Öğretmen figürü, insan hayatının en etkili meslek gruplarındandır. Olumlu - olumsuz hâlâ unutamadığımız öğretmenlerimiz vardır.
“İyi öğretmen - kötü öğretmen olur,” mu diye sorsak, bu soruya en çok öğretmenler karşı çıkar, diye düşünüyorum; “olmaz öyle şey derler!”
“Öğretmenin iyisi kötüsü olmaz, öğretmen öğretmendir!” genellikle böyle söylerler, diye düşünüyorum. Hakikaten öğretmen, öğretmen midir, iyisi kötüsü olmaz mı?
Her şeyin, her insanın iyisi kötüsü oluyor da öğretmenin iyisi kötüsü neden olmuyor, öğretmenlik tanrı mesleğidir denir ya o nedenle midir acaba? Bütün dinler, tek tanrılı, çok tanrılı iyiliği öğütler, dinin iyisi kötüsü olmayacağı gibi, öğretmenin de iyisi kötüsü olmaz, öyle mi? Buna dair örneklemeler vererek azıcık polemik yapalım. Ve örneklemelerim, canlı, hayatın tam içinden, duyumdan değil; yaşanmışlıktan olsun!
Bu denemeyi okuyan sevgili okur, şimdi biraz dur, gözlerini kapat, geriye yaslan; dünden bugüne öğretmenlerini gözünün önüne getir. Ve şimdi cevap ver “iyisi, kötüsü,” var mı, yok mu?
Benim çok sevdiğim, hayatıma dokunan öğretmenlerim oldu, En başta şunu belirtmem lazım: Öğretmenlerin çoğu önde oturan, kendine yakın olan öğrencilerle daha çok ilgilenir. Bir kere bu tespiti yapalım. Bence bu, büyük bir yanlıştır. Öğretmen yetiştiren kurumlar, insan psikolojilerini iyi analiz etmeli, öğretmen adayları iyi yetiştirilmeli, uzun staj dönemleri olmalıdır. Adı “milli” olan eğitim bakanlığı, detaylı testler sonucu öğretmen adaylarını belirlemeli, bu güzide mesleğe hiçbir şekilde siyaseti sokmamalı, insanları ayrımsız sevenlere "öğretmen olabilir," icazeti vererek öğretmen olmasının yolunu açmalı; öyle her önüne gelenden öğretmen olmaz.
Ortaokuldaki Fen Bilgisi Öğretmenim Birsen Gür. Onunla okulumuzla evim arasındaki yol boyu sohbetlerimiz, ona bilmeceler sormam, onun gülümseyerek verdiği cevaplar. Hele bir de “yakacağınız var mı, yoksa Hilmi’ye söyleyeyim size yakacak temin etsin,” demesini; sonra evine çağırıp çayın yanında bisküvi ikram etmesini ve bisküviyi çaya batıra batıra yemem… Hiç unutamıyorum. Vefat ettiyse toprağı incitmesin canım öğretmenimi, yıldızlar yoldaşı olsun; orada da iyilik meleği olarak devam ediyordur öğretmenliğine…
Lisede okuduğum yıllar, zor yıllardı. Üstüne üstlük şehirde okumak başlı başına sıkıntı idi. Evde aş ekmek yok, karşısında ısınacağım tenekeden bir soba bile yok, hoş olsa ne olacak ki içinde yakacağın odun nerede? Bunun yanında hayatımı zorlaştıran okuldan soğutan öğretmenlerim oldu. Mesela adı lazım değil sınav kâğıdımı sınıfa getirip yorum sorularına verdiğim yanıtları, “yalan, tıraş, hadi canım…” deyip kişiliğime yönelik saldırılarda bulunması... Hatırladıkça, çıldırıyorum. Neden öyle davranıyor, çünkü sınıfta muhalif düşünceli yalnızca ben vardım. Yalnızca bu mu, bir sürü, dersime girenleri özenle seçmişler sanki:
Mesela R. Mesela G. mesela C. gibi… Hâlâ nefretle andığım, unutamadığım, unutmayacağım öğretmenlerim oldu.
Son sınıfta okuyordum, dersime giren bir öğretmen baş harfi R. kendi gibi düşünenleri organize ederek saldırtmıştı. Kaç kişi saldırdı bilmiyorum. Ben diyeyim on, siz deyin on beş… Kafama, yüzüme, karnıma… nereye denk gelirse gelsin vuruyorlardı. Ağzım, yüzüm kan çanağı olmuştu. Öfkeleri geçecek gibi değil, küfürler, sloganlar gırla gidiyordu. Ders zili çoktan çalmıştı, o saat İngilizce dersinden sınavımız vardı. Ders öğretmeni bilerek derse gelmemiş, bizzat olayın azmettiricisidir. Adı ben de kalsın, belki kıskanç bir eşi vardır bilemem bir arkadaşım, Beden Eğitimi Öğretmenimiz İhsan Fidan’a haber vermiş, o da hiç vakit kaybetmeden koşarak gelmiş, beni ölümden kurtarmıştır. Abartmıyorum, ölümden kurtarmıştır. R.'nin saldırganlarını tek tek pamuk çuvalını fırlatıp atar gibi fırlatıp atmış üstümden. Bunu sonradan o kız arkadaşım söylemişti.
Teşekkür ederim İhsan öğretmenim, bir can borçluyum size…
Bu kumpas sonucunda 27 Nisan’da mecburi tasdikname ile okuldan uzaklaştırdılar beni. O yıllarda okullar 19 Mayıs’tan sonra tatile giriyordu. Şimdi bile aklıma geldi mi, öfkem yanardağ olup patlıyor. Onların öğretmen olarak aldıkları maaşlar zehirle zıkkım olsun! O disiplin kurulu üyelerinin birkaçı talimatla karar alan sözüm ona eğitimcilerdi. Kırk dört yıl oldu, hatırladığım kadarıyla kurul üyeleri ne doğru dürüst bir inceleme, ne doğru dürüst bir soruşturma yapmışlardı. Bugün yaşını başını almış emekli bir eğitimci olarak, bunu böyle değerlendiriyorum. O eğitimcilerin(!) adlarını anmayacağım, sadece adlarının ilk harflerini yazıp geçiyorum. Hem adlarını yazarak yazımın değerini düşürmek istemem hem de değmez ki…
Yazık, onlar adına da üzülmüyor değilim, anılarımda kötü birer öğretmen(!) olarak kaldılar…
“Seni Allah çıkardı karşıma,” derler ya, tam da öyle oldu. Hiç görmediğim, adını bile duymadığım bir öğretmen benimle birlikte iki arkadaşımın daha okuldan uzaklaştırıldığını duymuş, bizi arıyor:
İsmail Hakkı Topkaya!
O, umutsuzluğumuzu umuda çeviren, geleceğimize kurulan tuzağı, insan sevgisi, cumhuriyet sevdasıyla aşıp tepeden tırnağa umuda çevirendir… Dünyanın güzellikleri ona gitsin, sağlık ve esenlik içinde bir yaşam sürsün. Eli öpülesi öğretmenler sınıfında, ellerinden öperim öğretmenim!
Eğitim nedir, eğitim bireyin hayatına dokunmaktır, onu olumlu yönde etkileyerek hayata hazırlamaktır.
İsmail Hakkı ve İhsan Fidan öğretmenlerimin eğitimciliği, okulun baş muavinine, talimatla karar alan bazı disiplin kurulu üyelerine ve “okul müdürü” diye bir sıfatı olan, liyakatsiz ve kimi çevrelere diyet borcu olan ve onun gereği olarak öğrencilerinin harcanmasına vesile olan o müdüre bir derstir.
İki cihanda tek tanrılı, çok tanrılı bütün dinlerin bedduaları, bu G’ye, bu C’ye, bu R’ye gitsin!
Eğitim Enstitüsündeki Batı Edebiyatı Öğretmenim Sabit Hoca. Ah Sabit Hoca… Sadece benim değil, bütün öğretmen adaylarının ideal öğretmen profili:
Bilgi, beceri, sınıf hâkimiyeti, konu hâkimiyeti, iletişim, entelektüellik…
O yıllar öğrenci olaylarının, siyasal olayların zirve yaptığı yıllardı. Sabit Hoca çok sevilen bir eğitimciydi, iyi bir liderdi, Türkçe bölümünü çok iyi yönetiyordu. Fakat öte yandan onu sevmeyen, her yaptığına muhalefet eden başka bir grup vardı.
Dumanlı bir Bursa sabahında okul yolunda feci bir haberle yıkıldık: Kimimiz ağlıyor, kimimiz öfkeyle sloganlar atıyorduk. “Sabit Hoca’nın evine bomba koymuşlar,” dediler. Sabit Hoca ağır yaralanmış, yoğun bakıma kaldırılmış; durumu kritikmiş dediler. Çok şükür eşinin durumu iyiymiş. Sabit Hoca, iyileşse bile yürüyemeyecekmiş dediler. Sabit Hoca yaşasa bile onun çok sevdiği Türkiye’nin yüz akı aydınlarından Server Tanilli gibi tekerlekli sandalyeye mahkûm olacakmış, dediler!
Sabit Hocam, senin gibi bir eğitimci olmak istediğim yiğit insan, rol modelim, biliyor musun ilk gözlüğüm bile senin gözlüğün gibi siyah çerçeveliydi.
Sabit Hocam yenilir mi; kolay teslim olur mu, yendi umutsuzluğu, iyileşti, hepimize umut oldu; yürüdü, kaldığı yerden devam etti.
2010 Referandumu için yoğun bir propaganda çalışmasının yapıldığı günlerdi. Siyasi iktidar anayasanın bazı maddelerini, anayasa mahkemesinin yapısını değiştirmek istiyordu. İşte tam da o günlerde Sabit Hoca, Konak Belediyesinin düzenlediği şiir etkinliğinin katılımcılarındandı. Eğitim Enstitüsünden arkadaşım Ertekin’le dinlemeye gitmiştik. Yaklaşık Otuz beş yıldır görmediğimiz idol öğretmenimizi, bir öğretmen olarak dinleyecektik. Etkinlik sonrası Sabit Hoca ile uzun uzun sohbet ettik...
Aaaa o ne, Sabit Hoca Referandumun ateşli savunucusu olmuş, yani Sabit Hoca “yetmez ama evetçi, numaralı cumhuriyetçilerden” olmuş. Yani cehenneme giden yolun taşlarını döşeyenlerden…
Ama öyle, Sabit Hoca, referandumu o kadar ateşli savunuyor ki anlatmak imkânsız.
“Bunlar aslında bu değişikliği çok istemiyorlar, anayasa değişikliğini pimi çekilen bir bomba gibi kucaklarında buldular, bakın arkadaşlar, 12 Eylülcüler yargılanacak, bunu unutmayın, ülkeye demokrasi gelecek, Türkiye’ye ileri demokrasi gelecek!”
İdol öğretmenim Sabit Hocam, şimdi nasılsınız, iyi misiniz, Türkiye’ye tam demokrasi, ileri demokrasi geldi mi?
O gün yaşadığım hayal kırıklığını hiç unutamıyorum, sevgili öğretmenim gibi birçok aydın(!) ülkenin ileri demokrasiye kavuşmasında kolaylaştırıcı olmuşlardı.
Kolaylaştırıcı, yumuşatıcı ve paydaş!
“Ah Sabit Hocam ah, o günden beri yaşadığım hayal kırıklığı hâlâ yüreğimi kanatıyor!
Bir öğretmen önce insan olmalı, sonra öğretmen. İnsan olmadan öğretmen olunmadığı gibi hiçbir şey de olunmaz. Bütün meslek grupları için önce insan olmak lazım. Başta da dediğim gibi tanrının bile kıskandığı bu kutsal mesleğin erbapları, sevmeyi bilmeli. Ama nasıl bir sevgi?
Dil, din, mezhep, ırk ayrımı yapmayan Yunusça bir sevgi…
Görev yaptığım 37 yılda daha iyi, daha iyi, daha daha iyi bir öğretmen olabilmek için gayret ettim. Yaptıklarımı hiçbir zaman yeterli görmedim, daha iyi olabilmek için hep sorguladım kendimi. İnsanım ya “beşer şaşar,” eğer olmuşsa bir hatam, bir yanlışım sevgili öğrencilerimin hoş görüsüne sığınırım. Onlar affedicidir, bilirler ki öğretmenleri bilerek bir yanlış yapmaz.
Çünkü onlar Yunusça bir sevgiyi hep hayatlarının mihenk taşı yapmışlardır.
Comentarios