Kelebek ve Altın
top of page

Kelebek ve Altın


Fotoğraf: Özden Büyükdığan

Duyduğumuzda içimizde güzellikle ilişkilendirdiğimiz iki kelime. Bir kelebeğin kanatlarına takılıp uçmayacak gönül yoktur. Baharın, narinlik ile zarafetin bu güzel bileşimini bize hediye etmesi ne güzel. Altın ise hediyeleşme aracı. Hediye verme mutluluk-mutlu olaylar ile ilişkilidir birçok insan için. Elmas akımına girme öncesi, alyans olarak her seven çiftin rüyası idi. Yeni doğan bebeklere, evlenenlere alınan takılar, kollara takılan bilezikler. Her evde mutlak olan sarı, yeşil ve şimdilerde moda olan beyaz altınlar.

Yetişkinlerin dünyasında kelebek güzellikle ilişkisini korur. Altın biraz değer kaybına uğrar. Alyansın yerini tek taş yüzükler alır. Ayrılmalarda takıların iadesi sinirleri bozar. Ama en önemlisi fiyatı-değeri güzelliğinin önüne geçer. Yine de kadınların rüyalarını süsler.

Kelebek ve altın sanat için de çok önemlidir. Tablolara, şarkılara, kitaplara girerler. Bir şekilde yaşamımızda vardırlar. Çocukların beyninde güzellikleri ve gereklilikleri ile çağrıştırdıkları imgelerle yer edinirler ve onların dil derslerinde ödevlere giriverirler. On bir yaşındaki İsveçli Jenny Bergquist şöyle yazar şiirini;

Minik bir kelebek

Kısacık bir hayat

Minik bir kelebek

Uçuyor fırtınaya kapılarak

Ufacık bir vücut

Yaratılışı kusursuz

Tepeden tırnağa

Sahip olabilir

Konup uçacağı bir halıya

Ta cennet katına

Pirinç tanesi kadar

Minnacık.

(İngilizce’den tercüme eden: Muhsine Arda)

Jenny; doğanın ortasında, yan çiftlikteki boğayla arkadaşlık eden, ormanda çiçek-böcek peşinde koşan, ağaçlara tırmanan haşarı bir kızdır. Jenny, sakin İsveç hayatının ev yaşamında, şiir ve eline geçirdiği kitapları bir çırpıda okuyan, durmadan şiirler, öyküler yazan, okulda sınıf birincisi zeki bir kızdır.

Bir gün, bir ödevi için, bu şiirini şiir defterinden dosya kâğıdına kopyalayıp ortaya çıkarır. Sonuç mu? Sonuç fırtına. “Bunu sen yazmadın.” Her kafadan bir ses çıkar: “ Jenny yazmış olamaz. Bir yerden çalmış olmalı.”

Jenny ben yazdım dese de inandıramaz kimseyi. Şiir defteri ebediyen kapanır. Yeni öyküler, şiirler yazılmaz olur. Jenny’nin dış dünya ile ilişkisi bozulur. Sonuç mu? On dört yaşında intihar girişiminde bulunur. Kurtarılır. (mı acaba?) Bir şeyler ebediyen değişmiştir. Eğitim zar zor biter ve o bir hemşire olur. Mutludur insanlara yardım ederken, onlara umut verirken. Ama kendi umudu var mıdır? Hemşirelik dergilerinde makaleler yazar ama hiç kimse bir daha onu şiir-öykü yazarken görmez. “Bunu sen yazmadın” suçlaması Jenny’nin içindeki edebiyat kıvılcımını ebediyen söndürmüştür. İçine attığı üzüntüler bir gün göğsünde kanser hücresi olarak belirir. Kızına hamileyken öğrendiği bu durumu bile suskunluğunda saklar. Çok nadiren ablasıyla samimiyetle konuşur. Kızının on ikinci yaş gününde vefat eder. Ölümünden kısa bir süre önce, ablasına, çok sevdiği şiirine inanılmamasından duyduğu elemden söz ettirecek kadar içinde küllenmiş bir yara olarak kalmıştır şiir yazma özlemi.

Hasan on altı yaşındaki kızın dedesinin adıdır. Dedesini çok seven kız edebiyat ödevi olarak yazacağı öykünün kahramanına bu adı verir. Hasan öyküde bir altın yatağında çalışan fakir bir adamdır. Yatağın dört bir köşesindeki kulelerde ellerinde tüfek, ağızlarında düdük olan bekçiler işçilerin her hareketlerini gözlemektedir. Hasan’ın evde doktor parası bulmak için çırpındığı hasta bir çocuğu vardır. Birden eleğinde büyük bir altın topağı görür. Aklı karışır ve şeytana uyup bu parçayı cebine atar. Öğle yemek arasında yavaş yavaş kapıya yaklaşır. Bir fırsatını bulup çıkar. Yavaş yavaş dikkat çekmemeye uğraşarak uzaklaşırken arkasından ıslığa benzer düdük sesini duyar ve bekçilerin onu fark edip yakalanması için birbirlerine işaret verdiğini düşünüp koşmaya başlar. Öykü şu cümleyle biter: “Hasan kapaklanıp kaldığı yerde son nefesini verdiğinde, duyduğu sesin bir yılanın ıslığı olduğunu bilmiyordu.”

Özeti bu olan öykü edebiyat öğretmeni Zerrin Revak’tan tam not alır. Ama bir şartla; Eğer öğrenci bu hikâyeyi nereden çaldığını itiraf ederse notu on olarak kalacak, değilse notu sıfıra inecektir. Öğrenci kalakalır. Sonra itiraz eder “Ben yazdım öğretmenim” diye. Sonuç değişmez. Öğretmen “Yerine otur yalancı, sana kocaman sıfır” diye bağırınca olanlar olur. Kız, öyküsünün yazılı olduğu dosya kâğıdını kaptığı gibi kürsüye yaklaşır. Kâğıdı kürsünün ortasına fırlatıp “Öğretmen sizsiniz. Siz ispatlayın nereden çaldığımı. İspatlayamazsanız yalancı sizsiniz” diye bağırır ve fırtına kopar. Konu disiplin kuruluna uzanır. Öğretmen öğrencinin bunu yazamayacağını-çaldığını, öğrenci ise kendisinin yazdığını, çalıntı ise ispatın onlara düştüğü savında ısrar eder. Uzlaşma olmaz.

Yeni bir öykü daha yaz önerisine karşı çıkar öğrenci. Artık hiçbir şey yazmamaya karar vermiştir. Ve gerçekten de gizli gizli şiirlerini- öykülerini yazdığı defteri yırtar atar.

Disiplin kurulundan bir ceza çıkmaz. Yan sınıf edebiyat öğretmeninin ısrarı ile bir çözüm bulunur. “Sen iki sınıfa bir şeyler yap; şiir oku, fıkra anlat, yani hepimizin beğeneceği bir şey yap, öğretmenin de seni affetsin notunu on bıraksın” önerisi üzerine kız düşünür ve olur der. Son günlerde kütüphaneden alıp okuduğu Anton Çehov’un Tütünün Zararları öyküsünü senaryo gibi düşünüp, tek kişilik piyes olarak oynamaya karar verir. Yazları çömezlik yaptığı, ablaları-ağabeyleri seyrettiği sahneden, Bursa Oda Tiyatrosu’ndan yuttuğu tozların yardımı ile rolünü oynar. Öğretmenler ve arkadaşları alkışları ile beğenilerini belirtir ve o yıl edebiyat dersinden geçer. Lise ikide de fen şubesini seçer ve edebiyatla ilgisini sadece okuyarak devam ettirir.

Kelebek çok güzeldir. Ama kanatları, o rengârenk kanatları kırılgandır. Kanadı kırık ne bir kuş ne bir kelebek uçamaz. Ufuklar önünde uzayıp açılmaz. Gönül de çok kırılgandır. Yazın işine gönül vermiş, acemice ufuklara kanat çırpmaya çalışan bir gencin gönlünü kırarsanız önce o genç, sonra edebiyat kaybeder. Bunun içindir ki, öğretmenler, eğitimciler, eleştirmenler genç kalemlere yaklaşırken çok dikkatli olmalıdırlar.

Bırakınız kelebekler uçsunlar. Kimi kısacık ömrünü yaşar. Kimi uzaklara uçar, ufkun yolunu arkadan gelenlere açar.

Not: Hasan’ın öyküsünü yazan bendim. Olay BKL’nde geçmiştir. Ama ben Jenny’den şanslıyım. Bir dostumun ısrarı ile otuzlu yaşlarda tekrar yazmaya başladım.

1 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page