’nin konukseverliği için söylenecek söz bulamıyorum. Son derece zarif, saygılı ve sevecendiler.


Belediyeden Sinan Çolak, Cengiz Karoğlu, sürücümüz Sezer Bey, konukların yaşamöykülerini ışınçalarla düzenleyen Metin Kar çok sıcak, çok dosttular.


Bu tür etkinliklerde özellikle akşam sofraları gerçek edebiyat şölenine dönüşüyor. Hele Ahmet Özer gibi her gittiği yerde her şeyi not eden bir meraklı beyin varsa, onu da Azerbaycan’daki şölenlere bakarak masa beyi seçerseniz, değmeyin keyfine…


Kuşadası’nda da iki güzel akşam yaşamıştık şiirlerle, türkülerle…


İhsan Topçu’yu son gece daha bir tanıdık. Tam bir ‘Karadeniz uşağı’. Nasıl sevimli, nasıl esprili! Nasıl da karşısındakinin kırılmasından korkan bir yapısı var. Ne zaman birine takılsa arkasından hemen açıklıyor:


“Şaka, şaka!”


Bu arada halk ozanı başkan yardımcısı Hikmet Yavuz’u anmalıyım. Birtakım etkinliklerde şiirlerini okuyan, kimi şiirleri bestelenen Yavuz, yaptığı her işi yurt sevgisiyle yapıyor. Yurdunu seven, ülkesini düşünen kim olursa sağcı solcu ayırmayan bu insanı sevdim. Etkinliğin son gününde son ana değin bizim yanımızdaydı, bizi ağırlamak için uğraştı.


Yalova’daki etkinlikler gelecek yıllarda hedefini yakalayacak, Yalovalıların kaçırmak istemeyecekleri izlenceler olacaktır; buna inanıyorum. Bu işin öncülüğünü yapan Şenol Yazıcı gibi aydınlar var oldukça sanat da edebiyat da ayakta kalacak, toplumsal yozlaşmaya bir yerde dur diyecektir.


Sözü bağlamadan Yalova’da gezdiğimizde hayran olduğumuz Termal’le Atatürk’ümüzün Yürüyen Köşk’ünü daha gitmeden merak etmiş, görmek istemiştik. Yalova’da, “Yalova benim şehrimdir,” diyen Atatürk’ün havasını soluduk. Yürüyen Köşk’te onun alçakgönüllü, bütün gösterişlerden uzak küçücük bir ev yaptırdığını, bir çınarın dalı kesilmesin diye yapılmış evi 4 metre 80 santimetre çınardan uzaklaştırdığını biliyordum. Bu çalışmalar için nasıl iş bilir, becerili, bilinçli insanları seçtiğini de yapılan çalışmalar aşama aşama gösteren fotoğraflarından anlıyor insan.


Bu arada sahildeki Çınarlı Yol, öteki adıyla yanılmıyorsam Gazi Caddesi’nde yürümenin insanı dinlendirmeye yettiğinden söz etmeden geçmeyeyim.


Edebiyat her şeyin tadına bakar, koklar, dokunur; başka türlü edebiyat olur muydu?


İzmir, Mayıs 2010

20 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments