top of page

KARA ÖZLEM



Nurten B. AKSOY

*

İki üç gündür kıyametler kopuyor sosyal medyada; şöyle kar yağacak, böyle rüzgar esecek, Sibirya soğukları gelecek, donacağız... diye. Herkeste, hepimizde bir panik, bir panik... Ve ben iki gündür sokağa çıkmadan penceremin önünden, haberlerden izliyorum o "kara kışı".


Biz İstanbullular az çok kara alışığız, eskiden senede iki üç kez yağan kar, son iki yıldır hayli özletmişti kendini. Aslında kar günlerce kalmaz İstanbul'da, bir iki gün hayatı felç ettikten sonra güneş açıverir, biriken karlar da eriyip gider... Çoluk çocuk tatil hevesiyle sevinir, kartopu oynar, kardan adam yapar… İşte hepsi o kadar. Sonra kardan, buzdan gelsin kaza haberleri, şikayetler....


İnsanoğlu bir garip işte; kış olur feryat figan “Aman bu ne soğuk!” diye yazı özleriz, yaz olur “Yandım Allah!” deyip kışa methiyeler düzeriz. Günlerdir kar hasretiyle yanan İstanbullular nihayet kara kavuştu. Dünden beri her yerde kar var, Adamo'nun şarkısındaki gibi, ama ne kar… Sıcacık evde kahvenizi yudumlarken dışarıyı seyretmek büyük keyif elbette, fakat dışarıda çalışan, işe gitmek zorunda olanlar içinse tam bir kâbus...


Bugün pencereden karı seyrederken yirmi bir yıl kaldıktan sonra veda ettiğim Antalya günleri geldi aklıma… Yan yana hiç yakışmayan iki sözcük; Antalya ve kar... İki üç yıl önce Antalya’nın yakınlarına yağmıştı da kar herkes bayram etmişti. Yani bilirim Antalyalıların o özlemini.


Kış olup da her yer beyaza büründü mü Beydağları’na yağan karın kopup gelen ayazı, güneşin altında içini dondurur insanın, elini yüzünü kavuruverir; ama hepsi o kadar, sadece dağların doruklarında görürsünüz o parlak beyazı. Bu yüzden Antalyalı kar özlemini gidermek için ya Çubuk beline çıkar, ya Korkuteli'ne gider ya da Saklıkent'e...


Saklıkent; Antalya'nın kayak merkezi, şehir merkezinden 50 km uzaklıkta Beydağlarının arasına saklanmış minik bir belde... Eğer günübirlik kar topu oynamak ya da kızağa binmek isterseniz Saklıkent'e gitmeniz gerekir, ama aniden bastıran tipide yolda kalmayı da göze almalısınız tabii...


Dedim ya Antalyalı çocuklar karı bilmezler, başka şehirlerdeki "kar tatillerine" imrenirler hep, ama bir türlü kar yağmaz Antalya'ya, hayaller gerçekleşmez... 1993 yılı Ocak ayı, tıpkı bugünkü gibi hava çok soğuk... Antalya'dan 30 km uzakta Serik'e bağlı Kozağacı köyündeki TRT lojmanlarında oturuyoruz. Her gün servisle işimize yani şehre gidip geliyoruz.


Pırıl pırıl yıldızlı, ayaz mı ayaz bir gece. Ertesi gün okulda nöbetçi olduğumdan erkenden çoluk çocuk yattık. Gece bir ara uyandığımda şöyle bir dışarı bakmak geldi içimden. O da ne, gözlerime inanamadım bir an, bir daha bir daha baktım, her yer bembeyazdı. Bahçemizdeki çam ağaçları ve sokak lambasının solgun ışığı bir kartpostal manzarası oluşturmuştu dışarıda... Neredeyse dokuz yıldır yaşadığım bu şehirde ilk defa karşılaşıyordum böyle bir şeyle.


Heyecan içinde eşimi uyandırdım ve pencerenin önünde karın yağışını seyrederek sabahı ettik... Hazırlanıp servisi beklemeye çıktık, böyle bir havaya alışık olmayan servisimiz hazırlıksız yakalanmıştı kara. Ağır ağır, zaman zaman kayarak, bazen inip servisi iterek, zor bela okula geldik. Henüz öğrenciler yoktu ortalıkta, o gün nöbetçi olan diğer arkadaşlarla hazırlıklarımızı yaparken öğrenciler gelmeye başladı ve gelenler kelimenin tam anlamıyla kara saldırdılar. Bir anda okul bahçesi cıvıl cıvıl çocuk sesleri ve kahkahalarla çınlayan bir bayram yerine döndü. Karların üstünde yuvarlananlar mı, karları avuçlayıp yiyenler mi? Akla gelebilecek her çılgınlığı yapıyordu çocuklar...


Zil çalmış, ders zamanı gelmişti; ama biz çocukları bir türlü içeri sokamıyorduk, bizim kapıdan içeri kovaladıklarımız yan kapılardan tekrar bahçeye çıkıyorlardı... Biraz sesimizi yükselttiğimizde ise "Biz hayatımızda ilk defa kar gördük, bizi hiç bir kuvvet içer sokamaz" cevabını alıyorduk... Yapacak bir şey yoktu, çocuklar haklıydı... Bir ders boyu doyasıya oynadılar karla, üşümeye başladıklarında ise kızarmış elleri ve burunlarıyla sınıflarına çıktılar, bazılarının hâlâ ceplerinde kar vardı. Ama öylesine mutluydular ki ne ıslandıklarının ne de üşüdüklerinin farkına varmışlardı. Bir saat de onların kuruyup ısınmalarını bekledikten sonra ancak başlayabilmiştik derslerimize.


Ne zaman kar yağsa bir yerlere, hep öğrencilerimin o günkü halleri gelir gözlerimin önüne ve onların, o günlerin özlemiyle içim ısınıverir yeniden...

Yorumlar


1/386
1/5
bottom of page