Bir Tatlı Huzur
- Nurten B. AKSOY

- 4 saat önce
- 2 dakikada okunur

NURTEN B. AKSOY
*
Yahya Kemal üstadımızın "Bir tatlı huzur almaya geldim Kalamış'tan" dediği gibi, bazen bırakın "tatlısını" biraz HUZUR bulmak için alıp başınızı kaçmak, bir yerlere gitmek istersiniz. Kış mevsimine inat, hava günlük güneşlik olsa da kara bulutlar dolanır etrafınızda...
Halil İbrahim sofralarında birileri tıksırıncaya kadar yiyip içerken, pazarlardan çürüğe çıkmış meyve ve sebzeleri toplayan emekliler, sabahın kör karanlığında okula gitmeye çalışan çocuklar gelir gözünüzün önüne ya da her gün duyduğunuz kazalar, ölümler parça parça eder yüreğinizi…
İşte böylesi zamanlarda Kalamış, Moda kesmez içimdeki sıkıntıyı, kabristanlar düşer aklıma. Her kafadan saçma sapan sözlerin döküldüğü demlerde "Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde" dercesine, o sessiz kabirler huzur verir bana.
İşte bu duygularla Eyüpsultan'a gitmek üzere düştüm yola, oraya varana kadar da kulaklarımı tıkadım, gözlerimi "bakar kör" yaptım, etrafımdaki çirkinlikleri görmemek ve duymamak için...

Mutadım üzre Eyüp Sultan türbesine uğrayıp dualarımı ettikten sonra, Piyerloti'ye doğru vurdum kendimi yokuşa. Yolda "ağzı yok, dili var" ne çok tanıdığa rastladım bilemezsiniz.
Yokuşun sol tarafında bir yerlerden bir ses, Necip Fazıl'ın sesi çalındı ilk olarak kulağıma:
"Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum..."
Yolun karanlığa saplanan noktasına doğru tırmanırken bir başka ses, Ahmet Haşim'in sesi kesti yolumu;
"Yorgun gözümün halkalarında
Güller gibi fecr oldu nümâyân,
Güller gibi... sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nâlân;
Gün doğdu yazık arkalarında!
Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrârını ömrün eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her akşam
Âlemlerimizden sefer eyler?
Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Üstümde semâ kavs-i mutalsam!
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!"
Gerçi vakit henüz akşam değildi ve bana eşlik ederek ömrün tekrarını ilan eden kuşlar yoktu dallarda... O dik yokuşlu yolun iki tarafındaki kabirlerin üstüne kurulmuş, sessizce mırıldanan başka dostlar yoldaşlık ediyordu bana. Sonra bir ara bir komutanın, Mareşal Fevzi Çakmak'ın Fatiha isteyen sesini duydum bir sebilin başında...
Çocukken bize bir kabristana gittiğimizde oradakilerin tümüne Fatiha okumamız gerektiği öğretildiğinden, zaten yokuşu tırmanmaya başladığımdan beri içimden dualarımı okuyup duruyordum. Şehrin pisliğinden, kargaşasından sonra burası gerçekten "Asude bir bahar ülkesiydi"...
Siyah mermerden yapılmış, rengarenk çiçekler içindeki görkemli kabirlerin yanında, üzerini otlar bürümüş, taşları kırılmış, adı silinmiş kabirler ulu ağaçların gölgesinde, Altınboynuz'un masmavi sularına bakıyordu. Mezarların üstü çeşit çeşitti ama ya altı? Sonuçta hepsinin yattığı bir avuç topraktı işte...

Neyse tepeye vasıl olup, çayımı içip biraz nefeslendikten sonra dönüşe geçtim. Malum inişler her zaman daha kolaydır; nefesiniz kesilerek çıktığınız tepelerden bir solukta iniverirsiniz. İşte o yokuşu inerken farkında olmadan bir şarkının sözleri dolandı dilime niyeyse...
"Kimseye etmem şikayet; ağlarım ben halime*
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perde – i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime…"
*İhsan Raif Hanım























































Yorumlar