Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim
Kulağım kirişte
Ölümü özledim anne
Yaşamak isterken delice
ve korkak
yorgun
uykusuz
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
kısa ve soğuk bir zamandır
ışık hızıyla koşan
oysa benim için gece
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
birdenbire batacak olan
koşma anne
bir ülkeyi armağan
ve kıza kesmiş
tepeden tırnağa oğula
herbir anneye
yüreği avcunda koşan
(ah verebilseydim keşke
çırpıntı gözlerini
ısırırken
Yüreğin avcunda
Sonra bir umut koşuyorsun
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
Sen aralıyorsun yağmuru
Orada yitik bir anne ağlıyor
Ülkemin neresine bakarsa ay
Sarı bir yağmur
Islak
Günlerden salı
Bugün görüş günü
2
yanağımda tomurcuk
usulca açılıverdi
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
diretmişliğimle genç
düşlerimle sınırsız
korkak kahraman gecelerimi
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
sen de üzülme
sen de anne
üzülme ne olur
boşver hipokrat amca
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
sanırım baytardı
3
mutlu bir yusufçuk havalansın
güneşli güzel günlere inanan
düşün ki o an
düşün ki yüreğin sallansın
insanları düşün anne
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
ve o şafaktan doğma
uzun döverken darağaçlarını
her mayıs şafağında uzun
deniz'i düşün anne
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
torlak kemal'i düşün anne
börklüce'yi
şeyh bedrettin'i
pir sultan'ı düşün anne
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
bayraklar ve türkülerle
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
sıcak omuzlar değerken omzuma
4
güneşli güneşsiz akşamlarda
ölüp dirildim yeniden
yalçın kayalardan biriydim
kartalların konup kalktığı
açık alanlarda ağır
kurşunlar sıktılar alnıma
yürüdüm yıllar boyu
havadaki kuş denizdeki balık adına
kardeşlik adına
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
tahtadan atların boynuna çıplak
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
özgürlük adına ekmek adına
mutlu yarınlar adına
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
kalsa da silinir gider
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
ıraktı gözlerim çok ırak
dönüp bakmadım arkama
bütün gözler üstümde
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
ne garip şey anne
tören adımlarıyla ölmek
5
idam mahkumunun
değişmez dekoru mudur
ve çingene kuralına uygun
büküm büküm bir ip
yağlı
geride flu
sandalye
kağıt kalem
cılız titrek bir kibrit
içinde rengi bu gecenin
yanında küçücük bir cam bardak
masa üstünde üşüyen bir sigara
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
oysa birazdan boynumu kıracaklar
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
6
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
anladım ki küllenen sigaradır
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
ben ölümü asıl az ötede titreyen
kendi buruk kanımı içtim
oturup yıldızlar içinde
yıldız uçurmak varken
alacaşafağında ülkemin
yani benim güzel annem
giderken darağacına
bir açıklaması vardır elbet
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
ne garip duygu şu ölmek
7
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
ağlayıp koklayacaktın
gözleri değsin istemedim
elleri değsin istemedim
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
bağışla beni güzel annem
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
geride
8
yakışıklı
gelecekler var birbiri ardınca genç
birdenbire acıdı boynum
ökse de olsa dört bir yanı)
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
usul adımlarla yürüdüm ömrümü
şu kefenin yakasını
az yumuşak dik
ne olur işçi kadınım
nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
bir soluk ben de yaşamak isterdim
o güzel günleri görenler arasında
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
9
vurulmak isterdim bir kıza
damdan düşer gibi
sonra benim güzel annem
sonra
vermek isterdim çocukların ellerine
sedef kakmalı bir kutu içinde
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
ölmek ne garip şey anne
suçumuz malum
künyemi okudular
10
gitgide yaklaşıyor sonum
keskin bir acı bilenmiş
erkenci bir horoz mu ötüyor
yanlış mı duydum yoksa
üstüme geliyor
sabah üstüme
koşun çocuklar çocuklar koşun
koynuma yıldız doldurmuşum
kefenin cebi yok
gecenin kıyısında durmuşum
göçtü ayaklarının dibine
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
usulca baktım yüzlerine
iri sözlerim yoktu söyleyecek
sevmedi mi çılgınca
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
o çingene
söyle anne
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
saçını tarayan telli kavak değil mi
bir zaman rüzgarda
darağacı
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
korkutamadılar beni anne
gözleri yatırıp ıraklara
ya da mektup beklemek
gülmek umut etmek özlemek
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
kısacası
mideme karşı
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
işkenceler zindanlar hücreler
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
11
ölmek ne garip şey anne
taşacakken
ve yüreğimin ırmakları taştı
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
toprak olmak ne garip şey anne
baba olamayacağım örneğin
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
ölmek ne garip şey anne
ne garip şey anne
oğlunu yitirmek kimbilir
yine de
gül yanaklı çocuğa benzer
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
ben yaprak derim çiçek derim
dağdır ki sende göçer
uçurumlar ki sende büyür
bir sabah çıkagelirim
bekle beni anne
özlem benim kavga benim aşk benim
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
bayrak tutan çarpışan
her kavgada ölen benim
biten başlayan aşkların ortasındayım
kızların yanaklarında çukurlaşan
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
kırıldıysa düş evinin kapısı
ağlama
koparma anne
saçlarına yıldız düşmüş
kapıda adımı sorma
beni burada arama anne
12
türkü tadında giyinirken işçiler
dişleyip tükürmeden sigaralarını
öylece kalkar uykudan şalterler
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
acını süpürmek için açtığında kapını
bir sabah anne bir sabah
o mükemmel güne
sen hazır tut dizini anne
başlarını koymak için yorgun dizine
çiçekler içinde bir ülke getirirler
koynunda çiçekler
adı başka sesi başka nice yaşıtım
acını süpürmek için açtığında kapını
bir sabah anne bir sabah
1960'ta Boyabat'ta doğan Nevzat Çelik, 1965'te ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Mart 1980 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (DGSA) Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu (UESYO) Grafik bölümü birinci sınıfta okurken tutuklandı. Dev-Sol davasından idam istemiyle yargılandı.
1984'te Şafak Türküsü adlı şiir dosyası Akademi Kitabevi Şiir Ödülü birincilik ödülünü alarak kitaplaştı. 1987'de Müebbet Türküsü adlı şiir kitabı Poetry International ve Hasan Hüseyin Şiir Ödülünü aldı.
1987'nin aralık ayında tahliye oldu. 1990'da iki şiir kitabı daha çıkardı; Suda Seken Hayat ve Yağmur Yağmasaydı. 1998 Ekim ayında Sevgili Yoldaş Kurbağalar adlı şiir kitabı, 2005 Nisan'ında ise ilk romanı Bağışlanmış Hüzün yayımlandı.
Şafak Türküsü'ndeki şiirlerinden birini ("Elma") Hasan Hüseyin Korkmazgil'e adamış olmasına rağmen, ilk iki kitabıyla daha çok Ahmed Arif ve Nâzım Hikmet şiirinin etkisi yoğundur. Kuşağından Ahmet Erhan'la ortak temalarıyla benzeşir ama şiiri daha liriktir.
Şiiri yaygın kitlelere ulaşımını Ahmet Kaya'nın bestelediği ŞAFAK TÜRKÜSÜ ile yapacaktır.