Jane Austen
top of page

Jane Austen


Edebiyatta

Çığır Açan Bir Kadın


*



“Tüm zamanların en romantik romanı” unvanını taşıyan kitabı yazdı. Dünya klasikleri içinde özellikle kadınların ayrı bir tahta oturttuğu, yaklaşık iki yüz yıl geçmesine karşın hala popülerliğini koruyarak ilgiyle okunan, aşk filmlerine ilham kaynağı olmuş, Pride and Prejudice ( Aşk ve Gurur )’ un yazarı; Jane Austen sözünü edeceğimiz.


Jane Austen 1813‘te yazdığı “Aşk ve Gurur” adlı bu muhteşem eserinde, kasabada yaşamını sürdüren bir ailenin beş genç kızının psikolojik durumlarını bir aşk ekseni içinde, öyle etkin fırça darbeleriyle capcanlı resimlemiştir ki; “iki asrı bulan zamandan beri, dünya edebiyatında görkemini korumaktadır. İngiliz Edebiyatında kadın yazarların öncülüğünü yapmış olan Jane Austen, bu değerli zincirin ilk ve en önemli halkası olmuştur.


Jane Austen, 16 Aralık 1775 yılında Anglikan Kilisesinde papaz olarak görev yapan George ve soylu bir aileden gelme Cassandra çiftinin, yedinci çocuğundan en küçüğü olarak, Hampshire’in bir köyünde dünyaya gelmişti. Annesinin adını alan Cassandra’dan başka diğer kardeşlerinin hepsi erkekti.

Jane on altı yaşına geldiği sırada, babası görevinden ayrıldı. Erkek Çocuklarının hepsi büyüyüp iş sahibi olmuşlar, baba ocağından ayrılmışlardı. Rahip Austen, karısıyla iki kızını alıp Bath’a gitti. O öldükten sonra da, 1805’te, iki kızla anneleri Southampton’a taşındılar. 1809’da, ağabeylerden biri onlara Hampshire’de bir köşk aldı, oraya yerleştiler. Ondan sonra Jane, akrabalarını, arkadaşlarını görmeye başka yerlere gittiyse de, romanlarında umut ve dinginlikle aynı değerde gördüğü, kırlık, köylük yerlerin, dar olmakla birlikte, derin hayaller, düşünceler, etkili gözlemler yaratmaya elverişli sakin atmosferi içinde geçirdi. Hiç evlenmedi. Hastalanınca, kendini daha iyi hekimlere baktırmak üzere, Winchester’e gitti; kısa bir süre sonra da 41 yaşında hayatını kaybetti.

Jane Austen, 41 yıllık yaşamına altı önemli eser sığdırmayı ve yarattığı karakterlerle evrenselliği yakalamayı başarmıştır; “ Sağduyu ve Duyarlılık” (1811), “Aşk ve Gurur” (1813), “Mansfield Parkı”(1814), “Emma”(1816), “Northanger Abbey”(1818) ve “İkna” (1818)


Jane Austen, henüz çocuk denilecek yaşta, İngiltere’nin küçük bir kasabasında sıra insanın yaşamına ince bir ironi ile dokunacak, gözlemleri ve insan tahlilleri ile yüz yıllara meydan okuyan roman kahramanları yaratmanın ilk adımlarını atacaktı. Doğal olarak ilk okuyucuları aile bireyleri olacaktı. Ablası Cassandra, en yakın dostu, sırdaşı ve öğütler aldığı en büyük destekçisiydi. Okumayı sevdirip, yazmaya özendiren zengin bir kütüphaneye sahip babası ve ilerde romanlarına önsöz yazacak ağabeyi Henry ise yazmaya yüreklendiren yaşamındaki diğer önemli kişiler olacaktı.

Jane Austen, ilk romanı “ Sağduyu ve Duyarlılık”ı 1795 ‘te henüz 20 yaşındayken tamamladığında adını ilk önce Elinor ve Marianne olarak koyduğu romanını yayınlatması için 1811 yılına kadar beklemesi gerekecekti. Önce Türkçeye “Kül ve Ateş” adıyla çevrilen “Sağduyu ve Duyarlılık” taki baş kahramanlarından Elinor, kararlı, tutarlı, sağduyulu bir karakterken; Marianne, Elinor’un tersine duygularını baskılamayarak yaşayan, başını sürekli bu nedenle derde sokan iki kız kardeşin aşk macerelarını ve evlenmelerini konu almıştır.


Jane Austen aşkla 1796 yılında, henüz 21 yaşındayken karşılaşır. Tom Lefroy adında bir erkeğe deli gibi aşık olur Jane. Ancak adamın çocuksu davranış ve garip takıntıları yüzünden bir türlü mutluluğu yakalayamamış sonsuz üzüntüler yaşamıştır. Ablası Cassy ye yazacağı anılarda, Lefroy’u gözyaşı ve hüzünle anacaktır. Daha sonra ise Lefroy “Aşk ve Gurur” un, Bay Darcy karakteriyle karşımıza çıkacaktır.

Sağduyu ve Duyarlılık” tan sonra 1796 da ikinci romanı “Pride and Rrejudice (Gurur ve Önyargı) ya da dilimizdeki adıyla “ Aşk ve Gurur” u tamamlayan Jane Austen, “A Lady” imzasıyla kitabını 1813 de yayınlattı.

Maddi bir sürü sorunla boğuşan orta sınıf Bennet ailesinin kızı Elizabeth romanın baş karakteridir; bilgili ve zeki olmanın yanı sıra iğneleyici ve insanın kendi kuralları içinde yaşayıp sonra bu kurallara esir olmasının da bilincinde biri olarak toplum kurallarıyla da dalgasını geçen bir kişilik sergiler. Romanın diğer karakteri ise Bay Darcy; ciddi, soğuk ve mağrur kişiliği ile Elizabeth’in tam tersidir. Bu zıt karakter arasında ihtiraslı bir aşk başlar. Yalnız ortada temel bir sorun vardır: Gurur ve Önyargı…


Evlilik, yaşamları boyunca sıkıntı çekmiş kadınlar için varlıklı bir aileden damat adayı kurtuluş olarak görülmüştür. Jane, Cassandra’ya yazdığı bir mektupta “Bekar kadınların fakir düşme olasılığı çok yüksek ve tek başına bu durum bile evlilik için iyi bir neden” diye yazacaktır.

O döneme göre hayli geçkin bir yaş olan 27’ sinde, ilk evlenme teklifi gelecektir Jane Austen’e. Önce evlenmeyi sırf ailesinin gelir seviyesini yükseltmek ve evde kalmış kız yakıştırmalarından sıyrılmak için kabul etse de kısa bir süre sonra vazgeçecektir.

1805 yılı pek uğurlu gelmemişti Jane için. Henüz otuz yaşına basmıştı ki çok sevdiği, büyük destekçisi babasını kaybetti. Jane, Cassandra ve annesi yeniden, huzurun ve umudun adı Southampton’a geri döneceklerdir.

Henüz hiçbir kitabı yayınlanmamış olan Jane, Southampton’da yazma çalışmalarına daha bir yoğdun sarılmıştır. Bu tarihlerde yazdığı “Mansfield Parkı” ında da yine orta sınıf bir ailenin etrafında gelişen olayları anlatır. Üç genç kızın öyküsü olarak başlar ve daha sonra diğer üç ailenin katılımıyla devam eder. Baş karakter Fenny Pierce’ın, Mansfield ile Portsmouth arasındaki yolculuğunu, bir evi yuvaya dönüştürme gayreti içinde anlatılır. “Mansfield Parkı”, Jane Austen’in en az duygusal romanlarından biri olarak nitelendirilir.


Jane Austen, “Emma” da diğer romanlarındaki başroldeki kadın kahramanların aksine farklı bir kadın karakter çizmiştir. Diğer üç romanında da maddi sıkıntılar içinde boğuşan ailelerini kurtarmak için iyi evlilikler yapmayı amaçlayan genç kız karakterleri büyük rol oynarken; Emma Woodhouse, romanın başlangıç cümlelerinde de yazdığı gibi “güzel, zeki ve varlıklı bir kız” dır. Elizabeth Bennet gibi , o yıllarda pek de makbul olmayan “baskın” bir karakteri vardır. Üstelik hırçın ve evlenmek zorunda olmayan biridir de.

Romanın yapısı gereği, Emma’nın dize getirilmesi ve evlenmesi için deli gibi aşık olacağı şovalye ruhlu biri gerektir kuşkusuz…

Jane Austen’in en sevdiği romanı olduğunu itiraf ettiği “Emma”, 1814’de kaleme alındıktan bir yıl sonra yayınlanmıştır.

1815-1816 yılları arasında yazılıp 1818’de yayınlanan “Northanger Abbey / Northanger Manastırı” adlı beşinci romanında ise yine orta sınıf bir ailenin yaşamı yer almaktadır. Komşuları tarafından Bath’a tatile davet edilen 17 yaşındaki Catherine Morland burada tanıştığı Henry Tilney ile flört ederken, John adında bir başka centilmen ortaya çıkar ve Catherine ve Tilney’in ilişkilerini tahrip etmek için uğraşmaktadır… Jane Austen bu romanında, kadın-erkek ilişkilerindeki güven konusunun altını çizmektedir.

Jane Austen’in 1818 de tamamlayabildiği son romanı “İkna” dır. Jane’nin unutulmaz kadın kahramanlarından biri olan Anne Elliot, Yüzbaşı Wenthworth’e aşkı anlatılır bu romanda. Elliot’un, fakir ama hırslı yüzbaşıya aşkı, ailesi tarafından yanlış seçim olarak nitelendirilir ve vazgeçmeye ikna edilir.

Austen’in hayatını kaleme alan Claire Tomalin, Yazarın kendisi ve ablası Cassandra gibi yaşamdaki şanslarını yitirmiş ve asla ikinci baharlarını yaşayamayacak kadınlara bir armağan olarak yazıldığını söyler.

Jane Austen, ilk romanlarından beri, geniş bir konuyu özlü bir biçimde yazabilmek ustalığını göstermiştir. Onun çizdiği bir sahnede, anlattığı bir olayda, işlediği bir portrede özün derinliklerini sezebilir, hayallerinizin ufkunu genişletebilirsiniz. Yazarın şair yaradılışı gereği, sözcüklere yüklediği farklı anlamları ve sanatının yaratıcı gücünü içinizde hissedebilirsiniz. Jane Austen, bu duyguyu en iyi aktaran edebiyatçılardan biri olduğunu “ Aşk ve Gurur” da fazlasıyla göstermiştir


Ünlü İngiliz tarihçisi Thomas Macauley, Jane Austen için şöyle söylemiş: “ Romanın, ele aldığı konuyu, insanları taşkın,.aşırı bir romantiklik içinde işlemesinin başlıca özelliği sayıldığı bir devirde Jane Austen, bir bakıma sıradan sayılabilecek kişileri eserlerine kahraman olarak almış, öyleyken, gene de bunların her birini, çok olağanüstü insanlara verilecek bir önemle öyle canlandırmıştır ki hepsi birbirinden kesin çizgilerle ayrılmıştır.”

Macauley, yazarın İngiliz edebiyatı içindeki yerini çizerken, onun nasıl bir hareket başlatmış olduğunu belirliyor: O güne dek bir romanın değeri konusunun olağanüstü olmasında, kişilerinin yüceltilerek, akıl almaz özelliklerle donatılmasında aranırken, Jane Austen, ilk defa sıra insanın yaşamını konu alarak, bu hayatı yaşayanların duygularını, düşüncelerini, davranışlarını kaleme almıştır. Böylelikle de bir sanat eseri yaratabileceğini bütün dünyaya göstermiştir. Bu alanda, Aşktan da Üstün’ün yazarı Elizabeth Gaskell’le birlikte, kendilerinden sonra yetişecek, İngiliz romanının temelini atacak olan daha başka kadın yazarlara da öncülük etmiştir. Gerçeğe yöneltilen gözlerin keskin bir inceleme yeteneği olunca, o zamana kadar görülmemiş ne güzellikler, derin hissiyat kaynakları bulabileceklerini sanat dünyasına ilk haber veren bu kadın yazarlar arasında Uğultulu Tepeler’in yazarı Emily Bronte, Jane Eyre’in yazarı Charlotte Bronte, Agnes’ın yazarı Anne Bronte de –bu üç acar kadın romancı da- bulunmaktadır ki bunların hepsi değerinden bir şey kaybetmeden, bir yüzyıldan diğerine aktarılan eserler bırakmışlardır. Sebebi açıktır; ele aldıkları ana kaynak her şeyden önce, ölümsüz insan kişiliği, özellikle de kadın ruhudur.


Jane Austen’in yarattığı kadın kahramanların başında; canlı ve keskin çizgilerle bertilmiş, açık yüreklilikle, içten ve bütün varlığıyla seven kadın karakterleri gelmektedir. Kadın kahramanlarından birinin ağzından söylediği şu sözler bunu ne güzel belirtmiş: “Kadınlara dileyeceğim en büyük imtiyaz hayat, ya da umut sona erdiği zaman bile sevmekte devam edebilmektir.”




14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page