ESKİ BİR MEKTUP
- Doğan SOYDAN
- 2 saat önce
- 2 dakikada okunur

DOĞAN SOYDAN
*
Bu sabah ilginç bir mektup okudum. Şair Ahmet Haşim, Demokrat Parti kurucularından ilk Savunma Bakanı Refik Şevket’e Niğde’den göndermiş. Anadolu halkının o günkü sefil yaşamını anlatan bir mektup… Okurken içimizi ürperten bazı paragrafları alıntıladım.
Cumhuriyet'in önemini anlamak, kavramak için fazla söze gerek yok.
***
“Refik; Almanya imparatorunun Anadolu hastalıklarını tetkik etmek üzere Ankara’ya gönderdiği bir tıp heyetinin büyük rütbeli ileri gelenleriyle görüştüm. Bunlar, bir seneden beri her gelen hastayı ücretsiz muayene etmek ve mümkün olduğu kadar incelemelerini sıhhatli kişiler üzerinde (mektep talebesi gibi) yapmak suretiyle şunu anlamışlardır ki, Anadolu Türklerinin karınları kurtlarla yüklü ve kanları bu kurtların salgıladığı parazitlerle dolu bulunuyor. Cinsi, yakın bir yok olma ile tehdit eden bu hâlin sebebi neymiş bilir misin? Beslenme eksikliği. Anadolu Türkleri henüz ekmek yapımından bile habersizdirler. Yedikleri mayasız bir yufkadır ki ne olduğunu yiyenlerin midesine bir sormalı. İstisnasız nakil araçları kağnıdır. hiç şüphe yok ki, taş devri keşfi ve aletlerindendir. Kağnı bir araba değil, fakat, hayvana yapışıp onun hayat unsurlarına hortumunu sokan ve bu suretle kanını ve canını çeken bir canavardır. Bu kağnıların boyunduruğu altında masum hayvanların çektiği azabı gördükçe, onu sevk eden sakin köylünün insanlar gibi bir ruhu olup olmadığından şüphe ettim.
Anadoluluların becerikliliği ancak öküz tezeğini kullanmakta ve onu kullanılmaya uygun bir hâle sokmak için buldukları çarelerin çeşitliliğinde görülür. Tezeğin bu adamlar nezdinde kıymeti hayret vericidir. Sürüler meraya çıkarken veyahut akşam şehre girerken kadın ve çocuk, gözleri nurlu bir noktaya cezp edilmiş gibi, öküzlerin ... bir saniye dikkatlerini ayırmayarak ve yüzlerce rakipten geri kalmak korkusuyla seri adımlarla koşarak, öküzün ... düşen en ufak bok parçasını toplamak üzere dirseklerine kadar bulaşık elleri ve hırstan göz bebekleri fırlamış gözleriyle yere kapanırlar. Bu boklar toplanır, sepetlere doldurulur, evlere cem ettirilir ve nihayet bir altın mayası yoğurur gibi, altın gerdanlıklı genç kadınlar beyaz kollarıyla onu yoğururlar ve muntazam yuvarlaklar hâline koyup kurumak üzere duvara yapıştırırlar. Anadolu’nun duvarları bu öküz pislikleriyle sıvalıdır. Bütün havalarında o hoş koku solunur. Yemekleri, sütleri, ekmekleri hep tezek dumanının kokusuyla ele alınmaz bir hâldedir…
Anadolu, hemen bir uçtan bir uca frengilidir. Anadoluların güzelliği de bozulmuştur. Bir köy, bir kasaba veya bir şehrin kalabalığına bakılsa, şehrin kalabalığında o kadar topal, topalların o kadar çeşitlisi, o kadar cüce, kambur, kör ve çolak görülür ki, insan kendini eşyanın şeklini bozan dışbükey bir camla etrafa bakıyorum zanneder... Bu gözlemlerin ortaya koyduğu, Anadolu’nun, taş devrinden kalmış, orta çağ koşullarına indirgenmiş, geri kalmış o düzeye itilmiş bir toplum olduğudur.”
***
Bu mektuptan da anlaşılıyor ki Osmanlı, Anadolu halkını “b.k.n içinde” yaşatmış. Ne acıdır ki
Anadolu insanına o sefaleti ve sefil yaşamı reva gören Osmanlıya, bugün en çok da o sefaleti yaşayanların çocukları, torunları hayranlık duyuyor, sahip çıkıyor. Bilgisiz, bilinçsiz yapay bir
milliyetçilik sevdası…
İşte Osmanlı döneminde Anadolu'nun ve Anadolu insanın ahvali bundan ibaret…













































Yorumlar