Yardımseverlik Evcilleştiren Bir İlişki midir?
- Suat öğretmen Delibaş
- 24 dakika önce
- 3 dakikada okunur

Suat DELİBAŞ
Dönemin bakanı Edirne ziyaretinde kanser ilaçlarının tedariki için derdini anlatmaya çalışan Dilek ÖZÇELİK'e cebinden çıkardığı parayı vermek istemişti. Dilek, bu davranış karşısında gözyaşlarına boğulmuş ve "Ben dilenci değilim!" diyerek kendisine uzatılan parayı reddetmişti.
Aslında bir yurttaş olarak Dilek ile devletin temsilcisi bakan arasında cereyan eden hadise, üzerinde düşünülmesi gereken derin bir sosyolojik ve siyasi meselenin kapısını aralar. Ülke olarak içinde bulunduğumuz bazı gerçeklikleri ve olması gerekeni gözler önüne serer.
Bu diyalog, bir yurttaş ile devlet temsilcisi arasındaki ilişkinin doğasını, yardımseverlik olgusunun ardındaki güç dinamiklerini ve vatandaşlık bilincinin anlamını sorgulamamıza vesile olur.
Dilek, bir "yurttaş" olarak bakandan yardım dilenmiyordu. kendisini bu duruma iten devletin, asli görevini işaret ediyordu. Devlet bu ilacı temin etmeli, karşılamalı ve ben gibi olanların güvencesi olmalıdır. Ha keza devletin asli görevi de bu değil midir? Vatandaşını yardıma muhtaç etmemek!
Bakanın yaklaşımı ise "yardıma muhtaç duruma itilmiş" Dilek'in yerini göstermek ve “edilgen" konumunu hatırlatmaktı. Bu, devletin sosyal sorumluluklarını bir lütuf gibi sunma eğiliminin bir tezahürüydü.
Peki yardımseverlik bir "evcilleştirme" aracına dönüşebilir mi?
Doğada kendi başına bir hayvan, yaşamını en iyi şekilde idama ettirir. Muhtaç değildir. Özgürdür. Evcilleştirilmiş bir hayvan ise insanın yardımına muhtaçtır. Edilgen pozisyondadır. Sahibi onu kendisine muhtaç olacak pozisyona getirmiştir. Onun verdikleri ile beslenmek, onun koyduğu kuma ihtiyacını gidermek, onun sevgisine muhtaç olmak ve sınırları belirlenmiş bir alanda yaşamak zorunda kalmıştır. İtiraz edemez aksine itaat eder. Doğada yaşayan hayvan ile evcil hayvan arasındaki fark ; doğadaki hayvanın lehinedir çünkü o özgürdür.
Aynı şekilde, yardım ilişkisi de taraflar arasında bir bağ kurar. Ama bu bağ eşitlik temeli üzerinde devam eden bir ilişki değil; etken ve edilgen pozisyonda ilerleyen bir ilişkidir.
Bu durum, yalnızca bireysel ilişkilerle sınırlı değildir. Günümüzde yardımseverlik; vakıflar, dernekler, cemaatler ve siyasi partiler gibi yapılar eliyle kitlesel bir kontrol mekanizmasına dönüşmüştür. Ve bu etken grup yöneten pozisyonundadır. Karşısındakinin pozisyonundan da gayet memnundur. Yoksulluğun sürdürülebilir kılındığı, insanların “yönetilebilir” kitleler haline getirildiği bu düzende; güç olma, yönetme, konsolide edebilme ve artı psikolojik tatmin.
Yardım edilen kişi ise "eleştirel bir bilinç" sahibi olmadığı için bulunduğu pozisyonu, neden bu durumda olduğunu ve bu durumdan kurtulmanın yollarını sorgulayamaz, mücadelesini veremez.
Üniversite öğrencisi Dilek ise bu bilince sahiptir. Ben dilenci değilim diyerek, bir "yurttaş" olduğunu ve devletin yurttaşına sağlığıyla ilgili her türlü hizmeti sunması gerektiğini hatırlatıyordu. Bunu en iyi dillendirebileceği ve kamuoyu oluşturacağı ortamı gözetmiş ve yakalmıştır.
Paulo FREİRE, "Eleştirel Bilinç İçin Eğitim" adlı kitabında;
"Yardımseverliğin en büyük tehlikesi şiddetli diyalog karşıtlığıdır; bununla sessizliği ve edilgenliği empoze etmek suretiyle insanların bilinçlerini geliştirmeye da "açmaya" yatkın koşulları yadsır." der.
Yardımseverlik kişiler arası bir ilişki durumundan öte kurum, kuruluş, vakıf, dernek, cemaat, siyasi partiler ve onlara bağlı çeşitli yapılar elinde bir iktidar aracına dönüştürülmüştür. Bu yapılar Ellerindeki güç sayesinde kitlelerin mahkum edildiği yoksulluğu çok iyi yönetmektedirler. Yardıma muhtaç bırakılmış, bulunduğu durumu sorgulamayan, ayıkmayan, yönetilebilir, istendiği zaman bir fikir, bir grup, bir kişi, bir parti... etrafında konsolide edilebilen topluluk. Yardımsever kurum ve kuruluşlar geleceği kendi anlayışları doğrultusunda dizayn edebilmek, yürütmek, gücü ve kontrolü elinde tutmak için " yardımseverlik" düzeninin en yılmaz savunucuları olmaya devam edeceklerdir.
Unutmamak gerekir ki yardım eden el, aynı zamanda “yer gösteren” eldir. Bu el, karşısındakini borçlu kılar; minnettarlıkla, hatta bazen suçlulukla bastırır.
Aslolan ise devletin vatandaşını yardıma muhtaç etmemesidir. Herhangi bir afette televizyonlarda bir gösteriye dönüşen; "hayırseverlik" egosuna muhtaç edilmemiş, hak temelli ve onurlu bir "yurttaşlık bilinci"ne sahip bireyler olunca gerçek bir toplum oluruz.
Yardımseverliğin psikolojik rahatlık, tatmin veya ruhunu tamir etme boyutu ise bana sorarsanız insanlığın en aciz halidir.













































Yorumlar