50 Yıldır Kulağımda Çınlayan Ses
top of page

50 Yıldır Kulağımda Çınlayan Ses


1969 yılıydı. Gazi Eğitim Enstitüsü Öğrenci Derneği olarak NATO aleyhine bir bildiriyi okulun teksir makinesinde çoğalttık. Bir tomarını yanıma alarak Ulus’a gittim. Heykel’in üst tarafında Kaleye doğru çıkan caddenin başında bunları gelen geçene dağıtmaya başladım. Bunlardan 40-50 kadarını dağıtmıştım ki çevremde bir kalabalık toplanmaya başladı. Bana kötü kötü bakıyorlar, elimdeki bildiri tomarını almaya çalışıyor, ben ise vermemek için direniyordum. Ülkemizin bağımsızlığını savunan bu kadar masum bir bildiriye kimsenin itiraz edemeyeceğini sanıyordum. “Aferin bizim geçlere” diyeceklerini bile umuyordum. Kalabalığın içinden kimse de bana sahip çıkmıyordu! Bunlar daha önce sözleşip benim bildiri dağıtmamı engellemek için toplanmış bir kalabalık olamazdı.


Biraz itişip kakıştıktan sonra orada bir polis peyda oldu. Benim hükümetin tutumuna aykırı bir iş yaptığımı fark etti ve karakola davet etti. Bundan canım sıkıldıysa da kalabalığın elinden kurtulmak için bunu bir nimet de bildim. Hemen yakındaki karakola gittik. Komiser bildiriye baktı, kimliğimi tespit etti ve beni bıraktı. Aynı saatlerde o bildiriyi Kızılay’da dağıtan arkadaşım Kadir Okçu’ya da bir grup hücum etmiş. Okula burnu kırılmış olarak geldi!


Halk kitlelerinin böyle, memleketin ve milletin aleyhine olan düşüncelerle doldurulduğu, kışkırtmalara kapıldıkları zamanlar olmuştur. Bundan ötürü mücadeleden vazgeçilmez. Yeni mücadele yöntemleri aranıp bulunur, zaman içinde saldırganlar da gerçeği görür ve saf değiştirirler. Toplumsal mücadeleler tarihi bunun örnekleriyle doludur. Muhtemeldir ki, o gün beni nerdeyse dövmeye kalkanlar ve Kadir’in burnunu kıranlar, Amerika’nın ve NATO’nun aleyhinde bulunan bizleri, ülkeyi dünyada müttefiksiz, dolayısıyla savunmasız bırakmak, komünist Rusya’nın kucağına teslim etmek istediğimizi sanmışlardır. Zaten tam karşımızda yer alan bir grup “Amerika gitsin Rusya mı gelsin, Kahrolsun komünistler!” diye bağırıp duruyordu. “Ne Amerika ne Rusya, tam bağımsız Türkiye!” sloganımız da onları ikna etmiyordu.


GECEKONDUCULARLA


Bir yıl sonraydı. Öğrenci Derneği olarak yayımladığımız bildirilerden ötürü hemen her hafta Yenimahalle Adliyesine ifade vermeye çağrılıyor, savcının ve hâkimin karşısına çıkıyorduk. Gene böyle bir günde Adliyenin de içinde olduğu Kaymakamlık binasından çıkınca, polislerin Karşıyaka’da gecekonduları yıkmakta olduğunu haber alarak oraya gittik. Bizden önce Ziraat Fakültesi öğrencileri gecekonducuların imdadına yetişmişlerdi. Gecekonduculardan biri yıkılan evin altında yaralandığı için polis yıkımı durdurmak zorunda kaldı. Fakat gençleri tek tek tutup polis arabasına götürdü. Ben bir gecekondunun arkasına gizlendiğim için farkıma varmadılar. Polis gittikten sonra bir kayanın üzerine çıkarak yüksek sesle bir konuşma yaptım. Bu zulme son vermek için kaymakamlığa kadar yürüyüş yapmamızı önerdim.


Gecekonducular, nereden bulmuşlarsa bir bayrak bulmuşlar. Bunu bir sırığa bağladılar, en önde koluna iki kişinin girdiği yaralı ve arkasında kadın erkek, çoluk çocuk yürüyüşe geçtik. Yenimahalle’nin ana caddesini boydan boya geçerek kaymakamlığa kadar yürüdük. Hükümet binasının koridoruna doluştuk. Kaymakam yerinde yoktu. O gelinceye kadar binadan ayrılmamaya karar verdik. Polis ekibi geldi. Koridoru doldurmuş insanların binadan çıkarılmasını emretti. Polisler iki koldan gecekonducuları itmeye başlayınca bir şey yapmak gerektiğini düşündüm. Komisere yaklaşıp “Bir dakika komiser bey, bir şey söyleyebilir miyim?” deyince “Elebaşıları bu, bunu da alın!” diyerek emir verdi. İki polis kollarımdan tutup beni de gençlerin tutulduğu polis arabasına götürürlerken “Bırakın, ben kendim giderim” diyerek arabaya yürüdüm. Oradan da karakola yollandık.


Gecekonducuları binadan çıkarmışlar, fakat gözaltına almamışlardı. Biz karakolda beklerken bir süre sonra gecekonducular sökün etti. Yıkılmak istenen evlerine gidiyorlardı. Bunlardan bir kadının söyledikleri, 50 yıldır kulaklarımda çınlıyor. Karakola doğru seslenerek diyordu ki: “Bu yiğitlere bir şey yaparsanız, vallahi gelir karakolu başınıza yıkarız!”

Bizi sevdikleri çok açıktı. Gecekondularla bir ilişkimiz olmadığı halde, darda kalan yoksullara yardım etmek istediğimiz için bize minnet duydukları anlaşılıyordu. Neyse, ifadelerimizi alıp bizi de gece yarısına doğru serbest bıraktılar. Ertesi gün, Gazi Eğitim öğrencileri, sabah kahvaltısı yapmayarak, zeytin, peynir gibi yiyecekleri toplayıp bu gecekonduculara götürdü. Olayın devamı da var ama buraya kadarki yazdıklarım meramımı anlatmaya yetiyor.


BUNDAN ÇIKARDIĞIM DERS


“NATO’YA HAYIR” bildirimiz de gerekliydi fakat NATO halka soyut gelen bir konuydu. Gecekonduların yıkılıp insanların ortada bırakılması ise onlar için hayati bir sorundu. Kendilerine yardıma gelmiş, bunun için karakollara çekilmiş insanlara kim ilgisiz kalabilir?

Gazi’ye gelmeden önce köylülerle birlikte yaptığımız yol ve yoksulluk yürüyüşleri gibi deneyimlerim vardı. Fakat gecekondu mahallesindeki bu olay da bana mücadeleyi hangi halkadan tutmak gerektiği konusunda unutamadığım bir ders oldu. Emekçilerle birleşmek için, onların işine, aşına dokunmak, toprağına, suyuna sahip çıkmaktan başka yol yoktur. 12 Mart faşizmi işte bunun önünü kesti. Doğrusu, devrimcilerin de her işlerini yoluyla yöntemiyle yaptığını söyleyemeyiz?

Karşıyaka mezarlığına her gidişimde, şimdi 1 ve 2 numaralı mezarlıklar bulunan bayırlara bakar, gecekondulu kadının bizim için karakola doğru bağırışlarını duyar gibi olurum… (24 Mart 2019)


zekisarihan.com

Fotoğraf: Gazi Eğitim öğrencileri bir köy gezisinde (1968)

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page