Tarihteki İlk Logo ve Telif Hakkının Sahibi Ressam Albrecht Dürer
top of page

Tarihteki İlk Logo ve Telif Hakkının Sahibi Ressam Albrecht Dürer

Güncelleme tarihi: 5 Oca 2022


Alman asıllı Albrecht Dürer, Rönesans’ın en büyük temsilcilerinden olup taş-ahşap baskıları, gravürleri, portreleri ve dini içerikli resimlerinin yanı sıra özellikle suluboya ve karakalem tablolarıyla da ünlü bir ressam. Sanat tarihindeki tartışılmaz yerinin yanında, günümüz internet ortamında özellikle “Dua eden eller” olarak bilinen tablosu ve o tablonun dramatik öyküsüyle tanınan sanatçıyı, bu uydurma ama bir o kadar güzel öykünün yanı sıra gerçek yaşam öyküsüyle de tanıyalım.

Rivayet edilen yaşam öyküsü

On beşinci yüzyılın başlarında, Nürnberg yakınlarında oldukça fakir, on sekiz çocuklu bir ailenin çocuklarından biri olarak dünyaya gelir küçük Albrecht. Böylesi kalabalık bir ailenin reisi olan baba, oldukça mütevazı kazancını çocuklarına yetirmek için günde on sekiz saate yakın çalışır. Gerektiğinde konu komşudan da yardımlar gelir aileye. On sekiz kardeşten ikisi olan Albrecht ve Albert, bu umutsuz durumlarına rağmen, kalplerinde gizliden gizliye bir hayâli büyütürler. Her ikisi de usta bir ressam olmak istemektedir; ama babalarının kendilerini şehirdeki sanat akademisine gönderemeyeceğini de çok iyi bilirler. Günler, geceler süren tartışmalardan sonra iki kardeş ortak bir karar alarak, yazı-tura atmaya karar verirler.

Yazı-turada kaybeden, maden ocağında çalışacak, kazandığı ile kazanan kardeşinin sanat akademisindeki masraflarını karşılayacaktır. Kazanan kardeş, dört yıl sonra mezun olduğunda ya resimlerini satarak ya da gerekirse madende çalışarak kardeşini okutacaktır. İki kardeş bir sabah fısıltılı dualar eşliğinde yazı tura atarlar. Oyunu Albrecht kazanır ve Nurnberg’deki sanat akademisine yazılır. Kardeşi Albert ise maden ocağının yolunu tutar. Dört yıl boyunca kardeşine eğitimi için para gönderir. Albrecht’in karakalem ve yağlıboya resimleri akademide hemen herkeste hayranlık uyandırır. Öyle ki daha mezun olmadan hatırı sayılır paralar kazanır. Genç sanatçı mezun olup köyüne döndüğünde, kalabalık ailesi evlerinin verandasında yemektedir. Uzun sohbetlerin ardından, Albrecht ayağa kalkar ve kardeşi Albert’in elinden tutarak kendisine yaptığı eşsiz iyiliği anlatır. Albrecht, kardeşi Albert sayesinde hayallerini gerçekleştirmiştir. Sonra sözlerini şöyle tamamlar: ”Ve şimdi, benim fedakâr kardeşim Albert, sıra senin. Şimdi Nurnberg’e gidip hayallerini gerçekleştirebilirsin. Masraflarını ben karşılayacağım.” Herkesin gözü Albert’e döner. Albert, solgun yüzünü yıkayan gözyaşlarını gizlemeye gerek görmeden, başını “hayır, hayır!” anlamında sallar. Kardeşlerinin, anne babasının yüzlerinde gezdirir gözlerini, yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başlar:

“Hayır kardeşim, ben Nurnberg’e gidemem. Benim için artık çok geç, dört yıllık maden işçiliği ellerime neler yapmadı ki! Her parmağım en az bir kere ezilip kırıldı. Son zamanlarda, sağ elimde dayanılmaz romatizma ağrıları da başladı. Bir bardağı bile zor tutuyorum. Nasıl olur da karakalem, yağlıboya çalışırım ki? Parmaklarım fırça tutacak inceliği çoktan kaybetti. Hayır, kardeşim, hayır… benim için artık çok geç.”

Albrecht Dürer, kardeşi Albert’in kendisi için gösterdiği fedakarlığı resmetmeye niyetlenir. Kardeşinin maden ocağında çalışmaktan eğri büğrü olmuş parmaklarını ve kırış kırış avuçlarını bütün detaylarıyla çizer. Resimde Albert’in ince parmakları göğe doğru yönelmiştir. Avuçların içi sanki gökten bir yağmur bekliyormuşçasına açıktır. Dürer, bu çalışmasına basitçe “Eller” adını verir. Fakat insanlar, böylesine açık avuçlara ve göğe yönelmiş parmaklara her kalbin içini ısıtan bir sırrı doldururlar. Bu buruk konuşmanın üzerinden 450 yıl gibi uzun bir süre geçer. Bugüne kadar Albrecht Dürer’in yüzlerce portresinin yanı sıra karakalem, suluboya, yağlıboya resimleri dünyanın sayılı müzelerinin duvarlarını süsler. Fakat bunlar içinde hiçbiri Albrecht Dürer’in o günkü yemekten sonra yaptığı karakalem çalışması kadar ünlü olmaz. Bugün yeryüzünde birçok çalışma masasının üzerini süsleyen, birçok duvarda asılı duran bu resim Dürer’le eşleştirilir, hatta yaratıcısından daha çok bilinir olur.

Albrecht Dürer ’in Gerçek Yaşam Öyküsü Dürer’in babası, 1455’te Macaristan’dan gelerek Nürnberg’e yerleşen bir kuyumcudur. 1471 yılında bu şehirde dünyaya gelen Albrecht Dürer, çocukluğunu babasının kuyumcu dükkânında çalışarak geçirir. 13 yaşındayken kendi portresini, 14 yaşındayken “Madonna ve Müzik Melekleri” portresini yaparak erken gelişen resim yeteneğini kanıtlar. 1486’da babasının girişimiyle ressam ve ağaç baskı ustası Michael Wolgemut’un atölyesinde çırak olarak çalışmaya başlar.

1489’da işinden ayrılarak seyahat etmeye başlayan Dürer, 1490’da ilk yağlıboya tablosu olan babasının portresini tamamlar. 1492 yılında Basel’de tahta baskı atölyesinde çalışır. Nürnberg’e dönünce Agnes Frey’le evlenir ve bir yıl sonra İtalya’ya gider. Yola çıkmadan önce yaptığı eserler arasında öğretmeni Wolgemut’un portresi ile kendisinin nişan portresi de vardır. Daha İtalya’ya gitmeden Mantegna’nın bakır üzerine yaptığı gravürleri görür ve İtalyan sanatının etkisinde kalır. İlk suluboya peyzajlarını yolculuk sırasında çizer. 1496 yıllarında bakır üzerine yaptığı gravürlerle ustalığa erişir.

İkinci kez gittiği İtalya’da iki yıl kalan ve orada Giovanni Bellini ile tanışan Dürer, ondan çok etkilenir. Dönüşünde matematik, geometri, Latince ve edebiyat gibi konularda bilgisini arttırmıştır. 1512’de Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Maximilian’ın himayesinde saray ressamı olarak çalışmaya başlar ve bu görevini Maximilian’ın ölümünden sonra V. Karl döneminde de sürdürür. Sarayda çeşitli dekorasyon uygulamaları yapar. 1513-1514 yıllarında bakır oymabaskılarının en ünlüleri olan “Şövalye, Ölüm ve Şeytan, Aziz Hieronymus Çalışma Odasında ve Melankoli 1” adlı eserlerini yaratır. 1515 yılında Yüksek Rönesans döneminin ünlü ressamı Raffaello ile Dürer çalışmalarını birbirlerine göndermeye başlarlar. Sarayda çalıştığı yıllarda İmparator Maximilian’ın iki portresini (1519) ve “Lucretia” (1518) gibi ünlü resimlerini yapar. Bu arada gezilere de çıkar. 1518 yazında Augsburg’a gider ve orada Reform hareketinin öncüsü Martin Luther’le tanışır. Sonraki yıllarında Luther’in sadık bir izleyicisi olur.

1520 Temmuz’unda eşiyle birlikte Felemenk’te geziye çıkan Dürer, Alman sanatının önde gelen isimlerinden Matthias Grünewald’a bazı oyma baskılarını armağan eder. Felemenk resim okulunun ustalarıyla tanışır ve 1521 yılında ziyaret ettiği Brugge ve Gent’de 15.yüzyılın Flaman ustalarının yapıtlarını görür. Aynı yıl eşiyle birlikte Nürnberg’e döner. Sağlığı bozulmaya başlayan sanatçı son senelerini kuramsal ve bilimsel yazılarla kitap resimlerine ayırır. 1528’de ardında pek çok eser bırakarak 57 yaşında doğduğu şehir Nürnberg’de yaşama veda eder.

Tarihteki İlk Logo ve Telif Hakkı “Dürer, sanatından para kazanmak, daha çok resim yapmak istediği için farklı baskı teknikleri dener ve bu uğurda Avrupa’da şehir şehir gezerek resimlerini pazarlamaktan çekinmez. Dürer’in resimleri sanatseverlerce çok ilgi görür, sadece kiliseleri ve asillerin evlerini değil, orta sınıftan resmi seven insanların duvarlarını da süsler. Durum böyle olunca da resimleri taklit edilir. Bunu önlemek adına pek çok tablosunun hemen altında görülen, adının baş harfleri A ve D’yi imza olarak kullanan ressam taklitçilerden yine de kurtulamaz. 1512’de Roma imparatoru I. Maximillian yeteneğini fark edip onu koruması altına alınca bu ilişkiden faydalanan Dürer, imparatorun emri ile resimlerinin imtiyaz hakkını alır. Bu, belki de tarihte telif hakkının ilk kazanılmasıdır.

64 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page