-Efendim, tütün tabakasını ortada unutmağa gelmiyor, insafsız herif, tütünü ne kadar saçacak yeri varsa içti, tozları bana kaldı.Çok otlakçı gördüm ama böylesine hiç rastgelmedimdi. Bizim rahmetli İlhâmi da otlakçı idi ama hiç olmazsa bir inceliği vardı, adamı eğlendirirdi. Karşınıza oturdu mu, gözleri ile tütün paketini arar, sokulur, tabakayı, cebime koyarım, sözlerini şaşırır, cebimden çıkarıp masanın üzerine bırakırım, sevinir.
Saatlerce gözleriyle tabakanın arkasından koşar, sonra bir fırsatını düşürüp bir cıgara yakınca keyiflenir, güler, söyler, dinleyenleri de eğlendirirdi.En çok hoşlandığı da fırsatını düşürüp cıgarayı kendi eliyle almasında idi.Siz ona paketinizi uzatırsanız alır ama, kendi eliyle aldığı cıgaradan duyduğu haram tadı duymazdı.Bu otlakçıya canım kurban, kardeşim! Bu herif öylesi değil ki…Dün artık dayanamadım, söyledim:
-Ama Mahmut Efendi, dedim, bu kadar da olmaz. İçiyorsun, neyse, iç.Ama hiç olmazsa tozunu da katık et! O, alışmış, aldırmıyor.Yan gözle bana baktı.
-Bir cıgara sardım diye mi söylüyorsun? Dedi.
-Hangi bir cıgara birader, dedim, ban gene bir tutam saçak tütün kalmadı. Bana yalnız tozları kalıyor.
-Senin tütün de içimli bir şey değil ya! Dedi, bunu nasıl içiyorsun? Kaçak içsen bundan daha iyi! Kızdım:
-A birâder, dedim, iyiye kötüye baktığımız yok, sen benden çok içiyorsun.Fena ise niçin içiyorsun?
-Ne yapayım, dedi, daha iyisi olsa onu içerim…
-Neden yok, dedim, tütüncü dükkânları dolu!
-Ben dedi, bu zıkkıma para vermem. Mundar şey… Mekruh, kalkıp üste de para vereceğim! İşim yoktu da…
-Çok iyi buyuruyorsun, dedim, ama biz para veriyoruz!
-Ben de onu söylüyorum ya, dedi, para verdin verecek, bâri iyisine ver. Bunun böylesini içecek olduktan sonra hiç içmesen daha iyi!
-Sen, dedim, kırk yaşından sonra benim huyumu mu değiştireceksin?
Kayıtsızca omuzlarını kaldırdı:
-Benim neme gerek, dedi, ben kimsenin keyfine karışmam.Sen bana karışıyorsun da ben de söylüyorum.
-Canım, dedi, senin kuruyasıca huyunun bana ziyana olmasa ben de kırk yol söylemem.Ziyanın bana dokunuyor.
-Benim sana ne ziyanım dokunuyor? diye sordu, bu sözleri hep bir cıgara için mi söylüyorsun? Ziyan olmuş da dünyabatmış… Ben içmeseydim de sen içseydin, daha mı kâr edecektin? Bâri başkalarının yanında söyleme seni ayıplarlar.Tepem attı:
-Neden ayıplıyorlarmış? diye sordum.
-Neden olacak, dedi, bir cıgaralık tütün için bu kadar lâkırdı ediyorsun.
-Canım birader, dedim, hangi bir cıgara,hangi beş cıgara?…
-Haydi on cıgara olsun, dedi, yirmi cıgara, otuz cıgara olsun…daha diyeceğin yok ya! Yok tütün saçak yerini içmişim, sana tozu kalmış… bunları söylemek ayıp.Tozu kaldı ise bir paket al, saçak tütün iç.Bunun kemâli altmış para!-Bunu ben alacağıma sen alsan ne olur, dedim, şu neden almak bize düşüyor da, içmek size?
-Ben âdet etmemişim, dedik ya! Böyle zehre para vermem, dedi. Sen âdet etmişsin, ben içsem de alıyorsun, içmesem de.Benim için tütün almıyorsun ya. Benim için alıyorsan bir daha alma.Hem bir cıgara için adama böyle kahve ortasında bu kadar söz söylemek ayıp değil mi? Bu sana yakışır mı?
-Çıldıracağım, dedim, sen altmış para verip bir paket tütün almaz, herkesin tabakasından geçinirsin, bu ayıp değil; ben tütünü katık et, saçağından bana da kalsın, dedim, bu ayıp öyle mi?
-Bana neden ayıp oluyormuş? dedi, hırsızlık etmiyorum ya, zorla da almıyorum, tütünün saçağı dururken tozunu içecek kadar ahmak değilim…
-Biz tütünün tozunu içip ahmak mı oluyoruz? dedim.
Doğrusu çok daha kızdım.Onun da cıgaradan sararmış parmakları titremeye başladı, ama sözünü kesmedi:
-Sen, dedi, deminden beri bana o kadar söz söyledin, ben sesimi çıkardım mı? Tütünün saçağı dururken tozunu içmek ahmaklıktır dedimse niçin kızıyorsun?
Kahvede olanlara bakarak:
-Yalan mı söylüyorum, efendiler, dedi.Bana bir cıgara verdi diye bu kadar söz söylenir mi, bu nerede görülmüş şey?
Karşı peykede oturan Miralay Esat Bey bana işaret etti. Kendimi topladım:
-Sen, dedim, birâder bir daha benim yanıma gelme, benimle de konuşma.Bir gün öfke ile kafana bir şey vururum, başıma belâ olursun, anladın mı? İşte bu kadar!
İşte buraya varınca Esat Bey cebinden tabakasını çıkardı:
-Mahmut Efendi, dedi, gel sen buraya, bak ben sana bir tütün vereyim, nasıl beğenirsin…
Tabakayı görünce kalktı, karşıya gitti. Bana da:
-Benim kabadayılığım yok, dedi, kimseye de bir fenalık etmedim, yine de etmem.Bütün suçum nedir: bir cıgara sarmışım! Sanki tufan olmuş…
Bir yandan söylendi, bir yandan da Esat Beyin tabakasından ne var ne yok içti.Ben artık cevap vermedim.Ancak Mahmut Efendi bana darıldı, ben de ondan kurtuldum sanmayız.Ertesi sabah erken çocuk haber verdi ki, bir efendi gelmiş, beni görmek istiyormuş. Aşağı odaya indim.Baktım, Mahmut Efendi. Beni görünce dedi ki:
-Birader, dün sizin hatırınızı kırdım.Sonradan ben de pişman oldum.Sizden özür dilemeğe geldim.Kusura bakmayın, insanlık hâli…İnsan bazen boş bulunuyor…Siz olsanız ne yapardınız? Özür dileyen bir adam. Kalkıp evinize kadar da gelirse…Benim yüzüm tutmaz.
“Buyurun” dedik.Kahve de pişirttik.Önüne bir dolu kâse de tütün koyduk.Kardeşim, emin olun, kalem vaktine kadar kâsenin dibinde yalnız tozlar kaldı, cıgara tablası da ağzına kadar doldu!
Çehov tarzı hikâye veya durum hikâyesi dendiğinde, Türk edebiyatında akla gelen ilk ve en önemli temsilci Memduh Şevket Esendal’dır. Memduh Şevket Esendal’ın “Otlakçı” hikâyesi, tipik bir durum hikâyesidir. Hikâyeciliğimizin önemli isimlerindendir.
Her gün gördüğümüz ancak önemsemediğimiz kişileri hikâyelerinde işlemiştir.
Hikâyelerinin konusunu genellikle günlük hayattan seçer.
Günlük konuşmaları içtenlikle yansıtmıştır.
Öykülerinde derin insan sevgisini işlemiştir.