MART GÜNLÜKLERİ
top of page

MART GÜNLÜKLERİ

Güncelleme tarihi: 26 Mar


18 Mart 2024


Mart "Martlığını" Yapar


Çimenlere bakarsan; hala çıplak yaprak yoksulu ağaçlar da olmasa, haziran artığı bir yaz sanırsın.

Yola çıktığımda çakır bir güneş vardı.

Birkaç günde doğa, çılgın bir telaşla bu erken gelen güne ayak uydurmaya çalışmış, dağ taş çiçek kesmişti. Arabanın içinde yansıyan ışıkla bir seradaymış gibi terliyordum.

Düşünsenize, ne güzel olurdu, her dem mavi bir göl kıyısında çay içmek... Daha düne kadar zemheriydi ve hayali cihana değerdi. Bugünse mümkün görünüyordu, Mart azizliği de, güzelliği de... Şansım varsa sazların arasında balık avlayan bir balıkçıyı da görür, belki közde pişirecek sazan ve karides de bulurdum.


Sağolsun hükümetin aldığı ekonomik tedbirler nedeniyle bu eylemler bizim için bir lüks, bedeli ağır bir kefaretle ödenecek oruç gibi olmuştu, ama ayda yılda bir kez... göze alacaktım.

İznik'e giden yola saptım.

Volkanik gölün yamaçları, dağların doruklarına değin zeytinle kadife bir duvar gibi sıvanmıştı. Uzaktan suyu hiç gediksiz, yekpare, çepeçevre dolanan, göze başlangıçta hoş, sonra tekdüzeliğiyle bunaltıcı gelen bir yeşil kıyameti... Zeytinlerin arasına rastgele serpilmiş tek tük badem, erik, şeftali ağacının beyaz, mor çiçekleri inanılmaz dinlendirici bir etki yapıyor zeytuni yeşil cehenneminde. Tanrı'nın özel tasarladığı fonuyla her zaman mavi göl, şimdi durgun, samansı bir sarılıkta, ıssız bir ova gibi uzanıyor.


Arabayı park edip inince ürperdim; güneşe karşın çok soğuktu.

Daha masaya oturmamıştım ki iri bir damla yanağımda patladı, ardından bir daha... Birkaç gün öncesine kıyasla, artık bahar diyerek hafiflettiğim giysilerim, ne oluyor, demeye kalmadı, sırılsıklam oldu. Bahçedeki ördekler önde ben arkalarında sobanın yandığı kapalı mekana geçmek için koşturduk.

Az sonra kocaman yayla sobasının arkasında yanan yaş zeytin dalları gibi duman tüterek ısınıyordum.


Fıtratında vardı, Mart "martlığını" yapıyordu.

*

19 Mart 2024


ESKİMEYEN DOST

YALOVA KİTABEVİ


Yalova'ya gelip de Yalova Kitabevi'ne uğramasam olur mu?

Kitabevi binlerce kitabıyla gücenir...

İbrahim TIĞ'ın ŞEHİR dergisine adres orayı vermiştim, almak için gittim. Bana gönderimi geciken dergi nihayet gelmişti.


Biliyor musunuz ben yazar olarak ilk imza günümü Yalova Kitabevinde yaptım, 27 sene önce. Yerel bir matbaada yaptırdığım özensiz baskılı ilk kitabımla hem de... Şimdi düşünüyorum da büyük bir cahil cesareti... Sen küçük bir kentin lisesinde edebiyat öğretmeni ol, bir kitap yaz, yani acemisi olduğun bir alanda bir deneme yap, sonra da vitrine çık sergile, en yüksek sesinle iddia et, ben kitap yazdım diye... İmza günü odur; iddia etmek... Yaa başaramasaydım?..


"YAZMA DEPRESYONU " adlı yazımda anlatmıştım aslında.

Bir ses alamamanın, kimseye ulaşamamanın verdiği öfkeyle; kıskanç, nobran, inceliksiz, hoyrat arkadaşlarımın sallapati çok bilmiş eleştiri ve davranışlarının verdiği kırgınlıkla; yerel siyasetin ve siyasetçilerin kendi siyasetlerine katmak, gazetelerine yazmam için yaptığı baskıların yılgınlığıyla bu kez böyle bir girişimde bulunmuştum. İmza gününü yapar ya kendimi kanıtlar ya da kimse gelmezse yazma defterini kapatırdım bir daha açmamak üzere.

Hesaba katmadığım bir şey vardı, sonradan aklıma gelen; kimse gelmezse o onur kırıklığıyla nasıl yaşayacaktım Yalova'da?


Kitapçıların hepsini tanıyordum ama ben Yalova Kitabevini seçtim. O günlerde yeni yeni tanıştığımız sahibi Mustafa Aydın'a söyledim düşüncemi. Hiç ikiletmedi. Kaygımı da seslendirdim, olumsuz sonuçta ondan da utanmayayım diye. Şimdi düşünüyorum da öyle bir psikoza sokmuşlardı ki beni, kimse gelmesin der gibi yapmışım... Yani bir tür intihar, hem de hiç kurtulma şansı bırakmadan... Öğrencime kitap satmak bana hala ahlaksızca gözükür, o yüzden duyurmadım. En yakın arkadaşlarım değil, ama hiç tanımadıklarım, gazeteden okurlarım, kent emniyet müdürü dahil ne çok insan gelmişti, şaşkınlığımdan ve "galiba ben bu işi becerdim" diyerek hissettiğim memnuniyetimden ıslanan sulu gözlerimi saklamaya uğraşmıştım.


Hep anlatırım ya yaşadıklarımı, çoğu olumsuzdur, ama Mustafa Aydın, bunların arasında başıma gelen en güzel şeylerden ve en uzun ömürlü arkadaşlarımdan biri olacaktır.

Dergiyi yaparken de, o dergiyi yaşatmak için maviADA Kültür Sanat Evi'ne başladığımda da yanımdaydı.

Yani o sadece incelikli bir zevkin tasarladığı büyük şehirlere yakışır bir kafesi de olan bir kitabevi değildir, aynı zamanda çok insan, donanımlı, bir kültür sanat dostunun şenlendirdiği bir olanaktır Yalova için.

Onun birlikteliklerde yarattığı sinerjiyi, olumlu bakışını unutamam.


Geçenlerde ciddi bir rahatsızlık geçirdi. Ameliyat oldu, eskiden bazen yemeklerde, bazen sinemaya giderken bana arkadaşlık ederdi, şimdi etmiyor, bir ironiyle "kaybolurum," deyip geceleri çıkmıyor, ama şakalarını, gülümseyen yüzünü, olumlu bakışını hiç bırakmadı.


Eskimeyen ender dostlarımdandır o.


20 Mart 2024

*

İBRAHİM; BİR KÜÇÜK KARDEŞ...

Yukarda ŞEHİR dergisinden ve sahibi İbrahim TIĞ'dan söz ettim ya, "Şimdi ne alaka?" diyen dikkatli okurlar vardır, haklıdırlar da. Öyle ya Anton CEHOV demez mi: Bir sahnede duvarda asılı duran tüfek, o oyunun bir yerinde mutlaka patlamalıdır.

Türkçesi; gereksiz söz kadar anlatıyı mundar eden başka bir şey yoktur. Aynen katılırım.

İbrahim'in de bu oyunda bir rolü olacak mıydı o zaman?

Kadermiş , hiç ummadığım bu Mart gününde Yalova'da İbrahim Tığ'ı göreceğim varmış.


Sağ olsunlar büyüklerimizin aklıevvel uygulamaları sonucu, şu günlerde Türkiye'de öncelikle ekonomik açıdan yaşanmaz ve zor olduğuna kanaat getiren ben, maviADA'nın basılı çıkmasını isteyen arkadaşlara başka kimi dergileri adres göstermiştim; ŞEHİR bunlardan biriydi.

Öyle ya onca para harca, ömrünü tüket, sonra git "Hayat pahalı değil siz öyle sanıyorsunuz." diyenlerin kargo giderini beş katına çıkardığı PTT'ye bir kitap ederini öde, olacak şey mi, dergiyi kaça satacaksın? Hem onla bitse dergi denilenin derdi... Onun yerine varolan nitelikli bir dergiye yaz, abone ol, katkıda bulun daha iyi değil mi? Sonuçta dergiler yazar çizerin, boy gösterdiği, mihenk taşına vurulduğu sosyalleştiği alanlar değil mi?


Zonguldak DEVREK'te bir yerel gazetenin eki olarak çıkan ŞEHİR, aynı zamanda 1940'larda genç yaşta veremden ölen şair Rüştü Onur'un düşü olarak vücut bulmuş , 20 yıla yakındır yaşamını sürdürüyor. TIĞ' da onun sahibi ve her şeysi! Sağolsun, dergiyi belki 15 yıldır bana gönderirdi, varıp da abone olmayı beceremedim, ama maviADA'da her seferinde yer verdim.


Bilgisayarımı karıştırıyorum, geçmiş maillerimden buluyorum, İbrahim Tığ 2006 yılının Kasımında bir mail göndermiş, dergide yer almak için bir yazı da eklemiş. Dergi o günlerde çok yoğundu, yazılara yer bulamıyor yazarları da küstürüyordum. İbrahim Tığ'ı tanımam da bu güne kaldı.


Felaket bir havayla başladı gün.

Öğleden sonra, dergileri aldım, diye aradığım Tığ, " Ağbi yoldayım, geliyorum" deyince çok şaşırdım. Şaşkınlıkla "Nereye?" derken bir anda onun Yalova'dan bir ev aldığını önceki bir telefon görüşmem sırasında söylediğini anımsadım.


Akşam Özdilek'te yemeğe gittiğimiz Tığ, hem konuşma biçimi, tarzı, üslubu hem de kısaca değindiği yaşam öyküsüyle beni iyice şaşırttı. AnladığımDevrekli olan TIĞ, aslında Diyarbakır mezunu bir mimarmış, ne var ki hiç yapmamış, bir baskı makinesi alıp Devrek Bölge Haber adıyla bir gazete çıkarmış. O arada 1942 yılında 22 yaşında ölen Rüştü Onur adlı Devrekli bir şairi keşfedip, onun çok arzu edip de yapamadığı ŞEHİR adlı dergiyi gazeteye ek olarak çıkarmaya başlamış. RÜŞTÜ ONUR üzerine araştırmalar yapıp kitaplar yazmış, ve Yılmaz Erdoğan, Kıvanç Tatlıtuğ'la "Kelebeğin Rüyasını" çekince edebiyat dünyasınca daha çok tanınan ŞEHİR dergisi başka bir önem kazanmış.

Bu süreçte de birçok irili ufaklı ismi tanıyan Tığ, Bornova günlerimde tanıdığım Mehmet Yaşar Bilen'in de öğrencisi olduğunu gururla söylüyor.

Kıskanıyorum; öyle bir şansım olmadı, tek bir öğrencim, bırak dergi çıkarmayı, çıkardığım dergilere yazan bile olmadı. Düzgün öğretseydin yazarlardı dediğinizi duyuyorum, haklısınız, insan kendinde aramalı. Bunlar işin şakası, gerçeği, öğrencilerim benim kitap yazdığımı, emekli olacağım yıl dışında hiç bilmedi. O sene de dergiye başlamıştım ve yetenekli öğrencilerime birkaç kanat alıştırma sayfası ayırıyordum, her çıkan dergiden de yazan öğrencilere bedava dağıtıyordum.


Yemekten sonra ayrılırken ertesi gün gideceğini söyledi, vedalaşırken onu gördüğümden bu yana kafamda beliren yargı olgunlaşmış olmalı ki ağzımdan dökülüverdi. "Sevimlisin. Nasıl öğrenmişsen küçük kardeşliği güzel öğrenmişsin, ağabeylerin var mı?"

Güldü; " Yok," dedi, "Ablalarım var."


Biri çeviri sekiz kitabını da getiren Tığ'ın bütün kitaplarına merakla hemen göz attım eve gelince. Elbette okuduğum birkaç metinle sınırlı, olgunlaşmış bir edebi eleştiri değil ama gördüğüm şiirde yol almış gibi duran İBRAHİM TIĞ, öykülerini, arkadaşlık da ettiğini söylediği Aziz Nesin izleğinde yazıyor denilebilir...


O yıllarda maviADA'da yazan Livaneli, Can Dündar, Cengiz Aytmatov... gibi popüler ünlülerle daha kolay yol almanın rehavetiyle İbrahim Tığ'ı bir fırsat oluşturduğu halde daha derin tanıyamadığım için şimdi üzüldüm. Gerçi maviADA, nicelerine olanak olmuş, bundan da çok bir fayda görmemişti ama, insandan umut kesilmez ki belki İbrahim Tığ'ın ayağı daha uğurlu gelirdi.


Ölümünden kısa süre önce bir yazısını koymadığım için beni internette linç ettiren Burhan Günel, araya koyduğum kişilerin hatırına benimle Ankara'da görüştüğünde "Hiçbir şey için geç değildir," demişti. Gerçi kısa süre sonra da vefat etmişti, ama dediğim gibi umudu yitirmeyeceksin.


Yeter ki iyi bakalım, iyi düşünelim.

*

21 Mart 2024


Aşık VEYSEL, Karabey AYDOĞAN ve Fadime Yıldırım KAROĞLU


maviADA'nın yazarlarından Fadime Y. KAROĞLU, Yalova Kadın Meclisi başkanı olalı epey zaman oldu. Sosyal medyadan takip ediyordum, güzel etkinlikler yapıyorlardı. Uzun süredir de görüşmemiştik. Tebrik etmek için uğradığımda söz etti Aşık Veysel etkinliğinden.


Karabey AYDOĞAN' adında Bursa'da da öğretmenlik, sonra İstanbul'da belediyede Kent Orkestrası Müdürlüğü yapmış, saz sanatçısı da olan biriymiş programı yapacakları kişi. Tanıyıp tanımadığımı sordu. Tanımıyordum. Davet etti, ama çok da istekli değildim, teşekkür edip ayrıldım.

Fuat Özgen'le buluştuğumda aynı etkinliği sordu bana. İçim bir hoş oldu:

Bir zamanlar hiç tanımadığımız birileri bu programları yapar, bizse, tanrıların işiymiş gibi gizli bir imrenmeyle sadece izlerdik. Şimdi harcını biz karıyor, tuğlasını biz diziyor, çatıyı biz çatıyoruz, bazen birilerini yanımıza yoldaş olarak katıyoruz, bazense izleyici, okur...

Yaşadığın çağa iz bırakmak bu olsa gerek.

Fadime Yıldırım Karoğlu'nun yetişmesinde katkım olmuştur diye gururlanıyorum. maviADA'dan elalan onun gibi kimbilir daha kaç kişi, ülke genelinde güzel şeyler üretmeye çırpınıyor, çevrelerine ışık oluyor.

Kültür sanat emekçileri, dünyanın dört yanına dağılmış fenerler gibi... Uykusuz, yorgun ama mutlu dünyayı yeniden tasarlıyorlar


Fikrimi değiştirdim, "Gelirsen gideriz, " dedim .


8. 30' da Halk Eğitim Merkezindeydik.


Bu salonu ilk kez görüyordum, hafif eğimli, akustiği çok iyiye benziyordu. Sahne Aşık Veysel'in yaşadığı koşulları ve Sivas köylerini canlandıracak biçimde hazırlanmıştı. Konuşmacının oturacağı masanın arkasında Aşık Veysel'in yaşamından kesitlerin sergilendiği slaytların gösterileceği bir perde, çok kalabalık olmasa da ilgiyle dinlemeye hazırlanan izleyiciler vardı.


AŞIK VEYSEL'in hayatından kesitler sundu bize Aydoğan. Bir şehir efsanesine dönen yaşam ayrıntılarının gerçeğini açıkladı. Aşık Veysel kaçan karısına para verdi, çok duyulan bir tevatürdür ya, aslı olmadığını olamayacağını anlattı. O devir de nakit para bulmanın zorluğundan söz etti, yani Veysel'de yokmuş ki kaçan kadına yiğitlik etsin. Ankara'ya yürüyerek gitmesine ve çok istemesine karşın Atatürk'le karşılaşamadığını anlattı.

Hakkını teslim etmeli, konuda yeni, belki bilmediğimiz bir yan yoktu ama güzel anlatıyordu Karabey Aydoğan. Sonunda Aşık Veysel türkülerinden üç tanesini seslendirdi sazıyla. Fuat Özgen "Ruhi Su gibi söylüyor," diye mırıldandı . bunun bir ustayı taklitten öte, ...gibisinin fazla bir şey olduğunu, içselleştirdiğini aklımdan geçiriyordum.

Şimdi binlerce insanın kahve köşelerinde pineklediğini, bizimse kentin 60-70 kişisiyle çok güzel bir akşam geçirdiğimizi düşünüp, niyeyse maviADA'yla gurur duydum ve uzun zamandır ilk kez ona emeğimi helal ettim.


*

23 Mart 2024


Yaşamak Işık Varken Güzel




Güneş gökyüzünde bir parlak, altın top, ama buzdan, ama ısıtmayan ... Aldanıp ince giysilerle kendini sokağa atanlar , akşama hapşırmaya, öksürmeye hazır olsunlar ya da tedbirli çıksınlar.

Yaşamak ışık varken güzel elbette, ama Türk tipi siyasetçi gibi ışık dekoruyla varmış gibi kandırmamalı.


Aklınız karışmasın , Mart ilk ayıdır, bu sefer uzun sürecek , Baharınız güzel olsun

95 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page