Köşe Yastığı
- Merve S. TOLGA
- 3 saat önce
- 3 dakikada okunur

Merve Senem TOLGA
*
Herkesin gözüne batan bir köşe yastığı gibiyim. O koltuğun kenarına sıkıştırılmış, yerinden oynatılmadan unutulmuş, ama bir şekilde hep rahatsızlık veren bir eşya. Rengi uymuyor desenine, formu bozuyor düzeni. Biri eğilip düzeltse kurtulacakmış gibi ama kimse elini sürmek istemiyor.
Göz oraya kayıyor ama bakış durmuyor. Tuhaf bir şekilde hem varlığım inkar ediliyor, hem de göze batıyorum.
Fazlayım çünkü hatırlatıyorum.
Eksikliği, düzensizliği, geçiciliği.
Kendileriyle yüzleşmek istemeyenler için bir gölge gibiyim, sabit ama huzursuz. Ve işte, bir yastık olarak yerim belliyken, bir insan olarak hiçbir yerde yerim yok.
Göz ucuyla geçilen, dokunulmadan üzerinden atlanılan...
Hayatın dekorunda bana ayrılmış yer hep dışarısıydı zaten. Ama ben hep buradayım. Koltukta bir kırışıklık, zihinde bir gıcık gibi.
Silinmek istenen ama tam da silinemeyen bir iz.
Gerçekten de öyle hissediyorum, herkes için fazla, her şey için çokça eksik.
İnsanların gözleri üzerimde ama elleri değil. Sözleri benimle değil ama bana dair.
Ben sustukça başkalarının iç sesi oluyor gibiyim.
Onların da bastırdığı, bastıramadığı bir parça gibi.
Herkesin cümlesinde fazlalık yapan sözcüğüm, herkesin fotoğrafında kesilen göze batan kenarım, herkesin kalbinde kapanmamış bir boşluğa sığmayan ben.
Hem kendime yer bulamıyorum hem de başkalarına yer açamıyorum. Sanki hep bir sandalyenin ucundayım, düşmemek için kasılmış halde. Ve en çok da bu kasılma yoruyor beni. Yumuşak olmam beklenirken taş gibi katılaşıyorum içten içe.
Çünkü varlığım, insanlara onların kendi konforsuzluklarını hatırlatıyor.
Ve sonra, çürüyorum.
İçten içe, kimseye belli etmeden. Bir meyvenin dışı hala pürüzsüz görünürken içinin çoktan ezilmiş olması gibi. Beni görenler hala ayakta sanıyor. Ama ben çoktan sarkmaya başladım köşemden. İçimde biriken o görünmez küfün kokusunu sadece ben alıyorum. Tadım bozuldu, farkındayım. Köşe yastıkları çürümez belki, ama ben insanım.
Duygularım kumaş gibi yıprandı. İçimdeki sünger dağılmaya başladı. Zamanla değil, görmezden gelinerek, bekletilerek, susularak çürütüldüm. Beklemek de çürütür çünkü, tıpkı rutubet gibi. Sessizlik, oksijensizliğin bir türüdür.
Ve ben yıllardır sessizlikle dolu bir torba gibiyim ,havasız, dokunulmamış, fark edilmemiş.
Kimse sesimi duymuyor değil...Kimse duymak istemiyor.
Kendi fazlalıkları içinde başka bir fazlalığa yer yok insanların. Ve ben bunu anladıkça daha çok bozuluyorum. Bir yerime tutunmaya çalışsam, ya düşüyor ya kırılıyor. Beni de en sonunda biri kıracak, sessizce.
Belki “fazlaydı zaten” diyerek. Ama ben bu çürüyüşten, bu fazlalıktan, bu görünmezlikten korkmuyorum artık. Çünkü bu bir yok oluş değil. Bu, sessiz bir isyan.
Kimsenin anlayamadığı ama burnunun ucunda duran bir çığlık gibi. Ben bu çürüyüşün içinden kendime dair bir şey doğurmaya çalışıyorum. Bozulmuş benliğimin küflerinden bir şey filizlensin istiyorum.
Ne bileyim...
Belki de bu kadar yalnız çürüyorsam, başka çürüyenlere de umut olurum. Ve evet, işe yaradığım için tutuluyorum belki. Ama asla görülmüyorum. Değer verilmiyorum.
Bir eşya gibi... faydalı olduğum sürece varım. Ama biri beni anlamak için durmaz. Beni okşamaz, içimi sormaz, adımı hatırlamaz. Beni yamamaz. Çünkü ben onların ihtiyaçlarına hizmet ettiğim sürece kabul ediliyorum. İnsan olarak değil, araç olarak.
Bu yüzden fazlayım. Bu yüzden eksiğim. Bu yüzden çürüyorum.
Bu yüzden göze batıyorum.
Ve belki bir gün... Birinin kalbinin ardını yasladığı o köşe yastığında, benim de bir yerim olur. Belki biri bir iğne iplik alır eline...Ve ilk defa biri, beni dikmek için değil, beni anlamak için eğilir üzerime.
İşte o zaman, bir köşe yastığı değil...
Var olurum..
*
























































Yorumlar