top of page
1/2

MESUT KARA

 

Yusuf AKSOY

*

“Bu nasıl gitmedir

ardına bakmadan

ıssız sokaklara sırtını dönerek

gezinirken tek başına” (1)

 

Yönetmen, senarist ve sinema yazarı Mesut Kara (29 Ocak 1961 - 14 Nisan 2024), geçen günlerde kalp rahatsızlığının nüksetmesi nedeniyle kaldırıldığı Söke Devlet Hastanesi’nde 14 Nisan 2024 tarihinde 63 yaşında yaşamını yitirdi. Yaşamı boyunca "herkes için iyi bir hayat" prensibi ile yaşayıp üreten Mesut Kara artık yapıtları ve anılarıyla yaşayacaktır. 15 yıldır Evrensel gazetesinde de yazan Mesut Kara ile 5 Kasım 2022 tarihinde Evrensel gazetesinden Kadir İncesu’nun yaptığı söyleşiyi aşağıda paylaşıyorum.

 

MESUT KARA İLE SÖYLEŞİ: "SEÇTİĞİM GİBİ YAŞAMAYI BAŞARDIM"

/ Kadir İncesu

Mesut Kara’nın anlattığı her ne kadar kendi öyküsü gibi görülse de bir nevi İstanbul’un öyküsüdür. İstanbul bir yaşam demektir, hayalden öte… Hep peşine düşülen, aranılan, özlenen… Sosyal, ekonomik, siyasal konular başta olmak üzere hayatın her anına denk düşecek bütün olguların gerçek sahnesidir. Kurmaca değildir, hiçbir zaman da sufle verilmez. Yaşanır ve geçer, tekrar edilmesi mümkün değildir. Yarattığı duygu her ne olursa olsun kalıcıdır. Her kişi de kendi rolünü oynar, bir sonraki adımının ne olduğunu bilemeden…

Sinemamızın ve kültür sanat dünyamızın değeri pek de bilinmeyen isimlerine kitaplarıyla, yazılarıyla, belgeselleriyle ışık tutan Gazeteci-Yazar Mesut Kara bu kez kendi yaşamının ağırlıklı olarak İstanbul’daki izlerinin peşine düştüğü Klaros Yayınları tarafından yayımlanan “Bir Uyumsuzun Hatıra Defteri” ile çıktı edebiyatseverlerin karşısına…Ön sözde, “…İçi boş arabesk bir ‘nostalji edebiyatı’ tutturmak, geçmişi kutsamak ya da inkar etmek yerine; geçmiş bilinciyle, bugünün dünyasına geçmişin olumlu değerlerini aktarmalıyız,” diyen Kara’nın bu düşüncesinin, bugüne kadar ortaya koyduğu çalışmalarının özünü oluşturduğunu söyleyebiliriz. Kara, bir kenti, mahalleyi, sokağı anlamak, tanımak için de çoğu kez bir yaşam harcamak gerektiğine dikkat çekiyor. Yazının peşinde geçen koca bir ömrün kitabı üzerine konuştuk Kara ile…

Sinemamız için bunca çalışma yapmayı göze aldıran soru neydi kendine sorduğun?

“Vefa sadece bir semt adı mı olmalıydı?” soru bu. Doğup büyüdüğüm Kartal, yazlık-kışlık salonlarıyla bir sinema cenneti gibiydi. O salonlarda sayısız film izleyerek geçti çocukluğum. İzlediğim filmlerde unutulmaz oyuncular tanıdım. Çocukluk yıllarımdan bu yana beyazperdede izlediğim filmlerden tanıdığım, sevdiğim, mahalle komşularımız gibi yakın bulduğum unutulmayan oyuncuların sinemadan ya da hayattan koptuktan sonra unutulup gitmeleri, salondan çıktıktan sonra “Ne yapıyorlar, neredeler, hayattalar mı gibi sorularla evlerimize dağılmamız o yıllardan bu yana içimde bir sızıydı, hep bu vefa borcuyla yaşadım. Yaşam öykülerini, sinema serüvenlerinin izini sürme düşüncesi o günlerde oluşmuştu.

İlk yazma denemeleri ne zaman başladı?

Lise yıllarında başlamıştı yazma sürecim. Kendimce -şiir olmayan- şiirler, öykü denemeleri, roman başlangıçları yazmaya çalışıyordum. Yitik adlı öyküm 1985 yılında Gökyüzü adlı dergide yayımlanmıştı. O günden bu yana, yazmayı, dergilerde, gazetelerde yayımlamayı sürdürüyorum.

Yayımlanan ilk yazılarım “kendine sürgün insanlar” dediğim kendi reddedişleriyle hayatın dışında kalmış ya da hayatın dışladığı insanlarla yaptığım söyleşilerdi. Türkiye’nin ilk Sürrealist Ressamı Cihat Özegemen, Akordeoncu Madam Anahit, eşi alzaymır olan, evden çıkan ve bir daha dönmeyen, zamanında Safiye Ayla’nın arkasında kanun çalan, şarkılar söyleyen, yaşlılık döneminde de Musevi mezarlığında ölüleri yıkayan Rafael Kordevaro bu söyleşilerden, yayımlanan yazılardan bazılarıydı.

2000 yılında grafik tasarım alanında başarılı olan arkadaşım Halil Barutçu’yla birlikte UÇ adında bir edebiyat dergisi çıkardık. Öncesinde de bazı dergileri çıkaran kadrolar içinde yer almıştı.

Yazın yaşamın sinemaya nasıl yöneldi? Amacın neydi?

’90’larda Beyoğlu bizler için yaşama-buluşma merkezine dönüşmüştü. Beyoğlu, benim için aynı zamanda sinema demekti ve kendimi ‘Yeşilçam sokaklarında, mekanlarında buldum. Bir yandan yazı yazmayı, yayımlamayı sürdürdüğüm zamanlardı. O çocukluğumda içimde yer eden sinema emekçilerine, unutamadığım sinemacılara duyduğum, bir borç gibi algıladığım vefa duygusu canlandı. Böylece yazma, okuma, araştırma alanım sinemaya, Yeşilçam’a yöneldi. Daha çok yan rollerde oynayan, bazılarının adlarının jeneriklerde, afişlerde yer almadığı oyunculara yer verdiğim ilk kitabım ‘Artizler Kahvesi’ için bir vefa borcu diyebilirim. Sonrası geldi.

Kitaplarının, sinemamızla ilgili bugüne kadar yapılan diğer çalışmalardan nasıl bir farkı var?

Öncülüm olan ustalar Nijat Özön, Giovanni Scognamillo, Agâh Özgüç, Burçak Evren, Rekin Teksoy ağırlıklı olarak Türk sinema tarihi kitapları yayımlamışlardı. Agâh Özgüç, ’60’lı yılların başından itibaren yaşadığı her döneme tanıklık etmiş, kayıt tutmuş, belge biriktirmişti. Bu kayıtlarla, belgelerle ‘Türk Filmleri Sözlüğü’ gibi 4 ciltlik çok önemli bir çalışma yaptı, yapımcılar, yönetmenler sözlükleri hazırladı.

Ben daha çok oyuncular, yönetmenler üzerinden yaptım çalışmalarımı. Öncüllerimin yazı alanlarından kendi dilim ve üslubumla farklı bir alan oluşturdum. Benim örnek aldığım, söyleşi geleneğinin ustalarından, yazılarını, söyleşilerini Ses dergisinde okuduğum Sezai Solelli diyebilirim; söyleşi geleneğini sürdürdüm, sözlü tarih çalışmaları yaptım.

Kitabınız, otobiyografik bir anlatı. Geri planda, hatta anlatılanın tam içinde sinemanın olması dikkat çekiyor. Çok mu sevdin sinemayı, Yeşilçam’ı?

’80’lerden bu yana her şey değişti ve bu değişimi en iyi Yeşilçam filmlerinden görebiliyoruz. Geçmiş yıllarda var olan güzellikler, değerler yok olmuş, yerini başka değerler almıştı. Bunları, o filmlerden görüp ayırdına varabiliyoruz. Örneğin insanlar, Memduh Ün’ün ‘Üç Arkadaş’ filminde izlediği, çocukluğunda yaşadığı sevgi, dostluk ve dayanışma ruhunu, bugünün dünyasında bulamıyor. Bu farklılaşmayı, değişimi Tunç Başaran’ın ‘Piano Piano Bacaksız’ filminde de iliklerimize kadar irkilerek izliyoruz. Bu filmde değişim şu cümlelerle ne güzel anlatılıyordu: “Biz eskiden de açtık, ama açlığı da adam gibi yaşıyorduk.”

Dünyanın bütün sinemalarında olduğu gibi Yeşilçam’da da iki damar vardı. Biri egemen ideolojiyi sürdüren, uyuşturucu işlevi gören ticari damar, diğeri de Metin Erksan, Lütfi Ö. Akad, Yılmaz Güney, Halit Refiğ, Memduh Ün, gibi yönetmenlerin, Vedat Türkali gibi senaryolar yazan edebiyatçıların var etmeye çalıştığı damar. Bu ikinci damar ne yazık ki, aydınlardan da izleyiciden de gerekli desteği göremedi.

Tüm bu olumsuzluklara, birinci damarın ürettiği ticari sinemaya yönelik zaman zaman ağır eleştirilerime karşın yaşanan eksiklikleri, olumsuzlukları, aydın desteğinin olmaması gibi ‘durumları’ da bilerek kendini sinema emekçilerinin çabalarıyla yoktan var eden Yeşilçam’ı sevdim.

Seçtiği hayatı yaşayan Mesut Kara, şu an olduğu noktadan bir değerlendirme yaptığında nasıl bir sonuçla karşılaşıyor?

Kitaplığı, kütüphanesi olmayan bir evde doğmuştum. Babamın getirdiği tanışıyor olduğu Ümit Yaşar Oğuzcan kitapları, şiirleri ve amcamın aldığı Yaşar Kemal, Erol Toy romanları okuyarak başladım edebi metinler okumaya, ortaokulda çok sayıda kitabı olan bir kitaplığım oluşmuştu. Yazma çabam da o yıllarda başlamıştı. Kimseye yaslanmadan kendi çabalarıyla kendini yaratan, var eden, seçtiği gibi yaşayan biri olmayı istedim. Bedeli ağır olsa da seçtiğim gibi yaşamayı başardım diyebilirim.

Mesut Kara hâlâ ‘Mülksüz ve Çıplak’ mı?

Seçtiği yaşam biçiminin, duruşunun, reddederek yaşamayı seçişinin sonucu farklı olamazdı. Evet Mesut Kara hâlâ Mülksüz ve Çıplak. Çıplaklığı olduğu gibi görünmek, göründüğü gibi olmak, düşündüğü, gelecek ütopyasında düşlediği, önerdiği gibi yaşamak anlamında kullanıyorum tabii ki. Mülksüzlük meselesi de reddederek yaşamasaydım yazlık-kışlık evim, iyi bir arabam, başka mülklerim de olurdu sanırım. Şimdi engelli olduğum için tekerlekli sandalye niyetine ya da markete, pazara, alışverişe kullandığım 3-5 sene önce beş bin liraya aldığım emektar bir arabam var, bozulsa tamir ettirecek param yok, evim yok. Kış sonu kirada oturduğum evi boşaltmak zorundayım, bütçeme uygun kiralık ev bulamıyorum aylardır.

(5 Kasım 2022)

(1)   Yalnız Kalan

Yusuf Aksoy


Derleme: Yusuf Aksoy

Kaynak: İnternet


 

 

 

40 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/669
bottom of page