"Yeşil ipek gömleğinin yakası
Büyük zamana düşer
Her şeyin fazlası zararlıdır ya
Fazla şiirden öldü Edip Cansever"
"Her yalnızlık bir ihtilaldir.” diyen Edip Cansever, 8 Ağustos 1928’de İstanbul’da dünyaya gelir. İstanbul Erkek Lisesini bitirir. Kapalıçarşı’da turistik eşya ve halı ticareti yapmaya başlar. 1976’dan sonra yalnızca şiirle uğraştı. Bodrum’da tatildeyken beyin kanaması geçirir, tedavi için getirildiği İstanbul’da 28 Mayıs 1986’da yaşamını yitirir. Cemal Süreya‘nın dediği gibi belki de “Fazla şiirden öldü Edip Cansever”
“Açık kumral saçlı, zayıf mı zayıf, kaburga kemikleri sayılabilen küçük bir çocuk olan Edip, uçaklar hakkındaki resimli bir kitap dışında, hiç kitap olmayan bir evde büyür… Ortaokulun ikinci sınıfında ilk şiirlerini yazar ve bir çocuk dergisinde çıkar ilk şiiri…”
17-18 yaşlarındayken, komşuları Nigar Hanım’ın kardeşi Ahmet Hamdi Tanpınar’a ilk şiirlerini gösterir… Onun “Bu şiirler çok güzel, hepsi de güzel, ama hiçbiri şiir değil” deyişinden sonra, kendisine uzun uzun resme nasıl bakılacağını anlatır Tanpınar. Onun yanından ayrılır ayrılmaz gidip bir sürü resim alır. Sonradan yayımladığına pişman olduğu “İkindi Üstü” şiirini yazar.
Edip Cansever; on dokuz yaşında evli, yirmisinde çocuğu olan bir gençtir, hem ev geçindirmek zorunda olan hem de şiire tutkun... Kapalıçarşı’daki babadan kalma küçük dükkanda halı ticareti yapar pek de sevmemesine rağmen, bir yandan da şiirler yazmaya devam eder, 1954’teki yangına kadar…
gül kokuyorsun bir de
amansız, acımasız kokuyorsun
gittikçe daha keskin kokuyorsun, daha yoğun
dayanılmaz bir şey oluyorsun, biliyorsun
hırçın hırçın, pembe pembe
öfkeli öfkeli gül
gül kokuyorsun nefes nefese.
gül kokuyorsun, amansız kokuyorsun
ve acı ve yiğit ve nasıl gerekiyorsa öyle
sen koktukça düşümde görüyorum onu
düşümde, yani her yerde
yüzü sararmış, titriyor dudakları
şakakları ter içinde
tam alnının altında masmavi iki ateş
iki su
iki deniz bazen
bazen iki damla yaz yağmuru
mermerini emerek dağlarının
şiirler söylüyor gene
ölümünden bu yana yazdığı şiirler
kızaraktan birtakım şiirlere
büyük sular büyük gemileri sever çünkü
ve odur ki büyüklük
şiir insanın içinden dopdolu bir hayat gibi geçerse
o zaman ölünce de şiirler yazar insan
ölünce de yazdıklarını okutur elbet
ve senin böyle amansız gül koktuğun gibi
yaşamanın her bir yerinde.
Şiir dışındaki işini; “Yıllar önce insanların güzel diye yaptıklarını, o güzellik karşısında şaşıran, gülen, sevinen insanlara satıyorum.” diye tanımlasa da, bu ticaret işini hiç sevemez şair. Kapalıçarşı’yı “Sınıf ayrımının en belirgin, en somut olarak görülebildiği bir küçük ülkeydi orası, herhangi bir eşyaya sadece para değerini düşünerek bakan koleksiyoncuların o kendisine özgü jestlerini, mimiklerini izlemeliydiniz. Ne güzel senaryolar çıkardı kim bilir.” diye anlatır.
Hayatının en önemli olayının 1954 yılında çıkan Büyük Kapalıçarşı Yangını olduğunu söyler. Bu yangında dükkanı tamamen yanar. Sigortadan aldığı para yeni bir işyeri açamayacak kadar az olduğu için de kendine bir ortak bulur. Birkaç ay sonra ortağı, alım satım işleriyle kendisinin uğraşabileceğini söyleyerek, ona asma kattaki odasında istediği kadar çalışabileceğini müjdeler. Edip Cansever dokuz kitabını Kapalıçarşı’da, Sandal Bedesteni’ndeki bu küçük dükkanın asma katında bulunan çalışma masasında yazar. “Bugün düşünüyorum da ya o yangın olmasaydı?” der.
Hiç böyle ısınmamıştım
Daldaki vişneye,
Vitrindeki aydınlığa,
Salça kokusuna mutfağımın,
Akan dereye, uçan buluta,
Hiç böyle ısınmamıştım yaşamaya.
Sadece şiir yazan bir şairdi Edip Cansever, şiir dışında hiçbir şey yazmamış ve hatta neredeyse başka hiçbir şey yapmamıştır. Şiir yazmadığı zamanlarda, yani “mutsuzluk” zamanlarında “Hemen hemen okumaktan başka olumlu bir şey yapmam, yapamam.” demiştir.
Şiirlerinde bireyin arayışlarını, umutsuzluklarını, uyumsuzluğa varan yaşam ilişkilerini yansıtmaya çalışmıştır. Çevresindeki insanların yaşayışlarını etkileyecek, dünyaya bakışlarını değiştirecek bir şiirin aranışı içinde, kapalı bir imge anlayışına yaslanan, bu yüzden yadırganan, “anlamsız” diye nitelenen yapıtlar vermiştir.
Gerçi şiirselliği düşüncenin alaca bölgelerinde ararken kapalı söyleyişlerin sınırında dolaşmış ama kesinlikle anlamsızlıktan yana olmamıştır. Tersine şiirlerinde anlatmaya, hatta öykülemeye büyük yer vermiş, düz yazı olanaklarından, oyunlardan, konuşmalardan bol bol yararlanmıştır. Çağdaş şiir akımlarındaki gelişmelerle birlikte, yazdıklarının büyük oranda aydınlığa çıktığı görülünce bir düşünce şairi olarak nitelenmiştir.
Bitti o sevda kesildi çığlıkları martıların
Su gibi bitti, suya karşıt gibi bitti
İtti kıyıyı adına deniz dediğimiz bir şey
Unuttuk ikimiz de her türlü yetinmezliği
Kaybetti kumarda gözlerim
Kaybetti kumarda gözleri.
Bir kuru rüzgarlandı göğüs boşluğumuzda sanki
Uzaklaştı ağaçlar birbirlerinden
Yakınlaştı ağaçlar birbirlerine
Yani her soluk alıp verişimizde bizim
Bir mekik gibi kalbin
Bir mekik gibi kalbim
İşleyip durdu bu yitikliği yeniden.
Ne kaldı
Farkında mısın bilmem
Gündüzler..
Gündüzler biraz azaldı.