İZMİR DEPREMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
top of page

İZMİR DEPREMİNİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Güncelleme tarihi: 11 Oca 2022

İzmir’de yaşayanlar olarak dün gecenin geç saatlerinde büyük üzüntüyle, istemsizce uyuyakalıp sabahın erken saatinde bir artçı depremin sarsıntılarıyla uyandık.


Uyandığımda Bayraklı İlçesinde enkaz altındaki Buse’nin cep telefonu aracılığıyla en çaresiz anında söylediği “Ben miyav diyeyim köpek beni bulsun!sözü acılı bir gülümseme oldu yüzümde. En masum, bir el uzattığımızda sevgisini yansıtmak için çırpınan, candan dostlar olan hayvanlar en çaresiz anımızda en güvendiğimiz canlar olabiliyor. Hiçbir kötülüğü yokken tekmelenen, azarlanan, bir kap su, bir lokma ekmek esirgenen, zehirlenen, vurulup öldürülen canlar anı gelince biz insanlar yaşasın diye kendilerini yıkıntıların içine atıyorlar. Umarım toplum olarak bu olgudan dersler çıkartabiliriz.

Dün, yani 30 Ekim 2020 tarihinde İzmir ve çevre illerde yaşanan deprem yine gözyaşı ve yıkıntılar bizi karşı karşıya bıraktı. Depremin şiddeti Kandilli Rasathanesinin verilerine göre 6.9, Amerika Jeolojik ve Avrupa Sismoloji açıklamalarına göre ise 7.0 olarak bildirildi. Depremden geriye 25 can kaybı, 840 yaralı ve 20’den fazla yıkılarak enkaza dönüşmüş bina, sayısı bilinmeyen evcil ya da sokak canı kaybı ve uzun sürecek travmalar kaldı. Yakın tarihimizde Erzurum, Erzincan, Bolu, İzmit, Van ve Elazığ depremleri yaşandı.


Geçmişten günümüze depremlerin ülkemizdeki sonuçları hep aynı olmuştur: Zemini uygun olmayan alanlara yapı izni verilmesi, kalitesiz ve yetersiz malzeme kullanımı, rant, denetimsizlik ve ihmal ölümlerin, sakatlanmaların ve yıkımların gerçek nedenleridir. Öldüren, yıkan deprem değil bu sıraladığımız sorumsuzluklar, rant, hırsızlık ve vicdansızlıktır.

Geçmişte barbar, feodal iktidar zihniyetlerinin, günümüzdeki adı kapitalizmdir. Bu politik zihniyetin yarattığı ‘en kolay yoldan hile, hırsızlık ve sömürme yoluyla zengin olmak’ kültürü ve bunların sonuçlarını sistemin bekası için görmezden gelme hali vicdansızlığı, talanı, cinayet ve katliamları olağanlaştıran bir politikaya dönüştü. Doğayı bir bütün kendine ait rant alanı olarak gören ve yaşamımızın tüm argümanlarını kendi üretim, birikim ve tüketim kurallarına göre planlayan politik zihniyeti göremeden yaşanan sonuçları ve çözüm yollarını kavrayamayız. Tüm yaşadıklarımızın neden ve sonucu diyalektik bir bakış açısının alanındadır. Türcü, ayrımcı, tüm canlı yaşamını tehdit edenlerin kurduğu düzeni sorgulayarak hakikate ulaşabiliriz. Hakikatle buluşabilmek yaşama ve türdeşlerimize verdiğimiz değer ile doğru orantılıdır.


Doğayı ve canlı yaşamını salt meta ilişkileri içinde gören ve buna uygun ekonomi politikalar ve ardıl kültür empoze eden zihniyet, işlediği suçlara toplumun önemli bir kesimini de ortak edebilme amacındadır. Bu anlamda, etnisiteyi, dini, bölgeciliği, ırkçılığı beslemekte ve kullanmaktadır. Sebebiyet verdikleri ölümleri, zulmü, yıkımı gizlemek ya da değersizleştirmek için bu saydığım nefret araçlarını kullanmaktan hiç çekinilmemektedirler. Ölenleri düşünsel ya da kültürel kimlikleri ile lanse etmek cinayeti gizlemek amacı taşımaktadır.

Ölüme ve ötekileştirmeye inat Ahmet Arif’in yürek sesi gibi olmalı ortak, candan haykırışımız: “Nerede bir insan ölse, oralı olur yüreğim!”

Acı ve üzüntülerimizi paylaştığımız samimiyet derecesinde, yaşam hakkımızı doğal afetlere karşı da savunmak için bir araya gelelim.


Depremin hemen ardından aynı kaygılarla insanlar, kediler, köpekler,… sokakları yan yana doldurduk. Canlı sıcaklığı geçici de olsun dayanışma hali ve dolayısıyla bir güven ortamı yarattı. Gecenin geç saatleri olduğunda çok katlı binaların önündeki araç parkları neredeyse boş kaldı. Muhtemelen daha güvenli mekânlara gidişler oldu. Kalanların kimi belediye çadırları ve spor salonlarına kimi artçı tehlikeye rağmen evlerine döndü. Hep sokaklarda olan evsizler ve sokak hayvanları ise sessizlikte yalnızlıklarına sığındılar…

68 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page