top of page

Dünyaya Tutuklu Evren



Düşünün, Tanrı'nın partilerden birinin ideoloğu olduğunu, her "kelamına" o dille başladığını, hayatı da sanatı da o bakışla açıkladığını.

O herkesin Tanrı'sı olur mu?


Yaratıcı güç ya da sanat, sıra insana bağışlanan salt Tanrıya özgü yeteneklerden biridir.


Bu müthiş yeteneğe sahip sanatçı evrenselliğe yaklaştıkça büyür, herkesi kucakladıkça. Ne denli geniş olursa olsun bir parti, bir inanç sanatçıya yetmez. Sanatçı bir kitlenin, bir inancın kör izleyicisi olamaz. Sanatçının tek tarafı vardır, o da insandır, evrensel insan. Buna ulaşabildiğince, yaklaşabildiğince başarılı olacaktır.

İnsanın kanatlısı olan sanatçı yukarılarda bir yerde durup ardından gelen, onu izleyen insanları siz, biz diye ayırmaz, ayırmaması gerekir . Bunu hele şiirde hiç yapmamalıdır. Çünkü gerçek şiir sanatın en yoğun biçimi, özüdür ve herkesin paydasıdır. Bu şiir senin değil, senin ruh halini anlatmıyor deme lüksün var mı? Ondan bir şey çıkaramaz, ona hiçbir şey katamazsınız.


Şiir, bir anlatı türü olarak ruhun yaşadığı tüm karmaşayı, kendine özgü bir müzikle, bir müzik aletine gereksinme duymadan en iyi biçimde, daha büyük bir güçle yansıtır. Salt duyguların sesidir demek ne kadar doğrudur bilmem. Bir yıkımı yaşayan insanın şiiri, duyguları yansıtıyor görünse de beynin o duygusallığa düşünce imleriyle ulaştığını, sanatçının biraz daha yoğun, biraz daha çabuk duyumsadığını herkes bilir. Bilir de, 'duygusal' deyişi biraz küçümseme midir ne?


Ağlamanın nedeni, acı biberin ya da soğanın yakması değilse, çoğu kez düşünmektir. Düşünüp yaşanılan yokluğu algılamak. Bu yüzden ağlamasını bilmeyen insanlardan korkarım. Hem yeterince düşünmeyişlerinden, hem yansıtamayışlarından. Asıl farklılık yansıtmada. Ozan, kendine özgü bir deyişle, sözcükleri alışılmış anlamlarının dışında; imgelere çekerek, yeni ya da birden çok anlam yükleyerek yaratır şiirini.


Şiir, bir şiirde, bir denemede, bir öyküde olmalıdır. Şiir yoksa şiir, şiir yoksa öykü yoktur. Başka belki mektupta, belki güncede. Roman şiirle zorlanır. Dahası herkesin aşabileceği bir iş de değildir. Makale, fıkra hiç uymaz. Hele düşün yazıları. Ya da salt sorunsalı aktaran, toplumcu olmaya özenen şiir...artık o, o değildir. Akıl var izan var, ekonomiye, yönetime kendi anlayışıyla çözümler üreten bir parti programını şiir diye kime okutursunuz? O kendi halinde değerlidir ya da anlam taşır.


Son yıllara değin güçlü şiirler vermiş kimi şairlerimizin kırık, dökük, bağınlantısız, anlaşılmaz, kuru söz dizileriyle ya da toplumcu ve soruncu kesilmelerini anlamak oldukça zordur. Buna alkış tutan gerçekten iyi niyetli, sanatı sever insanları da...


Bunu güzel yapanlar da çıkmadı mı? Onlar başka bir yol izlediler ama... İnsanla, doğayla, nesnelerle ilişki kurdular, ham ideolojiyle, TKPnin partisel siyasetiyie değil... Yazdıkları şiir insanın evrensel hikayesi oldu. Hatta başarılarıyla ideolojilerini de sevdirdiler, Nazım Hikmet gibi.


''Yağmur çiseliyor,

Serez Çarşısı dilsiz,

Serez Çarşısı kör.

Havada konuşamamanın, görmemenin kahrolası hüznü,

Ve Serez Çarşısı elleriyle kapatmış yüzünü.

Yağmur çiseliyor.''


İhanetin, teslimiyetin utancını nasıl da duyumsatır dizeler bize. O pis, örümcek ağı hüzün, yıkansanız yıkansanız çıkmayacak kahrolası bir hüzün yakalamaz mı sizi?


Bu ürperten söyleyişten gerilere düşmesinin bence asıl gerekçesi, yüreğindeki bütün ateşi bir siyasetin buyruğuna vermesidir. Ozan, zaten yaratılışıyla insanın yanında, kurulu düzenin, dünyanın tam karşısında değil midir? Bu kavgasında insanın ezilmesi ya da zulmü söz konusuysa kendi diniyle bile kapışmaktan kaçmayacak, dara gerilmekten korkmayacak insandır. O zaman en evrenseli bile, insan yüreğinin enginliğine ulaşamayan bir insanın dar kalıplarında neyler ki? Nazım'ın kavgası, inanı gereği sıra insandan daha çok, egemenlerle olduğundan bu pek belirgin değilse de, N. Fazıl, son dönem ürünlerinde insanları ikiye ayırıp, bir bölümünü insandan bile saymaz. N. Hikmet'in evrensel soyluluğuna sahip olamayan bir çok yazarda savıyla çelişme çok daha belirgindir. Kimileri onlardan olmadığına göre her türlü olumsuzluğa da müstahak olabilir.


Neyler şiirini bir kalıba kul etme yanılgısına düşmüş gerçek şair? Göklerin görkemli şahini, çapsız bir avcı kolunda pusatsız hırsız olur, gönül çalmaya soyunmuş.


Bir dünyaya tutsak evren olur, onca yıldızıyla, sığar mı?


Yakın zamanın Türk Edebiyatındaki en iyi şairlerinden biri kuşkusuz, tek şiir kitabıyla da olsa Ahmet Arif'tir. O sözcüklerdeki vuruculuk, doğru yeri seçiş, yüreğinizi ayağa kaldırma gücü kaç şairde var? O dar anlamda bir inanın şairi de sayılmaz üstüne üstlük. Sadece seçtiği konular, sözcük dizilişindeki biçim, çağrışım, bir eski zaman feodal beyinin erkeksi tavrı O'nu bir yörenin, bir kitlenin şairi yapmıştır. Bu kitlenin sayısal olarak kalabalığından, Yılmaz Güney'in Arkadaş filminin O'nu hedef kitleye doğru zamanda taşımasından çok ünlenmiştir, ama belki aynı nedenle hakkı olduğu halde çağdaş şiire damgasını vuramamıştır. Yirminci yüzyılın kentlisine bir yanı itici gelmiştir, nedense. Bu iticilik gene bir kavga ozanı, Dadaloğlu'nda, bir Karacaoğlan'da yoktur.

Mehmet Fuat, Adam Sanatta aynı şeye değiniyor; bir şey var O'nu itici yapan diyor.


Bir yandan karmaşıklaşan, zorlaşan yaşam, artan gelir dağılım eşitsizlikleri, siyasi söylemlerin tabuluğunu sürdürmesi, her an cezaya açıklığın ve söyleyenin, soruşturmalara uğrayıp çağdaş Robin Hood'luğa kolay sıçraması, Kuşkusuz ağlamaklı duygulardan duyulan usanç ve de zorlanan geniş halk kitlelerinin bu ürünlere alıcı çıkıp iyi prim yaptırması gitgide yalnızlığı büyüyen insanı yeni yönelişlere sürükledi. Kılıktan kılığa giren, ne var ki bir tek edebi kılığa giremeyen öyküler, şiirler, anlatılar devri başladı. İnanların yönlendirdiği modalar sanatın tek vericisi, alıcısı oldu. Böyle zamanlarda, herhangi bir savın keskin söylemine kurgulanan anlatı yükseldi.

Ne de olsa duyguyla sıvanıyordu.


Ne dediği anlaşılmayan ya da bedenimizin ayrıntılarına dürbünle bakıp anlatan ya da ay başı sancılarının öykülerinin yazarı araya sıkıştırdığı birkaç toplumcu söylemle yeni zamanların kurtarıcısı misyonuna erişti. Hem kötünün kötüsü vardı. İçinde boğulduğumuz bunalımlardan çıkış için, ruhumuzu jiletlememizi sağlayan mırıltıların akademik müzik kimliğiyle tartışıldığı günde, biraz 12 Eylül öncesi militanlığı katmak aşureye, adam olmaktı ve büyük işti. Hem ne bekleniyordu ki, hiç Şhiller var mıydı edebiyatımızda ya da Balzac? Bir Nazım geldi, bir Yaşar Kemal de, çok mu bilindi değerleri?


Özgür olmayan, alkış bulamayan, satacak şablonlara göre yürümeye çalışan yaratıcı güç alıcı bulamadı ve kurudu.


Kimse Marx'ın, Satre'nin, Camus'un neden şiire başvurmadığını sorgulamadı. Dev bir şairden Mayakovski'yi benzeri kimi şiirler yazmaya götürenin ne olduğunu da kimse sorgulamıyor. Bu Nazım'ın dünyanın en iyi şairlerinden biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor ama görmezlikten gelinecek bir olgu da değildir bence. Hadi ona dönemin gereği, modası diyelim, ya yeni kuşak şairlere ne demeli? Bizden midir; iyi, değilse kötü alemi cihan olsa. Düşünler, inanlar değişebiliyor, ama iyi şiir ya da evrensel olan sonsuza değin yaşıyor.


Düşünmek öğrenilebilir. İşlek bir zekanız varsa, iyi bir eğitim ve ilgi sizi çağınızın en iyi filozofu yapabilir. Ama şair, sanatçı? O zor işte. Yaratılışın yeryüzündeki dengeyi oluştursun, evrenseli savunsun diye özel yarattığı insandır, sanatçı. Yeryüzünde milyonlarca asker, birçok bilim adamı ya da zengin var, milyonlarcası da yetiştirilebilir ama bir ozan yetiştirilemez. O kendiliğinden vardır. Herkesi kucaklayacak bir türkünün yerine, sadece birilerini kucaklayacak özel ezgilere yönelmek ve bunun için şiiri kullanmaya kalkmak Eflatun'un iki bin beş yüz yıl önce şiire gösterdiği saygıyı göstermemek demektir ya da zoru başaramamak.

Yeterince yazar yetiştiren atölye, okul, kurs var. Siz hiç şair yetiştiren yer gördünüz mü?


Düşünmek, düşündüğünü ortaya koymak, bir inanı izlemek, şaire yasak değil kuşkusuz. Gelip geçen gündelik politikanın üstünde kalıp ulusal ya da evrensel politikayla ilgilenmesi de. Ama bunu şiirle değil, düz yazıyla, didaktik örneklerle yapabilir. Hem de çok güzel yapabilir. Sayısız iyi örnekleri de vardır. Başka türlü denenen şiir zaten büyüsünü yitirir, salt tortu olarak, Akif'in ya da Yurdakul'un kimi şiirleri gibi dizeleştirilmiş, uyaklı, ölçülü manzum öyküler olarak geride kalabilir...zaman zaman da hiçbir şey olmadan bir şey anlaşılmadan. Oysa gerçek şiirin anlaşılması söz konusu olamaz. O, mutlaka yüreğinizdeki özel tellerden birini yakalar ve tınlatır.


Kuşkusuz tınlayacak gönül teli kalmışsa...



Sevgili Yaz Annem Kitabı, sf. 42-47


Basım yılı 2000 /

*

EKLEYEN: Zeliha AYDOĞMUŞ

95 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/4

mavi

ADA

2002

Hayat ve Sanat

Emek veren herkesin ADAsı

  • LinkedIn - Beyaz Çember
bottom of page