OĞLUMA
top of page

OĞLUMA



SICAK bir Ankara sabahı. Günlerden Çarşamba. Ağustosun ilk haftası. Güneş yeni doğuyor, çimenler bir gün önceden biçilip, gece boyu sulanmış, etraf nemli ot kokuyor. Erkenci kuşları pır pır, annenle benim kalbim gibi. Birkaç gündür bekliyoruz seni, ama inat ettin, keyfin de yerinde herhalde, hiç bir işaret vermiyorsun. Artık bugün son, öyle yada böyle açacaksın gözlerini dünyaya.


Bir kolumda günler öncesinden hazır olan çanta var. İçinde ilk havlun, ilk şapkan, ilk eldivenin, ilk giyeceklerin. Ben en çok zıbını seviyorum. Ne olduğunu bildiğimden değil, dilime doladım kelimeyi, annen ne sorsa önce ‘zıbın’ diyorum. Zıbın aşağı, zıbın yukarı… son aya böyle girdik. Etrafa baka baka, el ele yürüyoruz site içindeki patikadan otoparka. Hayatın sağı solu belli olmaz ama büyük bir olasılıkla iki kişilik son yürüyüşümüz bu. Ya bu akşam, ya da yarın yanımızda sen de olacaksın. Yaşantımızdaki her şey, başta sevgi, ikiden üçe katlanacak…


Aynı günün akşamüzeri, saat dörde yirmi var. Öğleden beri annene suni sancı veriyorlar. Sonunda içeriden ince bir çığlık duyar gibi oldum. Saatlerdir koridorda gittikçe ağırlaşan bedenim hafifledi önce, sonra ayaklarım kesildi yerden. Doğdun, annenin karnından ikimizin yüreğine doldun. Çivit mavi gözlerin gözlerimizde, minik ellerin ellerimizde, her şeyinle tastamam bizim için yepyeni bir dünya oldun.

-Bir oğlunuz oldu. Annesi de bebek de sağlıklı. Adını düşündünüz mü?

-Oğlum? Oğlum... Adı Sinan! Kendi hayatının mimarı olsun.


İlk günlerin heyecan içinde nasıl geçtiğini hatırlamıyorum bile. Senin ve annenin etrafında pervaneyim. Sanırım yirmi günlüktün. İlk ayını bile doldurmamıştın daha. O yazı pas geçemezdik, annen tatil çantamızla uğraşırken sen benim kollarımdasın. Göz göze geliyoruz gülüşerek. Annen çekiveriyor öpmelere doyamadığım, ömür boyu sakladığım bu resmi.

Artık bir yaşındasın! Akşama o tek mumluk pastanı yiyeceğiz. Trafikte adım adım ilerlerken, arka koltuktaki yerinden kollarını açarak tuhaf sesler çıkarıyorsun. Dikiz aynasından göz göze geliyoruz. O tavşan dişlerle, biraz süt kokulu, biraz salyalı ama dünyanın en tatlı gülüşü alıp götürüyor trafik çilesini hem bedenimden hem ruhumdan. Ne zaman bir yıl geçti? Minik oğlum benim. Korna sesleri arasında dayanamayıp sağa çekiyorum arabayı güç bela. Benzinim bitti. Arabanın değil, benim. Hep öyle derdim hatırla. Elimle ibre işareti yapar sen öptükçe depom dolardı. Sen de işi ciddi yapar tutkuyla öperdin yanaklarımdan. Arabanın etrafını dolanıp arka koltuğa ilişiyorum, koklaya koklaya öpüyor, depomu dolduruyorum.


İlk yürüyüşün, konuşmaya başlaman, ilk yuvaya gidişin, okula başlayışın. El yazıların, karnelerin hala duruyor. Ne mutlu yıllardı, su gibi aktılar. Sen doğalı üçüncü şehirdeyiz. Bize daha iyi bir iş, sana daha iyi bir gelecek demek.


Bir akşam, sen yeni uyumuştun. Kapı çalınıyor ısrarla. Hayat kapıda duran, elinde siyah kurdeleli bir paket var, bir sürprizi var bize. Açıyoruz, içinden yıllarca dökülecek göz yaşı, keder, çene titremeleri çıkıyor. Uyandığında senle ben hayatla baş başa kalakalıyoruz.

Tam da benim annemden ayrıldığım yaşta, altı yaşındasın. Yaşadığımız şehir değişiyor. Evimizi taşıyoruz. Onca üzüntüyü gizlemeye çalışsam da sana da yansıyor. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsun telaşla.


Annenle yollarımız ayrılı daha üç gün oldu. Ben annemin şehirdeki mis kokulu, dünyalar kadar yumuşak göğsünden ayrılıp, küçük bir köyde, içi saman dolu yastıklarda, uyumuştum ilk gece. Bırakır mıyım seni öyle, tam göğsümde yatıyorsun. Uyandın, yanağıma bir damla gözyaşı bıraktın, kulağıma fısıldadın.

-Annemi çok özledim baba.

Söyleyecek bir kelime bulamıyorum. Ben de özledim diyemiyorum. Çenem titriyor, tutuyorum kendimi. Babamın da bana yaptığı gibi lafı değiştiriyorum.


-Bay Wingly altına yapmış galiba. Burnuma pis kokular geliyor. Hadi gidip bakalım.

İşe yarıyor, kıkır kıkır gülmeye başlıyorsun. Yeni aldığımız yavru kediyi arıyoruz salonda.

Yeni bir şehir, yeni bir okul, yeni arkadaşlar sana, yeni bir iş bana. Harika bir site, harika bir ev bize. Her yemeğin yapılışını öğreniyorum. Hamur açıyorum, sarma sarıyorum, kır pideleri, bazlamalar yapıyorum. Ramazan pidelerinden yaptığımız bol kaşarlı, sucuklu, kıymalı pizzalar için bütün arkadaşların kapıda sıraya giriyor… Coco popslu keklerim sitede ünlü oluyor. Arkadaşlarının bekar anneleri notlar gönderiyor, bu kekin içine ne koyduğuma dair… Ben sadece işimle ve seninle ilgiliyim. Kendime ait bir hayatı öteliyorum hep. Bir kez daha üzülmeyesin, kırılmayasın, örselenmeyesin diye.


İki bakıcı geliyor eve, biri temizliğe diğeri hem derslerin için hem ben yokken yatıya. İşim gereği dünyanın bir yerine uçmam an meselesi. Gemilerde internet varsa geceleri bilgisayarlar üzerinden birbirimizi başucumuzdaki ekrandan görerek uyuyoruz. İki kişilik ailemizin hem babası, hem annesi, hem de kişiye özel oyuncak mühendisiyim. Ahşap oyuncaklar, arabalar yapıyorum sana boş zamanlarda.


Yine akıp geçiyor yıllar. Artık civan bir delikanlı oldun. O yeşil gözler, gamzeler, o gülüş, kızlar kapıdan eksik olmuyor. Orta kısım bitti. Ben de artık emekliyim. İyi bir de lise kazandın, ama başka şehirde devam edeceğiz hayatımıza. Harika bir okul balosu yaptınız. Bütün çocukluğun gibi bunu da filme alıyorum. O kızın senin hakkında yazdıkları ağlatan cinsten.


‘’Senden nasıl ayrılabileceğim hakkında inan ki hiç bir fikrim yok. Şu okulun bana kazandırdığı sayılı özel şeylerden birisin. Dört seneden bu yana, beni sinirden deliye çevirdiğin zamanlarda dahil, adını bile telaffuz edemediğim konular hakkında saatlerce konuştuğumuz yaz akşamları da dahil, en güzel anılarıma ortak olduğun için teşekkür ederim. Yıl sonu yaklaşıyor acımasızca. Uzaklara gideceğini düşünmemek için sabit bir noktaya bile bakamıyorum, değil kimseyle göz göze gelmek… İnceden inceden burkuluyor içim, titriyorum, sızlıyorum. Seni ne kadar özleyeceğimi, şimdilerde ‘yarın sabah göreceğim nasılsa’ diye kendimi avuturken, o zaman ne mesajın, ne telefonun özlemimi gideremeyeceğini, ne kadar çaresiz kalacağımı hiç aklından çıkarma olur mu? ‘’


Ne zaman bir sevgilin oldu? Neler yazmış bu kız senin için böyle. Bu nasıl bir veda? Ben ki evimiz iki defa yanmasın diye eline kibrit bile vermedim, sen bir kızda ne zaman yaktın böyle bir ateşi? Daha dün süt dişlerin vardı, dün döküldüler ve yerine yenileri daha dün çıktı. Birlikte tatillerde kumdan kaleler, kaplumbağalar, timsahlar yaptığımız, sahillerde onlara diş olsun diye beyaz taşlar aradığımız o yazlar daha dündü.


Oğlum. Şu hayattaki tek varlığım. Ben de korkuyorum şimdi, bu kızcağız gibi. Şunun şurasında kaç yıl kaldı. Bir sabah yine hayat kapıda belirecek. Elinde bu defa pembe kurdeleli paket ile. Ayrılıp gideceksin. Nasıl katlanacağım? Ben kime ‘’ terliklerini giy, odanı topla, çatalı kullan diyeceğim? Kime ‘interneti kapat, ders çalış, ödev yap’ diyeceğim. Kimin başını bekleyeceğim sabahlara kadar ıslak bezle ateşini düşürmek için. Kimin gelmesini bekleyeceğim okul dönüşü dakika dakika. Biraz geç kalsan kimin için kafamdan korku hikayeleri uydurup irkileceğim.


Şimdi daha iyi anlıyorum, yıllar önce okula gitmek için valizimi hazırlarken neden babamın sesinin titrediğini, ara ara kaybolup geldiğinde neden gözlerinin kızardığını. Önümde uzanan yeni bir yılın heyecanı içinde babamın ne kadar duygulandığının farkına bile varamadığımı. Şimdi daha iyi hissediyorum evlendiğim gün, belli etmemeye çalışsa da, nasihatleri bitirip en son sarılıp öperken yanağımı göz yaşlarıyla ıslattığını. Şimdi daha iyi anlıyorum ‘’baba olunca anlarsın’’ dediği her şeyi. Sana kızdığım anların çoğunda haksız olduğumu düşünüyorsun, biliyorum. Nasıl ben yaşayarak öğrendiysem birçok şeyi, sen de öyle yapacaksın. Ama içim elvermediği için hata yapmana, hele geri dönülmesi imkansız hatalar, zamanında yapılamaması gibi bazı şeylerin. Kaçan tren, rıhtımdan ayrılan gemi, tükenen ömür gibi.


Şimdilerde ergenliğini yaşamaktasın. Bizim kuşak hiç mi hiç yaşamadı ergenliği. Bizler kapı dibinde oturur, en küçük bir öz arayışına girsek, ‘beş kardeş’le karşılaşırdık. O yüzdendir şu anki toplumun lime lime dökülmesi, çocuklarını nasıl yetiştireceğini bilememesi, her suçu gençlere yüklemesi. Ben de senden öğrendim ergenliği. Bu nedenle daha anlayışlı olmaya çalışmadığım için özür dilerim. Çok çaresiz kaldığım, geleceğini mahvettiğini sandığım, hatta park köşelerinde, sahillerde çaresizlikten sessizce ağladığım zamanlar oldu. Sen çocuklarına daha anlayışlı ol olur mu? Kendini benim kadar üzme onlar için. 'Şunu yap, bunu yap' demek yerine bırak yaşayarak öğrensinler. Konuş, anlat, tercihlerine saygı duy, hiç bir şeyle korkutma. Böylece binlerce yıllık safsatalarla büyümüş, kendi çocuklarını yiyen ama ama aslında kendi gölgesinden bile korkan 'aslanlar toplumu' yerine, kendine güvenen, aklın egemen olduğu bilim toplumlarında yaşayabilir sizin de torunlarınız.


Hayat hep kötü sürprizler yapmaz oğlum. Bir sabah elinde harika bir paketle kapını çalar ki, sadece kalp atışından yekpare gümbür, gümbür bir adama dönüşürsün. Annenle ilk karşılaştığımız gün yaşattı bana bunu. O zaman geldiğinde, annenin sana veremediği ama kalbindeki altın sandığa sakladığı sevgi tanelerini bulup bulup çıkaracak, aşık olduğun kadına vereceksin.


Mutlu olmayı hak etmek istiyorsan üzüntüye, beyazı seviyorsan siyaha, yazı seviyorsan kışa katlanmalısın. İleri gideceksen her adımda bir ayağının arkada kalmasından güç almalısın. Kendi mutluluğunu yaratan insanlar sevmedikleri her renk, beğenmedikleri her mevsim ve her duyguda tadabilecekleri bir parça çikolata taşırlar ceplerinde. Hatta öyle zamanlarda çikolata ile bir fincan kahvenin cezvesini, suyunu ve közünü taşıyanlar da vardır.


Unutma, herkesin bir annesi, bir de babası vardır. Ama gerçekten babalık yapmak istersen sadece dünyada edindiklerin yetmez oğlum. Bunun için, galaksinin bir köşesine gizlenmiş, küçük ve şefkatli bir yıldızın etrafında dönen ve sadece sana ait olan o hüzünlü gezegende yüreğini pişirip gelmelisin. Oraya nasıl ulaşacağını kendin bulacaksın. Ve çoktan gittiğimde, toprak olduğumda, yine bir babalar gününde başucumdaki taşa yaslanıp bana anlatacaksın.

Babalar günüm kutlu olsun oğlum.



Fuat Sezer


44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page