Tüyap Günlüğü
top of page

Tüyap Günlüğü

Güncelleme tarihi: 2 Nis 2021




İstanbul Tüyap 2009 Kasım, maviADA Dergisi

28.Kitap Fuarında, maviADA dergisinin stantında imzadayken gerçekle sanrı arasında gidip geliyorum. Kitaba kutsal bir değer biçen köy enstitülü bir öğretmen babanın kızı olarak geç karıştığım, ama asla bitmesin istediğim bir düşü sürdürüyorum.


Bir kitap yazmak…


Anne olan bilir; gösterişli bir geleceği kuracağına inandığınız bir bebektir o…


Hayalim maviADA'nın desteğiyle gerçeğe dönüşmüş, kitabım yayınlanalı üç yıl olmuş.

Ne umutla beklemiştim, ilk kitabımı. O gün, sanki yaşamımda aklımın erdiği ilk bayramdı. En sevdiğim ayakkabılarım yatağımın başucundaydı, bir elim kaybolurlar diye hep üstlerinde…uyursun ya, öyleydim.

Dün gibi matbaa mürekkebi kokan kitabımdan gönderilenlerin elime vardığı zaman. Oysa ne çok zaman geçmiş…


Salt bana değil ki, maviADA ve onun çekirdeği KimseSİZ dergileri yazma heveslisi kaç kişiye liman oldu bilinmez. Kaç kişinin yazmasına, dergi çıkarmasına, kitabını yapmasına karşılıksız omuz verdi… İlk onda yazıp da kendini geliştiren, emek veren ülkenin en büyük edebiyat ödüllerini alan arkadaşlarımız var biliyorum. Minnetle bizi ananları olduğu gibi, ödülleri alınca bırak teşekkürü, biz artık büyüdük, bu dergiye sığmayız diyerek, kanatlanan, onca yılda hiçbir yere uçamayanları, ama umduklarına varamadan arkasız, kimsesiz kalınca geri gelenleri, onca yeteneğine karşın kaybolup gidenleri de anımsıyorum… Dergiler etik güç birlikleriydi, bunu fark edip gereğini yapacak kişiler varsa o dergi büyür, yazarını da büyütürdü.

Herkesin kendine çalıştığı bir dergi ise küresel sermayenin karşısında yem bile olamadan kaybolup çöpe giderdi


Böyle düşünmek burkuyor içimi… Bırak diyor aklım bana, bırak olumsuzlukları, güzel düşün:


Tekelleşen yazın, iyi yazsan da kendinden olmayana şans vermez diyordu, yanımdaki yazar dostlar. Kimin umurunda?..

Kitabım elimdeydi ya… Dünyanın bir yerlerinde her zaman, ben ölsem bile, birileri denk gelecek okuyacak, adımı anacaktı ya…


Öte yandan, kitabım kadar, hatta daha çok önemsediğim, kuruluşunda ve yayın serüveninde hep yoldaşlık ettiğim maviADA’nın her geçen gün biraz daha kökleşmesi, kurumlaşması gururumu okşuyordu… İtiraf etmeli KimseSİZ'de cesaret edememiştim, ilk deneylerimdi, hayal gerçek olabilirdi, ama ruhen hazır değildim, o nedenle birkaç kez takma adla yazar olmuşsam da çoğu seyirciydim. Bu nedenle olsa gerek maviADA'nın KimseSİZ'İn yerini alışında, yapılanmasında yer almayı özellikle istedim Şenol Yazıcı'dan; onun yayın hayatının içinde yer almak, sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak yaşamıma apayrı bir anlam katmıştı. Yazmaya ilk onlarla başlamış, ilk öykülerim onda yayımlanmış ve kitabım da onun destek ve katkılarıyla çıkmıştı. Çok etkinlikte onun bir yazarı olarak diğer yazar arkadaşlarımla çıkıp sunumlar yapmıştım. O, zaman zaman ülkenin kimi yerlerinden bize katılanlarla birlikte bin bir emekle yarattığımız, yaşattığımız çok emek isteyen, ama verileni inkâr etmeyen çocuğumuzdu.


Dün sokağa çıksa endişelendiğimiz, şimdi üniversite sonda okuyan, Avrupalarda gidip gezip burnu bile kanamadan gelen kızım Eylül gibi, dergimiz de şimdi gürbüz bir genç olmuş, kendi mahallesinden çok uzaklarda İstanbul Tüyap’ta uluslar arası kitap fuarında, emsallerinin, dahası dev yayınevlerinin yanında hiç de ezilmeden gösterişle dolaşıyordu.


maviADA Dergisi daha önce de hemen hemen bütün büyük fuarlarda yazarlarıyla yer almıştı. Ne var ki, bu seferki istanbul Tüyap, dergi için önemli bir adımdı; çünkü ilk defa, fuar boyunca kendine ait bir standı olacaktı. Sekiz gün boyunca açık olan stant dergi yazarlarının okurlarıyla buluşması, kitaplarını imzalaması, sergilemesi için güzel bir fırsattı. Aramızdaki deneyimli, önceden bir kaç kitabı çıkmış olanlar için öyle gözükmese de, bizler gibi yeni başlayanlara, çılgın bir okyanusun ortasında bir fener gibi gözüküyordu maviADA’nın küçük, hoyrat kuzey rüzgârına açık kapı ağzındaki küçük standı.


Ülkenin farklı kentlerinden gelen maviADA yazarlarıyla o limana sığınmış, Tüyap’ın ekonomik beklentilerin oluşturduğu keskin bıçak gibi havanın, koşuşturmaların, uğultunun dışında kalarak demlediğimiz çayımızı içiyor, baba evindeymiş gibi erinçle sohbet ediyorduk. Aramızda kendi kitaplarını kendisi yapmış, imzaya gideceği yeri olmayan üyemiz olmayanlar da vardı.


Dergi Mevlana gibiydi, yüreğinde kültür sanat sevgisi olan herkese karşılıksız açıktı. Kimse bizden çok kitap satmamızı, bilinçsiz bakınan okuru ayartmamızı beklemiyor, bizler de bir

güzellik yarışmasındaymış gibi duyumsamıyor, olağanüstü kahramanlar gibi gözükmeye uğraşmıyorduk. Burası savunduğu gibi bir yerdi. maviADA ülke kültürüne edebiyata katkı,

düşünene atölye, yazmaya, anlatmaya niyetliye okul, güzel şeyler üretenin yaptığını sunacağı salondu.

Derginin “Yazınımızda Tekelleşme” yi konu alan bir de panel etkinliği de vardı fuarın üçüncü günü. Bu etkinliği, bir Anadolu dergisinin kıt olanaklarıyla, Uluslararası bir Fuar’da derginin on yazarıyla yapıyor olması da alkışlanacak bir ilkti kuşkusuz.


Dergiyi bugüne taşımakta büyük emeği geçen yayın yönetmeni Şenol YAZICI’nın, etkinlikte benim de katılımcı olarak yer almamı istemesi elbette onur vericiydi. Sevinçle katılacağımı belirttim. Derginin güz sayısında, ulusal gazete dergi ve televizyonlarda yer alan etkinlik programlarında da duyurulduğumu görmek, uzaklardaki akrabalarımın medyadan görünce arayıp başarılar dilemesi beni çok mutlu etmişti.


Hevesle hazırlanmaya başladım. Zor bir konu değildi. Yazın dünyasına bulaşan herkesin, hatta bilinçli bir okurun bile bu konuda söyleyeceği çok şey vardır, eminim. Yine de Tüyap gibi bu işin bir tür arenası olan bir yerde onca deneyimli yazarla yan yana konuşma düşüncesi ürkütüyordu beni. Daha önceki konuşmacı olduğum etkinliklerde böyle duyumsamamıştım oysa şimdi ne oluyorsa bana. Tüm hazırlığımı gene de yaptım.


Ancak, bir hafta kala bir nedenle gittiğim doktor aşırı heyecanı kaldıramayacak bir rahatsızlık geçirdiğimi söyleyince kalakaldım. Şenol Yazıcı’ya durumu ilettiğimde önce inanmadı, abartıyorsun dedi, sonra küçük bir risk bile varsa katılmaman daha doğru dedi. O anda ne kadar üzüldüğümü anlatamam, ama doktorun uyarısını hesaba katarak çok da itiraz etmedim.

Yine de kararlıydım, dergimi o gün yalnız bırakmayacaktım, imza günüme gidecek, etkinlikte bulunacaktım.


İmza günümde Emine AZBOZ, Sultan Su ESEN ve Zübeyde Seven TURAN’la beraberdik. Medyanın reklâm bombardımanıyla pompalamadığı her yazar gibi, uğrayan birkaç kişiyi saymazsan, hiç yorulmadık. Sonra birkaç farklı etkinliğe izleyici olarak katıldım. Uluslar arası ünü olan yerli, yabancı yazarların söyleşilerinde bile salonlar bomboştu. Yazarların yerine şimdi bir şarkıcı olsa tıklım tıklım dolardı. Ne olmuştu bu halkımıza? Oysa okumak kısa bir süre önce ne kadar değerli bir özellikti.


Kendi kendime görünen, bizim etkinlik farklı olmayacak, izleyici olmak konuşmacı olmaktan daha önemli şu an, diye düşünüp teselli buluyordum.


İmza günümün ertesiydi etkinlik. Fırtınalı, yağmurlu o sabah hiç erinmedim, Taksim’den kalkıp yaşadığım kente göre en büyüğünden bir ülke gibi duran İstanbul’un öteki ucundaki fuara ulaştım. Saat yaklaşınca da panele katılacak yazarların isimleri anons edildi. İsmimi duymak olağanüstü heyecanlandırdı beni. Heybeli Ada Toplantı salonu, öteki kentlerdeki Tüyap salonlarına göre küçüktü. Deneylerinden zaten izleyici gelmediğini bilen yetkililer salonları küçük tutuyordu, ama güzel döşüyorlardı, demek ki. Bir kütüphane havasındaki salonun duvarları boydan boya kitaptı. Daha önce Bursa’da yaptığımız etkinliklerde tıklım tıklım dolan büyük salonlarımızı aklıma getirince buraya sığmayacaklar diye düşünmüşsem de, içeride çok insan olmadığını görünce rahatladım. Ama kızdım da bir yandan, İstanbul’da yazısı bizde yer alsın diye çırpınan, ileti üstüne ileti, telefon üstüne telefon eden onca maviADA üyesi vardı, şimdi nerdeydiler? Ya üyemiz olmadığı halde Edirne’den geldiğinde dışarıda bırakmadığımız, kendimiz kalkıp imzasına yer açtığımız arkadaş başta olmak üzere, hiç tanımadıklarımız şimdi nerdeydi? Nankördü bu yazın dünyası? Büyük sözlerine, erdem dağıtmalarına karşın çok nankördü.


İlk söz, yağmur ve fırtına sebebiyle Anadolu yakasından programa ucu ucuna yetişen Gülsüm Cengiz’e verildi.

G.Cengiz kötü deneyimlerinden örnekler vererek yazın tekelciliğinin, yazana yansımalarını anlattı. Okuyucunun, edebiyat dünyasının sermaye - mal ilişkisinden dolaylı olarak nasıl etkilendiğine, bazı yayınevlerinin dayatmalı uygulamalarının önüne nasıl geçilebilir diye düşünmek gerektiğine değindi. Zübeyde Turan ikinci sözü Öner Yağcı’ya verdiğinde, Yağcı’nın izleyici azlığına serzenişle: Yedi de yedi maç yapacağız galiba… sözleriyle ortam birden gevşeyerek kahkahalar koptu. Yağcı, her ne kadar sermayenin, yapıtlara pazarlanacak meta gözüyle bakıp, reklâm araçlarını sonsuz kullansa da, gerçek sanatın hep var olacağını bunu hiçbir gücün engelleyemeyeceğini savunması konuşmasının özünü oluşturdu. Onca o kadar büyük yayınevlerinin desteği ile yıllardır sürdürülen dergiciliğe inat, Anadolu dergiciliğinin hala var olma çabalarını anlattı. Büyük bir özveri gösteren taşra dergiciliğine örnek de MaviADA’yı gösterdiğinde, doğrusu içten içe gönendim.

Sultan Su Esen ve Emine Azboz’ da kendi yazarlık yolculuklarında kaçınılmaz bir biçimde denk geldikleri tekelleşmenin hışmına dair anılarından söz ettiler.


“Yazında Tekelleşmenin” konu alındığı panelin yayıncılık dünyasından konuğu Can Öz’dü. Özellikle geçmiş yıllarda herkesin kitaplarının çıkmasını istediği; takdirle anılan yazar Erdal Öz’ün kurup güçlendirdiği Can Yayınlarının varisi Can Öz, gençliğine karşın, donanımlı olduğunu gösterince ilgi topladı. Gerek dünya ülkelerinde, gerekse bizdeki yayın politikasına, tekelleşen yayıncılığa yaptığı değinmelerin herkesi ilgilendirdiği katılımcı yazarların yönelttiği sorulardan da belliydi. Can Öz, çözüm için batı ülkelerinde örneklerini gördüğü gibi bir yol öneriyordu. Her ilde, her kentte küçük yayınevleri açılmasını öneriyordu. İnsanlar kendi kitaplarını kendileri yapsınlardı. Nasıl dağıtırlar, nasıl satarlar sorusu boşlukta kalmıştı ama fena düşünce değil gibi geldi..

Bize ayrılan süreyi geçirmiştik.


Programı bağlayıcı konuşma için son sözü maviADA’nın yayın yönetmeni Yazar Şenol Yazıcı aldı. Tekelleşmenin, biraz da kaçınılmaz olarak yaşamın her alanında artık var olduğunu, doğru olmayanın, rekabet eden kurumlar ya da düşüncelerin tek el biçimine dönüşürken kullandıkları acımasız yöntemlerde görüldüğünü, buna karşı koymanın en iyi yönteminin de bilinçli insana yaslanmak, bireye fırsat vermek olduğunu ve kişisel olarak da çözümü "KORSAN KİTAP " yazmakta gördüğünü söylemesi ilginçti.

Genel olarak, konuşmacıların söylediklerinin hepsine katıldığını ve yinelemenin gereksizliğini belirterek bir başka yöne kısaca değinmek istediğini belirtti: Tekelleşmenin önüne geçmek mümkün değil. Gerçekte herkesin böyle bir ideali var. Bir dergi olarak bizim de bir alternatif gelenek başlatma düşüncesiyle bir araya geldiğimizden, söz etti. Belki para beklemiyoruz, belki bilinen anlamda iktidar değil derdimiz, ama her dergi bir iktidar, her dergi bir kurallar bütünüdür. Bunu yapabilen anlamlıdır. Bu da bir yönlü tekeldir. Toplumsal ahlâk da bir tekeldir. Bence tekelde kötü olan, uygulanma biçimi, birilerinin ötekileştirilmesi, yok sayılması, insanın hiçlenmesi olsa gerek. Önlem için, sözün güçlenmesi, ütopyaların yaşama geçirilmesi için yetişen bilinçli bireyin özgün düşüncelerle ortaya çıkması gerektiğine değindi. “ Son eylem için kitleler gereklidir kuşkusuz, ama aydınlık ve özgün düşünceleri bireyler yaratır, tekeller değil. Kıvılcımı birey çakar… Spartaküs var diye başkaldırı vazgeçilmezidir, çaresiz insanın, Muhammet var diye Müslümanlık, İsa var diye Hıristiyanlık, Atatürk var diye çağdaş Türkiye Cumhuriyeti vardır…Sonuç olarak tekelleşmenin önüne geçmek olanaksız, yazar olarak yargım biraz kich olsa dahi, birini bulup kitabımı korsan yaptırmak, iyi gelebilir.

Program için bize ayrılan zamanı geçirdiğimizden sözü çok uzatmayı doğru bulmadığını söyleyerek, katılımcı yazarlara tek tek teşekkür etti. Ayrıca Can Öz’e dönerek: “Babanızla kısa süreli de olsa dostluğum oldu, siz de onun ruhu var. Önümüzdeki yapılacak olan, Bursa, Ankara ve İzmir Tüyap’ta da yanımızda sizi de görmekten mutlu olacağız, bunun sözünü verirseniz seviniriz.” dedi. Can Öz’ün: “Elbette seve seve katılırım” sözleri, herkesten kuvvetli alkış topladı.

Sonradan gördüğü ilginin sarhoşu olduğu, verdiği sözleri de o nedenle pek iyi anımsamadığı anlaşılacaktı ama…olsun, o gün mutlu edecek bir gence ihtiyacımız varmış demek ki…


Neredeyse bir buçuk saati bulan etkinlik programının ardından, katılımcıların birbirlerini kutlamaları aldı sırayı. Bir başka etkinliğe hazırlık nedeniyle salonu boşaltmamız nazikçe hatırlatıldı. Bu çok zaman almayacaktı kuşkusuz. Etkinlik sonrası, kendimizi özel hissettiren VĐP salonunda, çaylı sohbetli dinlence Tüyap’ a yazar olarak katılmanın en keyifli yanıydı…


Konuşamamıştım, ama bir izleyici olarak çok önemli bir sorumluluğumu yerine getirdiğime inanarak, gönlüm rahat dinlenceye katılmayı ihmal etmedim.

*

maviADA Ocak 2010,21.Sayı

24 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page