top of page

Peri İsiyin'in Köpeği



Süleyman REİS


Bir tatil günüydü. Orta kahvede geniş alandaki masada oturmuş, öteden beriden konuşuyor, bir taraftan da günü nasıl değerlendirsek diye düşünüyorduk. Arkadaşlardan biri, tam bir av havası var dedi. Hava açık ve pırıl pırıl idi. Yağmur ve soğuk da yoktu. Bu düşünce hiç fena değildi. Herkesin aklına yatmıştı. Hep birlikte hareket ettiğimiz, hep birlikte oturup kalktığımız uyumlu üç dört kişilik bir grubumuz vardı. Arkadaşlardan biri adeta içimizden geçen hasreti seslendirmişti. Ah, bir de av köpeği olsaydı. Evet, söylediği doğruydu. Önümüzde uzun bir gün vardı, hava da çok müsaitti. Dağ tepe dolanır köpek sayesinde neşeli bir av yapabilirdik. Ama bu bizim için hayalden öte bir şey değildi.


“Bende var.” dedi birisi. Dönüp bakmıştık sesin sahibine. Bu, ayakta dikilmiş bizi dinlemekte olduğunu yeni fark ettiğimiz Peri İsiyindi. Adı Hüseyin idi. Komşularımızdan birinin yetişkin oğluydu. Yakın akraba evliliğinden olsa gerek doğuştan gelme farklılıkları vardı. Orta boylu, kısa bedenli, uzun bacaklı, dirsekleri kalçasına inecek kadar uzun kollu, tepesine doğru sivrilmiş ince kafalı, geniş ve öne çıkık çeneli, neredeyse yanaklarına varan düz ağızlı, siyah kalın kaşlı, cam gibi parlayan iki büyük gözlü birisiydi. Bu özelliklerinden ötürü herkes onu Peri İsiyin olarak bilir, Peri İsiyin olarak tanırdı.


“Senin av köpeğin mi var.” diye sormuştuk ki, “Evet var.” dedi. “Bildiğimiz gibi, kuş avına giden köpek mi.” “Evet kuş köpeği.” Ve devamla, “İsterseniz gidip getireyim.” dedi. Neden olmasın ki, zaten arzumuz da bu değil miydi, iyi o zaman git getir, yarım saat sonra seni Sesara yol ayrımında bekliyor olacağız dedik. Biz de hazırlıklarımızı tamamlayıp dediğimiz yere vardık. Biraz sonra Peri İsiyin omuzunda tekli kırma bir tüfek, tüfeğin demiri baş hizasını epeyce yukarı geçmiş, dipçiği yere yakın, ayaklarında kara lâstik, paçaları çoraplarının içine sokulmuş, ince ipini elinde tuttuğu boynundan bağlı gösterişli bir köpekle yaylana yaylana çıkageldi.


Köpeği görünce memnuniyetle birbirimize baktık Umduğumuzdan ve beklediğimizden daha iyi bir köpek olduğu kanısına varmıştık. Bu, yapılı, oldukça iyi bakımlı, üzerinde el büyüklüğünde siyah alacaları olan beyaz bir köpekti. Uzun kuyruğu, kepçe kulakları, kocaman burnu, büyük bir ağzı ve dışarı sarkmış kürek gibi dili vardı. Köpek kıvrıla kıvrıla etrafımızda dönüyor, bir taraftan bizi kokluyor, biz de başını okşuyor, sırtına pat pat vuruyorduk.


Her şey yoluna girmişti. Artık gidebilirdik. Yola koyulduk. Balabanın Virajına varmadan fındıklığa girdik, rampa çıkmamak için normal bir meyille Sesara kayalıklarına yöneldik. Sahaya varıp birer tüfek menzili açılıp yeni dağılmıştık ki görebildiğim tek arkadaş kayanın üstünde dikilmiş yanına gitmem için işaretler yapıyordu. Yanına vardığımda birbirine üstten yaslanmış kapı büyüklüğündeki iki taşın oluşturduğu küçük bir mağaramsı deliğin önünde duruyordu. “Şuraya bir tavşan girdi, sen kolla, ben onu çıkarmaya çalışayım.” dedi. Epey uğraştı, her yolu denedi ama tavşanı girdiği bu delikten bir türlü çıkaramadı.


“Göz göre göre bu tavşanı burada bırakıp gitmem.” dedi arkadaş. Ne yapmalıydık. Diğer iki arkadaş da gelmişti. “Git şu deredeki evden bir kazma al gel.” dedi Peri İsiyin’e. Bir müddet sonra kazma gelmiş, arkadaş yan tarafından kayalardan birinin dibini kazımaya başlamıştı. Tam bu esnada tepeden aşağı inmekte olan iki köpekli beş altı kişilik başka bir avcı grubu kazı işlemini görünce soluğu yanımızda aldılar. Her ne kadar olayı anlatmış olsak da bize pek inanmamışlardı. İçlerinden biri ”Bakabilir miyim.” diye sordu. Arkadaş ile birlikte sağa sola açıldık, meraklı avcının gelip bakması için küçük mağaraya yönelmiş tüfeklerimizi çektik.


Meraklı avcı küçük mağaranın önüne geldi. Sol dizi bükülü, sağ dizini ve sağ elini yere koydu, sol eliyle taşa tutundu. Delikten içeri bakmak için başını uzattı. Arkadaşımız ise baştan beri hiç istifini bozmadan kazımaya, meraklı avcı da incelemesine devam ediyordu. Başını biraz daha içeri sokmuştu ki tam bu esnada tavşan içerden fırladı. Önce yüzüne, sonra göğsüne çarptı. Meraklı avcı “Oy anam.” diye bağırarak bir metre havaya fırladı. Tavşan bacaklarının arasından geçti, kendini iki insan yüksekliğindeki kayadan aşağı attı. Hazır beklemede olan bir iki tüfek patladı, tavşan anında vuruldu. Misafir avcıların köpekleri, hemen, vurulmuş tavşanın başına üşüştüler. Köpeklerden biri ölü tavşanı hırsla ağzına alıyor, biraz silkeledikten sonra bırakıyor, bu sefer diğeri kapıyor, hırsla sağa sola sallıyordu.


Yabancı köpekler avımızı kapmış bizim köpek ortalarda yoktu. Sahi, bizim köpek neredeydi. Önce birbirimize, sonra etrafımıza baktık. Bizim o gösterişli, o süslü av köpeğimiz dereye inmiş, tarihi Mühürcü köprüsünü geçmiş, can havliyle kaçıyordu. Dudaklarımızda hafif bir tebessümle öylece donakaldık. Bir arkadaşımız tüfeğine bir tane tek misket sürdü ve köpeğe doğru patlattı. Güüm. Bir taraftan Kahkahalarla gülerken köpek de karşı kayaların arasından inen dik patikaya varmıştı. Biraz hızı kesilmişti, dik rampada adeta eşiniyordu. Arkadaş tüfeğine bir tek misket daha sürdü ve güüm diye yeniden patlattı. Bu hengâmede köpek gözden kayboldu. O yüksek sesle gülmesine devam ederken bir taraftan da “Şerefsiz, ancak gidersin.” diyordu.

 

 

Süleyman REİS

           Trabzon, 28 Nisan 2020

Comentários


1/386
1/5
bottom of page