Fikret KUŞÇUOĞLU'yla “Okur Yaratmak”
top of page

Fikret KUŞÇUOĞLU'yla “Okur Yaratmak”

Güncelleme tarihi: 1 Eyl 2023

SÖYLEŞİ

*


Yazmaya başladığımda öncelikli hevesim bir kitap yayınlamaktı. Sonra hapse girecektim... Modaydı ya...

O romantizmle borç harç parasını denkleştirip kitabı bastırdığımda beni daha acil bir sorunun bekleyeceğini düşünemezdim. Zaten ben yazıncaya değin 141, 142 kalkmıştı, hapis fanteziydi ama daha acil ve daha acıklı ve gerçekçi bir sorunum vardı.

Bize yetmeyen daracık evlerimizde koca bir odayı ayırdığımız basılı kitaplar, yerine, yani okura nasıl ulaşacaktı?


Hiç aklıma gelmeyen bu soru, yaşadıklarımdan sonra o zaman bu zamandır "mıh gibi" aklımdan çıkmaz. Hatta kitaplarım yayınevinden çıkmaya başladığı, yani okura ulaştırma işinin daha profesyonel birilerinin derdi olduğu zamanlarda bile bulduğum çözüme inanamaz uykularımı kaçırırdı. Biliyor musunuz laf aramızda yayınevi deneyiminden de çok mutlu olamadım, çünkü para hiç alamadım, ancak etkinliklere gittiğimde ondan istediğim kitaplar karşılığında ödeşiyorduk. Başlangıçta çok zoruma giden bu çözümü bazı yazarların hiç bulamadıklarını sonradan öğrenecek, dosya çalışması yaptığımızda Cengiz Aytmatov gibi bir dünya devinin bile ülkemdeki yayınevlerinden bu yönlü yakındığını bizzat ağzından duyacak, halime şükretmeyi alışkanlık haline getirmeyi deneyecektim.


Çok zamandır yeni bir kitap yapmadığım halde ne zaman yapmayı düşünsem tüylerimi diken diken eden bu sorunun çözüm yolunu hala bulamadım. Hatta bugün maviADA'nın yazarlarının her yeni kitap yapışında benden yardım istiyorlar diye sanmam ve kendimi sorumlu hissetmem de bundandır. Dedim ya ben iflah olmaz bir romantiğim.


Sonra dergi yapmaya başladık. Bu daha canlı, kitaba göre anında yanıt alınabilen bir alan olduğundan daha da heyecanlıydı. Ne var ki kendi özelliklerinden "okura" yani paraya duyduğu ihtiyaç daha netti. "Dergi istiyorsanız, iyi yazmanız yetmez, parayı bulacaksınız," der gibiydi.

Akletmemiz zor olmadı. İç çamaşırı satacak halimiz yoktu ama, bilgimiz, kültürümüz ve kitaplarımız vardı, onları satacak, para bulacak, sonra dergi yapacak, ama sonuçta gene parasız kalacaktık. Ne ütopyaymış di'mi ?


O zamanlar yöneti kadrosunda kitapları olan bir bendim dergide, ötekilerin de olsun diye çırpınıyordum ama kitap denilince hemen olmuyordu.

İstanbul'a, Yalova'ya, İzmir'e, Çanakkale'ye... velhasıl gitmediğim yer kalmadı o meçhul okuru bulmak için. Para kazanmadık mı? Kuşkusuz evet, ama bunu yapan bir ben, gittiğim yerler de uzak, masraflı olunca sermayeyi her seferinde kediye yükleyip dönüyordum. Olsun namımız artıyordu. Yazarlar için de nam ne kadar önemlidir bilen bilir.


Hala çıkış yolunu arıyorum. Bulsam belki yeniden yazmaya şevkle sarılacağım.


Fikret KUŞÇUOĞLU bu anlamda dikkatimi çekti. İyi bir örnek olabilirdi OKUR YARATMAK konusunda.

Okuyunca iyi de bu yazar da yazmakla, kitap üretmekle kalmamış, bilfiil onu okurun ayağına götürüyor, bu iyi örnek değil diyenleriniz çıkacaktır.

O zaman baştan almalı dersi:


Bu ülke bize, öz çocuklarına bir şey öğretti.

Ne kadar yetkin ve donanımlı olursak olalım, ürettiğimiz ne kadar eşsiz ve değerli olursa olsun, şımarmayalım diye, asla bize ödül verilmeyecek, zor koşullarda yaşamayı öğrenelim diye de kimse bizim altınımız bile olsa satın almayacak ve biz mezarda bile geçimimizi, ekmeğimizi çıkarmak için uğraşacaktık. Yani haram kursağımızdan geçmeyecekti. Bu da bizi mezarda bile onurlu, gururlu, ama hareketli yani etken yaşamaya mecbur edecekti. İşte sağlıklı yaşamak ve ahret buydu.


Çevremizde mangırlarını altın diye satan, her yaptığı alkışlanan, her ürettiği satın alınan, cahil cühela ama mahkemeye kadı, liyakatsiz ama medreseye hoca olan sağdan soldan o kadar insan var diyorsanız, o onlara bir kıyak değildi, belalarını erkeninden bulmaları için Tanrı tarafından verilmiş, uygulaması bize düşmüş bir cezaydı. Şimdiki gösterişlerine bakma, derler ya ; zulmün artsın, işte bu yüzden: Zulmün artacak, sen iyice kuduracaksın, Allah bile sana kızacak, belanı da verecek...


Siz siz olun peşin yargıya kapılmayın, önce okuyun.

*

-Fikret KUŞÇUOĞLU, her yaştan okura seslenen kitaplarını imzalarken-


Sizi yaz boyu burada deniz kıyısındaki küçük tezgâhınızın başında gördüm. Arkanızda dünyanın en güzel manzaralarından birkaçı, Marmara Denizi, Adalar, İstanbul silueti olsa da onlara sırtınızı dönüp küçük tezgâhınızı dolduran kitapları elden geçirirken önünüzden biri, herhalde potansiyel bir okur geçerse mırıldanarak, konuşur gibi “Ben yazdım” diyordunuz.

Oltaya çağrı gibi…

İşe yaradığını gördüm bizzat. Size ve kitaplarınıza yakalandım. İyi ki de yakalanmışım.

Sizi öyle tanıdım.

Böylece on kitaplı, birçok ödüllü, şiirleri bestelenmiş bir şair ve uzun yıllar okul müdürlüğü yapmış bir eğitimci olduğunuzu, yılın yarısını karşıda, İstanbul’da yarısını da Yalova’da geçirdiğinizi öğrendim. Karşılıklı kitap ve dergi alışverişi yaptığımız zamanlarda okurlarınızla diyaloglarınıza tanık oldum. Her akşam gelip geçerken tezgâhınızdaki kitapların azalışını takdirle izledim.

En güzeli ilerleyen yaşınıza karşın işlek bir zeka, gurur ve kibirden arınık olaylara uyum yeteneği, doğru yerde inisiyatif alabilme özelliği, düzgün bir biçimde kendini ifade edebilme becerisi… Bu özellikler belki iyi şairlik için gerekmiyordu, ama ikimizin bu söyleşiyi sağlıklı biçimde yapabilmesi için çok gerekliydi ve daha önemlisi bu satış işinde başarının, yani esnaflığın olmazsa olmazı da herhalde bunlardı.

Evet, kitabın okunmadığı, hele şiirin gençleri içki ve uyuşturucuya alıştırdığı en yetkili ağızlarca savlandığı bir ülkenin bir kıyı şehrinde bütün varsayımları altüst edip inadına siz başarıyordunuz.

Sırrını merak ettim.

Bunlar benim şahsi izlenimlerim.


Gerçeği ben ve okurlarım, daha önemlisi kitaplarının satmayışından, dolaysıyla okura ulaşamamaktan yakınan maviADA yazarları, sizden öğrenecekler. Belki de hepimize bu yönlü çok yardımınız da olacak.

Şimdiden teşekkürler.


Şenol YAZICI

*

Şenol YAZICI: Kimdir Fikret KUŞÇUOĞLU? Nerede doğdunuz, çocukluğunuz, eğitim hayatınız, çalışma hayatınız nerelerde geçti? Yazar olmak düşüncesi sizde nasıl gelişti? İlk yazı deneyimleriniz? İlk kitaplarınızı nasıl yaptınız?

Fikret KUŞÇUOĞLU: Merhabalar Şenol Bey, belleğinizde bir etki alanı oluşturarak beni izlediğiniz, benimle söyleşi yapmaya karar verdiğiniz ve hakkımdaki beni onurlandıran tahliliniz için teşekkür ediyorum.


1948 yılında Adıyaman İli Besni İlçesinde doğdum. Çocukluğumda, mahallemiz ve ilçemizle sınırlı küçücük bir dünyamız vardı. Gerçi o yıllarda herkesin dünyası küçücüktü, yeni yerleri görme, gezme gibi olanaklarımız yoktu. Bunları söylerken aklıma Yusuf öğretmenim geliverdi birden.

İlkokulda, Yusuf öğretmenim denizlerimizi anlatıyordu, ’’çocuklar kimler denizi gördü’’ sorusunu sorunca sınıfımızdan tek bir parmak kalkmamıştı. ‘’Gözlerinizi kapatın, çok büyük ve derin bir su düşünün, orası denizdir’’ demişti.


İlköğrenimimi Besni’de, orta öğrenimimi Adıyaman Lisesinde tamamladım. 1967 yılında Erzurum Eğitim Ens. Edebiyat Bölümünden mezun oldum. Daha sonra lisans tamamladım. İlk görev yerim İslahiye Ortaokulu Edebiyat gurubu öğretmenliğiydi.


Söyleşimizi destekleyici olduğu için ilk görev yerimle ilgili birkaç söz etmek isterim. Öğrencilik hayatımdaki sıkıntıları, imkânsızlıkları bir tarafa bırakmış, yeni bir hayata başlamıştım. İslahiye’nin gençleriyle kısa zamanda içli dışlı olmuş, ben onlardan, onlar da sanki benden biriydi. Gençler geceleri lokantaya takılıyorlar, içiyorlar, insanın içini karartan uzun yanık havalar dinliyor, ah vah çekiyorlardı. İçlerinde benim yaşlarımda Sarhoş Mehmet adında biri vardı, bana Kemalettin Kamu’nun Bingöl Çobanları’nı nerden bulabileceğini sordu, anladım ki gençlerde şiir merakı vardı. Konuştuk, anlaştık, akşamları benim bekâr evinde toplanmaya karar verdik. Toplantıda herkes bir yerlerden bulduğu şiirleri okuyordu, içki masalarından kalkmış, Mehmet Akifleri, Yahya Kemalleri, Bedri Rahmileri konuşur olmuştuk.


İslahiye’den sonra Şarkikaraağaç Lisesi Edebiyat öğretmeni, Gaziantep Gazi Ortaokulu Türkçe öğretmeni ve müdür yardımcısı olarak görev yaptım. Yolumuz İstanbul’a düştü. Halkalı Ortaokulu Türkçe öğretmeni, Küçükçekmece Lisesi Edebiyat öğretmeni, Fatih Kız Lisesi Edebiyat öğretmeni, Özel Eseyan Ermeni Kız Lisesi Edebiyat öğretmeni olarak çalışma hayatıma devam ettim. 1980 yılında Küçükçekmece İlçesi Kumsal Ortaokulu’na okul müdürü olarak atandım. Kumsal Ortaokulu adeta 2. Yuvam oldu, aynı okulda 27 yıl görev yaptım, öğrencilerimin çocuklarını okuttum, mutlu huzur dolu bir eğitim öğretim ve yöneticilik hayatım oldu.


Yazar olma düşüncesine gelince, aklımda böyle bir düşüncem yoktu, anlık olaylar beni buralara sürükledi, sohbetimiz okunduğunda yazar olma düşüncemin olup olmadığı daha net anlaşılmış olacaktır.

İlk yazı deneyimlerim İslahiye Ortaokulunda görev yaptığım yıllarda başladı. İlçede bir gazete çıkıyordu. Bu gazetede neden benim de bir yazım olmasın dedim, sorumlu müdürüyle konuştum, yazılarımı beğendiler, İslâhiye’nin Sesi Gazetesinde edebiyat köşesinde, haftada bir yazılarım çıkmaya başladı. O gazetelerden birkaçı şu an arşivimdedir, zira ben geçmişime çok bağlı bir insanım, rahmetli babacığımın yazdığı 1971 tarihli mektuplar, tanışma ve nişanlılık döneminde eşime yazdığım aşk mektupları muhafaza altında bulunmaktadır.


‘’İlk kitaplarınızı nasıl yaptınız’’ sorusuna gelince, lise yıllarından beri yazdığım şiirlerim vardı, dost meclislerinde okurdum, öğretmen arkadaşlarım bu yönümü biliyorlar ve beğeniyorlardı. Okulumuzun Türkçe öğretmeni Fikrîye Hanımın, büyük kızım Selvihan’ın ve sınıf öğretmeni olan Serpil öğretmenin, eşimin ‘’Kitap çıkaralım,’’ ısrarıyla, ARAYIŞ eserimi hayata geçirmiş olduk, yıl 1998.


-Fikret KUŞÇUOĞLU ve eşi sahilde kitaplarının başında-


Çeşitli gazete dergi ve antolojilerde şiirlerim yayınlanmaya başladı. Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Ansiklopedisinde biyografime yer verildi. On yıl süreyle şairler kadrosunda yer aldığım, Size sanat edebiyat dergisinin 2001 yılı Mayıs sayısında şair/ yazar Ferit Ragıp Tuncor’un kaleminden edebiyat dünyasına tanıtıldım. Arayış’ı, İzi Kalacak, Çiçek Açtı Şiirler, Düşlerimi Aşkın Yordu, Sevginin Adı Şiir, Sonbahar Yüzlüm, Umuda Yelken Açtık, Günaydın Şiir, İçimdeki Fırtına, Gülümse Çocuk’’ eserlerim takip etti.

Şenol YAZICI: Sanat ve şiir anlayışınız nedir? Kendinize idol aldığınız yazar ve şairler var mı?

Fikret KUŞCUOĞLU: Sanat ve Şiir Anlayışım: Yaptığımız işin en iyisini yapmak zorundayız, şiirse şiir, romansa roman en kalitelisini yazmak zorundayız. Bu gün sadece iki edebiyat portalından söz edeceğim, 'Antoloji Com'da 54.000, Şiir Defterinde 102 .000 şair yazar kayıtlı. Bu kadar şair yazar Çin'e bile çok değil mi.


'Şiir okunmuyor,' diyorlar, siz okuyucu profilini bilmezseniz, şiirde zorlama yaparsanız, Ali’nin altına Veli’yi, onun altına deliyi yazarsanız elbette okunmaz. Şiirde tek düzelilik olmaz, tema değişiklikleri ve zenginlikleri olmalıdır. Sadece serbest ölçü, sadece aruz, sadece hece ölçüsüyle yol alınmamalı, yani okuyucuyu sıkmamalıdır. Şair gündemin içinde olmalı, bir siyasi akımın temsilcisi olmamalıdır. Kendime idol aldığım yazar ve şairler. Adıyaman Lisesinde öğrenciyken Davut Sulari’yi, Erzurum’da da Aşık Veysel’i, Aşık Talibi Coşkun’u dinledim. Şiirlerimdeki halk şiiri esintileri, bu ustalarımın yansımalarıdır derim. Bekir Sıtkı Erdoğan’ın şiirleri hep ezberimdeydi, bu şiirler coştururdu yüreğimi, şiirlerimdeki Çağdaş Türk Edebiyatı yansımaları da değerli hocamızdan kaynaklanmaktadır. (İstanbul’da, birçok şiir dinletisi platformunda saygıdeğer Bekir Sıtkı Erdoğan hocamla birlikte olmamın onurunu yaşamışımdır )

Yahya Kemal’in şiirlerinden, akıcı üslubundan, şiirlerinin içine gizlediği, şiiri şiir yapan musikisinden çok etkilenmişimdir.

Şenol YAZICI: Gördüğüm kadarıyla şiirlerinizde gündemi takip önemli bir yan: Özgecan’dan Aybike öğretmene, İstanbul’un revaçta semtlerinden, torun Kaya Alp ve Defne'den, yurtlarda yanan çocuklardan, köy ebelerinden, madencilere değin her konu var. Kuşkusuz evrensel insan paydamız olan aşk da… Yani Orhan Veli de olduğu gibi gündelik yaşam şiirinize girmiş, denilebilir, sizinkinde tek fark ölçülü ve uyaklı olması. Bu konuda neler söyleyeceksiniz.

Fikret KUŞCUOĞLU: Şairin Ülke gündemini özellikle takip etmesi gerektiğine inanıyorum. 301 Madenci şehit olmuşsa maden ocağındaki ihmali dillendirmek zorundayım. Çerkezköy kaymakamı denetim sırasında ayağa kalkmayan vatandaşımıza ‘’İndir şu arka ayaklarını, ’’ diye hakaret etmişse ‘’Kalbimizi Kırdın Sayın Kaymakam ’’ şiirimi yazmak bir vicdan borcumdur. Birileri Atatürk’e hakaret etmişse, ‘’Taş Düşsün Başına Atatürk Kadar, ’’ şiirimle bu yobazlara cevap vermek vatandaşlık görevimdir. Bir vekil ‘’ Ben onun ayakkabılarını yalarım,’’ dediyse, 'Ayakkabı Yalama' şiirimi yazmak, öğretmeni sınıftan kovan kaymakama, 'Öğretmeni Dersten Kovmuş Kaymakam' şiirimle haddini bildirmek, deprem çadırları satılmışsa bunu hicvetmek bir sanatçının asli görevi olsa gerek. Madendeki ihmali seslendirmem, valinin hoyratça kullandığı üslubunu eleştirmem, öğretmeni dersten kovan kaymakamı kınamam, yalakalığı ayıplamam değil bir sanatçının, sıra bir vatandaşın bile yapması yazması gereken konular değil mi?


Aşka gelince elbette başat konumuz. Kültür Bakanlığınca satın alınan Gülümse Çocuk kitabımı incelerseniz görülecektir, o kitabı sadece çocuklara, eğitim öğretim konularına ayırdığım için kitapta aşka yer vermedim. Oysa aşk, hayatın olmazsa olmazıdır bence. ‘’Düşlerimi Aşkın Yordu ‘’ kitabımı sadece aşk konusuna ayırmıştım, bu kitaptan 15 şiirim TSM makamlarında bestelenmiştir.

Serbest ve hece ölçüsüyle yazar, her ikisini de kullanırım, Otuz kadar aruz ölçüsüyle yazdığım şiirim de bulunmaktadır. Önemli olan şiiri nesir haline getirmemek, imgeleri, içeriğindeki musikiyi yok etmemek, sürükleyici bir üslup kullanmaktır.


Şenol YAZICI: Artık ülkemizde hem ulusal, hem de uluslararası yayın tekelleri var. Yazarlar, yazmaktan daha çok kitaplarını okura ulaştıramamaktan şikayetçidir. Siz yazdıklarınızı, kitaplarınızı okurlara nasıl ulaştırıyorsunuz?

Fikret KUŞÇUOĞLU: Kitaplarımı yayınevleri satıyor, bu şekilde ulaşıyorum okurlarıma. Bireysel siparişler olursa, ben karşılıyorum. Okullarda yıllarca şiir dinletileri sundum, öğrencilere şiir sunumlarımla ulaşıyorum. Ayrıca İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğünün Avcılar İlçesi temsilcisi olarak ‘’YAZARLAR OKULLARDA’’ projesine katıldım, böylece 500 kitabım da okuyucuyla buluşmuş oluverdi.

Şenol YAZICI: Okurlarınızın belki de sizinle ve şiirlerinizle ilk kez karşılaştığını düşünürsek tanınmadığınız bir yerde bu satış başarısını neye borçlu olduğunuzu düşünüyorsunuz?


Fikret KUŞÇUOĞLU: Evet, buna satış başarısı diyelim mi, demeyelim mi, cevabını sizlere bırakıyorum. Çiftlikköy Sahilinde 45 gün süreyle akşamları 20/23 saatleri arasında eşimle birlikte kitap tezgâhımızın başındaydık. İlk gün 7 tane kitap satışımız oldu, moralimizi bozmadık, bu işin olacağı düşüncesini hep canlı tuttuk. 29 Ağustos dâhil, toplamda 962 kitap satışımız oldu, 30 Ağustos’ta Sahil’e veda ediyorum. *

Diyelim ki bu bir satış başarısı. Bunu neye borçluyum. Öncelikle beni yalnız bırakmayan, beni her koşulda destekleyen değerli eşime borçluyum. Yani sizi bir destekleyeniniz olmalı diyorum. Okuyucu psikolojisini iyi tahlil etmeme borçluyum, diksiyonuma, şiir yorumcusu olmama borçluyum.


Şenol YAZICI: Siz de onları tanımadığınıza göre okur olabileceklerini, kitaba yakın durduklarını nasıl anlıyor ve o öngörüyle “Bunları ben yazdım,” diye mırıldanıyordunuz?

Fikret KUŞÇUOĞLU: Bazen mırıldanıyor, bazen coşuyordum, yüksek sesle şiirler okuyordum, şiir bitiminde alkışlanıyordum. Bir hanımefendi, ‘’kitap almayacaktım, çok güzel şiir okudunuz, gittim, fazla uzaklaşmadan döndüm ve kitabınızı almaya karar verdim,’’ dedi. Bir başka hanımefendi’: "Üç günden beri ben yazdım, bu kitapları ben yazdım diye bağırıyorsun, ver bakım bir tane, ne yazmışsınız bir bakayım,’’ dedi. Kitap tezgâhıma gelenlere sürekli olarak, kitaplarımı alın demiyorum, inceleyiniz diyorum, telkininde bulunuyordum, içeriği hakkında bilgilendiriyordum. Benimle diyaloğa girenler birkaç kişiyi istisna edersek mutlaka kitap alıyorlardı.


Şenol YAZICI: Bu girişimcilik kadar medeni cesaret de isteyen bir iş? Böyle bir deneyiminiz daha önceden var mıydı? Nasıl aklınıza geldi? Belediyeden izin nasıl aldınız?

Fikret KUŞÇUOĞLU: Yaşam boyu satış yapma gibi bir deneyim olmamıştı. İlk günümde hayal ettiğimin çok çok altında 7 adet kitap satışım oldu. Bu yedi kitabımdan alanlardan biri de az ötemdeki mısırcıya yardım eden gözlük camları kalın takriben kırk yaşlarında bir beyefendiydi. İki kitabımı aldı, her ne kadar ‘’hediyem olsun’’ dediysem de kabul etmedi, bana yapacağı ödeme belki de yevmiyesinin tamamıydı, içim acıdı ama böylesi nefsi tok, günlük gelirini kitaba yatırım olarak yönlendiren kişileri gördükçe, canlı tutmak istediğim okuma umutlarım da artmış oluyordu. Hele hele beyefendinin ‘’emeğe saygı’’ cevabı beni derinden etkilemişti.


Zabıta gelir endişem hiç olmadı. ‘’Bir öğrencim beni görür’’ kuşkusunu hiç taşımadım, zira yaptığım iş bir kültür hizmetiydi, tam aksine keşke öğrencilerimle karşılaşsam diyordum, o da oldu. Bir hanımefendi kitabımı inceledikten sonra ‘’siz Fatih Kız Lisesinde çalıştınız mı ‘’sorusunu yöneltti, evet deyince, siz benim öğretmenimsiniz dedi, her ikimiz de çok mutlu olmuştuk.


Eşim hem dün, hem de bugün hep yanımdaydı. Tezgâhımda yazmış olduğum on kitabımdan beş çeşidi mevcuttu, kendisi okuyucularımla iletişim kuruyor, kitaplarım hakkında bilgiler veriyordu. Biz ayrılmaz ikiliydik, bu proje zaten eşimin eseriydi, eşim destek ve umut vermese kesinlikle başaramazdım.


İlk işim Belediyeye gitmek oldu. Önce danışmaya başvurdum, amacımı anlattım, bunun için Mayıs ayı gibi bir zamanda dilekçe vermem gerektiğini, talep ettiğim yerlerin ücretle kiralandığını, bu işlere de Zabıta Müdürlüğünün baktığını söyledi. Umudumu kaybetmedim, belki bir çaresi bulunur düşüncesiyle Zabıta Müdürlüğüne yöneldim. Kendimi tanıttım, projemi anlattım, yanımda getirdiğim 5 çeşit kitabımı takdim ettim. ‘’Siz bir kültür hizmeti sunmak istiyorsunuz, böyle bir istekle ilk kez karşılaşıyoruz, talep ettiğiniz kapalı mekânımız yoktur, sizi Sahilde uygun bir alana yerleştirir, işgaliye parası da almayız’’ dediler. Zabıta müdürü ve yardımcısı tarafından çok iyi karşılanmıştım. Kısacası insanlık ölmemiş, emekliye saygı bitmemiş dedirttiler bana. Elbette bu güzelliğin altında şaire yani sanat ve sanatçıya saygı, öğretmene hürmet kavramları yatıyordu.


Şu bir gerçek; aynı çalışmayı İstanbul’da yapamazdım. Araç park sorunu, gidiş dönüş çok yıpratıcı olacağından dolayı hiç düşünemem, asla yapamam.

Şenol YAZICI: maviADAlı yazar ve şairlere okura ulaşmak yönünden neler öğütlersiniz?

Fikret KUŞÇUOĞLU: Yazanlara yaptığınız işin en iyisini yapınız derim. Siz sahaya inmişseniz, her türlü eleştiri sizi bekliyor, bunlara hazır olacaksınız. Okurun biri, 'Kitabınızda Atatürk yoksa alırım, ben Atatürk’ü sevmiyorum,' dedi. Nedenini sordum ısrarla. ‘’Ezanı Türkçe okuttu ‘’ dedi. Ben de ona, bu düşüncenizi açıklayabilmenizi bile Atatürk’e borçlusunuz, dedikten sonra sohbete başladık, bu diyalogdan sonra 2 adet kitabımı satın aldı, güler yüzle yanımdan ayrıldı.

-Son kitabı GÜLÜMSE ÇOCUK-

Okuyucuyla bir gönül bağı kurmak zorundasınız, benden kitap alanlar tezgâhım önünden geçerken hal hatır soruyor, eşim yanımda yoksa, merak ediyor, soruyor, kurulan bu gönül bağından dolayı, ben de okuyucularım da ziyadesiyle mutlu oluyoruz.


Benimle bu söyleşiyi yaptığınız için size ve MaviADA okuyucularına en kalbi teşekkürlerimi iletiyor, Yalovalı okurlarıma iyi ki varsınız diyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum.


125 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page