Düşününce
top of page

Düşününce





*Yazmanın İyisi


Yazmak salt bir yetenek, dünyaya ben de varım demek, peygamberlik rütbesine erişmek değil. Yazmak, sadece ötekine bir şeyler öğretmeye çalışmak, ben neymişim, siz kimsiniz, bakın bildiklerime de değildir. O en çok yazana yönelik iyi bir öğretmendir. Kuşkusuz bunun da derecesi olmalı; iyi bir yazarsanız… ne kadar yazarsanız...


En çok şiir yazanlar dikkat etmeli: İyi her yazı bir anlamsal ya da temasal bütünlük taşır, ister şiir, ister deneme, ister mektup. Bu bütünlüğü yitiren, neresinden kesersen kes canlanacak bir solucana dönmüş yazı, ürettiği ses ve söz cümbüşü ne olursa olsun yarım, dahası başarısızdır.


Yaratıcı yazında yalınlık bir gönül almadır; iyi bir edebi yapıtı sıradanlıktan kurtaran çok katmanlı olmasıdır. Edebi yapıtların öteki anlatılardan ayrıldığı temel nokta da budur. Bu sihirli gücü ona yükleyen de imgeler ve söz sanatlarıdır. Bildiğimiz benzetmeler, ad aktarmaları, eğretilemeler anlamı yükseltir. Bu nedenle içinde bir kurgu olsa bile düz bir olaymış gibi anlatılamaz. Bu yüzden onlar anlattıklarından daha çok hissettirdikleriyle değerli ve güzeldirler. Bu nedenle her okur tarafından ayrı ayrı ve her defasında da başka tat alınarak, durmadan çoğalarak okunurlar. Bu özellikleri yüklenmiş bir yazı da kolayına yalın olamaz.

Kuşkusuz, Türk Edebiyatını Suriyeli göçmenlere anlatmıyorsanız . O da edebi eser olmayacaktır zaten.


*Yazar

Yazar, paylaşılan söz, bir tür tanrı kelamı olmayı başarırsa evrenseldir. O zaman bir yazar, en niteliklisi bile bir yere kadar nesnel olan, bir insanın yaratımı, ancak birilerini ötekileştirerek

var olabilen bir dogmatiğin adamı nasıl olur ki? Oysa o ancak evrensel değerler ve insandan yana sisteme muhalif ütopyalar üretirse büyür, sıra insanlığını aşar. Yoksa iyi eğitilmiş, ağzı laf

yapan, tahtını gösterişle dolduran, konum sahibi, hatta zengin, yani hayatı da kotarmış onca insan varken, rasyonel yaşama tutunmayı bile başaramadığından kaybolmuş, salt düşünsel

uzam ve estetikte mükemmeli bulabilen yazara ne gerek kalır?

Ondan görülmeyeni göstermesi, beyaz ile zencinin bir arada yaşayabileceği bir düzeni tasarlaması ve önermesi beklenir, süren haksızlıkların en azından bir bölümüyle göbek bağı olan düzenleri, inançları alkışlaması değil. Kişi bir doktrinin mabedinde söz sahibiyse ve birilerini ötekileştirmenin türküsünü söyleyebiliyorsa hala, iyi borazan olur ama yazar değil.


*Hayat

Herkesin kör olduğu yerde, kurnaz ve kötü niyetli değilseniz, açık tek gözünüz, sahip olduğunuz bilgi ve erdem en büyük düşmanınız olur. Kimsenin kendinden uzuna tahammülü yoktur. Ancak filozoflar öteki güzeli takdir eder, ülkemizde de filozofumsu çok, ama gerçek filozof azdır. İyi ki de azdır, tarih göstermiştir ki karşıtında çok acımasız olabilen filozofların hiçbiri takdir ettiğini sevmez.


*Aşk

Dostunuz, arkadaşınız, aşkınız yoksa güzel yanını da görün; ihanete de uğramayacaksınız demektir. İhanetten söz etmek için birinin önce size yakın ve dost olması gerekir, siz anlatın

ya da o öğrensin, sırlarınızı ve zayıflıklarınızı, kuşkunuz olmasın onları kullanacaktır. Eşyanın özüne aykırıdır, çatışma olduğunda ötekini kendinden çok düşünmek. Sadece düşünür gibi yapmak vardır. Bu beklenti güzeldir, ama oluruna çok inanmak yıkımı getirir. Brütüs’u başkası değil, Roma’nın en akıllı yöneticisi Sezar yaratmıştır. Ama Neron’un öyle bir sıkıntısı olduğunu sanmıyorum. Kendini sağlama almaya çalışan akıl mı en büyük düşmanımız yoksa?


Aşk bir muhtaçlıktır, bu nedenle kaçınılmaz biçimde biter ve düşmanını yaratır. Böyle olunca bir yanın üzülmesi beklenendir, bazen nöbetleşe ya da aynı anda… İki tarafın da mutlu ayrıldığı bir ilişki aşk değildir zaten. Ama bu gerçeği bilmeniz hiçbir şey değiştirmez. Mademki insansınız, en büyük düşmanınızı yaratmaya mecbursunuz demektir; seveceksiniz.

Gensel, bedensel ve ruhsal, hatta sosyolojik vazgeçilmezler sizi sevmeye mecbur edecektir ve siz de dünyanın en eski destanını yeniden hatta ilk kez yazdığınızı sanacaksınız.


Aklınız çoğaldıkça aşkınız azalır. Oysa aynı aşk kadim ve ilkel bir içgüdünün yine en ilkel biçimde akıl yoluyla meşrulaştırılması, yüceleştirilmesidir.

Yani öğretilmiş bir durumdur aslında aşk. Ne artı bir güçtür, ne insanın ermiş hali… Hissettiğiniz hal var ya, görkemli bir destan filmin orta yerine kurulmuş büyük kahramanın aynaya bakarkenki ruh hali… Seçilmiş sizsinizdir, bir size özgüdür bu saltanat… sanırsınız. Sokaktaki sütçü beygirinin bile kendine özgü ne büyük aşkların kahramanı olduğunu düşünemez hale gelirsiniz, o hal… İşte ona ölmeden önceki kanatlanma hali denebilir. Büyü tamamlanmış, kuluçka süresi bitmiştir. Bir şey olacaktır, belki sizin için iyi, ama aşkınız için kötü… Çünkü görmeye başlayacaksınız bu noktadan sonra. Görmek de insanı akıllı yapar. Aşk da akılla ilişkili mi? Değildir. Akıl, aşk devreye girince, olanaksız olsa da, onu tıpkı yeni arabanız, soğanın cücüğü, tamamlanmış bir yan gibi bir zenginlik olarak dağarcığına ekleyip hayatı kotarmayı sürdürmektir. Öyledir de aşk söz konusu olunca sentesini yitirmeyen kişi bu dünyaya gelmemiştir. Dünyayı titreten adamlara bakın, akıl küpü kadınlara ya da… İşe aşk karışınca…


İnsan savunduğudur. Ve savunma çok düşünmeye gelmez. Düşününce görürsünüz, görürseniz inancınız azalır, azalırsa savunmanız biter. Savunma biterse aşkınız da tükenir. Yani olsa da olur olmasa da… Bu ruh hali iyidir, yaşam zevksiz bir saman çiğnemeye döner, ama güzel yanı da vardır, ne ateşe atılırsınız ne de ata yem olursunuz.

Aşkın aydınlığa tahammülü yoktur ya da aydınlıkta da güzel duracak aşka… Nasıl ki suyu mikroskopla inceleyip içebilmek cesaret ister, mutfağı görüp de yemeği yemek de… Aşkın

hasını isteyen de karanlığı sevmeli…


AŞK zaten yaratılışın genlerimize kazıdığı en güçlüsünden hayvansal basit bir gereksinme olmasının yanında, ruhuna uyacak KİMSE arayışı değil midir? Biri bedensel biri ruhsal bu iki vazgeçilmez, o sıradan ilkel içgüdüyü, evrenin en büyük, en güçlü uğruna ölümlere gidilen ve de hoş görülen, saygı duyulan, adına destanlar yazılan sevimli mi sevimli AŞKI yaratmaz mı?


*Sınıf

HAYAT her durumda bir sınıflar toplamıdır. Orda tembeller, ötede kırmızı kurdeleli çalışkanlar, beride kısa çöpler, yanda şişman balıklar... Kısa çöp, ister emekle kazansın ister rastlantı, ister gaspla uzun çöpten hep alacaklıdır. Asla ona tahammül edemeyecek, belki de tüm ömrünü onu da kısaltmaya adayacaktır. Büyük balık da daha büyük bir balığa yem olmadan yiyebileceği küçük balığı arayacaktır.


Ülkenin açmazlarının nedenini Tanzimat’tan bu yana halk sevgisiyle, halk dalkavukluğunu birbirine karıştıran, bir şeyler bilen ama kendini hesaplarından azat edemeyen ilerici aydın

modellerinin ben de varım, ben de düşündüm gösterilerinde… girişimlerinde aramak gerekli. Yoksa tam karşıtlarında değil.


Cumhuriyeti de onlar yormuştur, ilerici yapılanmaları da… Yoksa genel anlamıyla halk, alternatif düşünce tarzı üretmekte ve ülküsel örgütlenmekte her zaman sıkıntı yaşadığından ve

düzenli bellek kaydı kullanmadığından anlamasa da çağdaş ve gerekli olarak savunulanın peşine gitmeye hazırdır, bir öğrendi mi de sürdürmeye… Yeter ki kafası karıştırılmasın.

Öyle olmasa her müdahaleci iktidara göre yelken açar, edinmek için ömrünü harcadığı bütün alışkanlıklarına bu kadar kolay sil baştan diyebilir mi?


*Siyaset

Siyaset, eylemine taraftar kazanmak, anlayışını geniş kitlelere yaymak için sanatın kabul gören güzel kılıfını kullanmayı elbette düşünecektir. Gorki’nin devlet buyruğuyla oluşturduğu edebiyat ya da Tanzimat Döneminin gerçekte olmayan edebiyatı bu bağlamda örnek olarak düşünülebilir. Bir kuram olarak döneminde alkışlanacak ve paylaşılacak bir doğrunun aracı olması değildir kötü olan. Taraftarsak hoşumuza gitse de Adorna’nın da, Sartre’nin dediği gibi siyasal yanlışları içeren biçimler ebedi olan sanatı bozacaktır.


İnsanın temel özelliği "ötekine" benzemeyişi, "tektip" olamayışıdır. Gerçekte, pragmatik, özgür ve tümüyle kendine özgü insan düşüncesinin ve hayal gücünün bir “büyük biraderce” yönetimi demektir sanata giydirilecek ideoloji. Bütün siyasetleri üreten insansa eğer, ancak donanımlı ve özgür düşünebilen insanın koşullarına göre sağlıklı yeni siyasetler üreteceğini biliyorsak; kuşkusuz uzun sürse de bir gün bitecek bir siyasete insanı koşullandıracak bir sanata, özgür düşünmeyi ve hayal gücünü kurban etmek… yeniden düşünülmesi gereken bir eylem değil mi?


Kim ne derse desin, insanın siyasetten soyutlanması zaten olanaksızdır. Yazar da birey olarak yaşayacağı hayatı belirleyecek seçimleri yapmak, uğruna mücadele etmek hatta savaşmak hakkına sahip olacaktır, kuşkusuz. Ne var ki yazar, sanatçı olarak sıra insandan başka bir yerdedir. Bir tür kanaat önderi rolüne soyunan yazar bir siyasetle uzlaştıkça, sanatın doğasını bozmakla kalmayacak dar bir alana da hapsolacaktır. Oysa sanatçı hayata müdahale eden, ezber bozan, olması gerekeni hayal edip önerendir.



87 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page