ARABA ŞEYSİ!
- Suat DELİBAŞ
- 22 dakika önce
- 2 dakikada okunur

Suat DELİBAŞ
*
25 yıl önce, eski model ....marka ilk arabamı almıştım. Arabaya gözüm gibi bakıyorum, tek laf ettirmiyorum. "Böyle rahat, şöyle konforlu, çok geniş, bir yol tutuşu var anlatamam, manevra desen... say say bitiremiyorum." Haftada bir yıkamacıya götürüyor, elimde göğüs parlatıcı, jant cilasıyla arabayı okşayıp duruyorum.
Bir müddet sonra, arabada bir arıza, iki arıza, tekleme, aşırı benzin yakma derken sanayiden çıkamaz oldum. Tamirci arkadaşlar:
— Ya Suo, oğlum, değiştir şu arabayı. Daha iyisini al kendine, yoksa maaşı bu arabaya gömeceksin!
deseler de ben inatla:
— Yok ya, benim arabam çok iyi. Karalamayın, iftira hepsi şeklinde karşı çıkıyorum.
Bir ara gerçekten "Çok mu yakıyor acaba?" diye düşünürken yeni moda bir akım aklıma geldi ve benzin sorununa çözüm buldum: Yurt dışından getirilen Lovato marka bir LPG taktırdım. “İyi oldu, süper oldu.” diyorum ama bu defa da LPG kaynaklı bir sürü problem... Yine sanayiden çıkamıyorum. Hatta sanayideki arkadaşlarla bizim ora işi sabah kahvaltıları bile yapmaya başladık. Ne de olsa müdavimiyim sanayinin.
Bir gün sohbet ederken, tamirci arkadaşım bir doktora gitmiş; kırık parmağını göstermek için. Film falan derken, doktor "Yok bir şeyin, incitmişsin." demiş. Bizimki ağrıdan duramıyor. Başka doktorlara göstermiş veeee... parmak kırık!
"Oğlum, siz bu üniversite diplomalarını kasaptan mı alıyorsunuz?!"
diyerek kahkaha attı.
Ha, unutmadan: Arabayı ilk kullandığım günlerde, önümdeki arabaya dikkatsizlik mi, acemilik mi desem bilemedim ama tam geçirecekken son anda frene basıp durabildim. Önümdeki şoför kafayı camdan uzatıp:
"Ehliyeti bakkaldan mı aldın be gardaş!"
dedi. Geleceği gören büyüklerden biriymiş vesselam...
Sonra arabam, canım sevdam, her gün türlü türlü arızalar çıkarmaya devam etti. Öyle ki bir hafta önceki arızayı unutup o günkü arızayla uğraşmaya başladım. “En büyük arıza bu!” derken, yeni bir arıza baş gösterdi. Gündem... pardon, arızalar türlü türlü!
Bir de benim marka arabanın fanatiklerini keşfettim. Cafcaflı jantlar, yere yakın lastikler, havalı sesler çıkaran egzozlar, kırçıllı ve renk renk koltuk kılıfları... Kimseye tek laf ettirmiyoruz. Zaten büyük bir grubuz, öyle laf maf edeni... âlim Allah! Neyse...
Sonra mı? Sonra yine o eski, kötü arabamızı çevreye capcanlı, emsalsiz, rakipsiz bir araba olarak sunmaya devam ettik. Kendimiz de inanıyorduk açıkçası. Hatta bazen konvoylar yapıp otoyollarda gösteriler bile düzenledik.
Neyse, çok uzatmayayım; bu defa kaporta çürümeye başladı. Artık gerçekle yüzleşmem gerekiyordu. 34 plakalı, hiç arıza yapmayan (!) arabamdan vazgeçtim.
"Vardır daha iyisi be kardeşim!"
dedim, onu oto pazarında sattım.
Dünya varmış...
Yorumlar