Köşkün Beyfendisi
top of page

Köşkün Beyfendisi


Niyazi Uyar / Köşkün Beyefendisi

Resim öğretmeniydi Şakir Bey, mesleğinin piriydi. Şiir gibi konuşmasıyla insanların yüreğinden bir yakalar bir daha bırakmazdı. Sesi Mevlevi ayinindeki neyin naifliğindeydi. Cümlelerin etkisi onun dilinde katın katın artardı. Titizdi, sanatçı ruhu olduğundan mıdır, nedir renk uyumuna dikkat eder; güzel giyinirdi. Siyah ve lacivert başat renklerdi onun için. Lacivert pantolon giydiği gün, açık mavi bir gömlek, lacivert kravat olurdu tercihi.


Okullar açılmış, yoğun bir tempo ile görevine başlamıştı Şakir Bey!

Üç ay dolmadan orta şiddette bir depreme tutulmuşa döndü. Sorunu, sıkıntısı olmayan öğrenci o kadar azdı ki… Toplumsal çalkantılar, en çok onları etkiliyordu. Ekonomik sorunlar, sistemin derin çelişkileri, insanların daha, daha, daha çok talepleri birbirlerinin aşına, ekmeğine göz dikenleri, daha, daha, daha çok varsıl olma ihtirasları, ötekilerin daha, daha, daha çok aç kalmasına sebebiyet veriyordu.

“İnsanın, insanı açlığa mahkûm etmesi aç gözlülüğün, rezilliğin dik alasıdır!”

Köşk’ün bu seneki yeni konuklarından Şakir Bey, köşkün ilk yıllarının asıl sahibinin vakarındaydı. O tam bir beyefendiydi: Konuşması, iletişimi ile sıra dışıydı…


Köşkün ahşap panjurlarının rüzgârda çıkardığı sesin ritmi, yeni bestelenmiş batı müziği formundaydı sanki. Köşkün Beyefendisi Şakir’in koridordaki yürüyüşü, tam bir beyefendilik örneğiydi: Hele ahşap merdivenlerden çıkışı ise “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diyen Ahmet Haşim’in melankolik ruhunu yeniden tarif ederek, yaşamak ne olursa olsun yaşamak, inadına yaşamak devrimlerin şahıdır diyordu...


Şakir Bey’in atölyesi, çocukların kendini yabancı hissetmesine engel oluyordu. Anadolu’daki bir köy evinin sıcaklığında tefrişe edilmişti. Yere serilen minderler sıcaklığa, kucaklamaya ilk adım olmakla birlikte köşkün eski yıllarının fotoğrafı gibiydi. Şakir Bey, derse başlamadan önce öğrencileri yere serdiği minderlere oturtur, onlarla gündeme dair sohbet eder, ruhlarını yumuşatmaya çalışırdı. Atölyede, batı müziğinin büyük sanatçılarının Mozart’ın, Rodrigo’nun, Beethoven’in eserleri çalınırdı her daim.


Şakir Bey duruşuyla, birikimiyle, insan ilişkileriyle, kısa zamanda dikkat çekmiş, arkadaşlarının güvenini kazanmıştı. Sene başı öğretmenler kurulunda arkadaşları disiplin kurulu üyesi olması için tamamı, onun lehine oy kullanarak, kurul üyesi olmasını sağlamıştı.

Bundan sonra Şakir Bey, okulun her biriminde, her kurulunda, her toplantısında etkisi her birimdedir...


Şakir Bey’in izinli olduğu bir gün sınıfı birbirine katan Atacan, okulu darmadağın etmiştir.

Okul Müdürü Tansel Bey, Şakir Bey’in duruşu, birikimi, bin dokuz yüzlerin Eliza Sarayı’nın beyefendilerini çağrıştıran tavırları karşısında ezim ezim ezilmektedir. Gördüğü her yerde, göremezse Şakir’in odasına gider, “vıy vıy” konuşmasıyla gününü rezil ederdi. Şakir Bey’in metaneti, Tansel’i sakince dinlemesi, sağlı sollu yumruk yemiş boksör gibi serseme çeviriyordu.


Tansel Bey, vakıf yönetim kuruluna, “Şakir Bey’e çok güveniyorsunuz, aslında o, bu güveni hak etmiyor, bakın bu çocuğu bir türlü kazanamadı, ben sürekli takip ediyorum, görüyorum ve biliyorum ki o dağınık, plansız biri. Yarın çocukları başımıza çıkarır görürsünüz, Tansel demişti de dersiniz…



Vakıf yönetim kurulunun, gelecek yıl yöneticiliğe Şakir’i düşündüğü kulaktan kulağa ta Tansel’e kadar ulaşınca, onun daha saldırgan davranışlar sergilemesi sonucunu doğurmuş, Şakir’e olan düşmanlığını daha da artmıştır. Hemen her gece Tansel’in rüyasına giren Şakir:


“Sen seneye yoksun Tansel diyordu Şakir, ayağını kaydıracağım; sen seneye yoksun…”


Bahçenin asırlık kızılçamlarının kuruyan iğne yaprakları esen her esintiyle, bahçeye yayılır, her sabah bahçeyi süpürmek de Özkan’ın görevidir sanki. Öteki çalışanlar, ellerine süpürge alıp bir kere bile süpürdüğü görülmemiştir. Yerde yaprak gören Tansel, “Özkan neredesin, görmüyor musun, ne bu pislik” deyip avazı çıktığı kadar bağırır.


O an Özkan’ın kan beynine çıkar, “bir iş bulsam bir dakika durmam burada,” deyip illallah ederdi.


“Atacan gibi çocukları yola getirmenin yolu disiplin mekanizmasını harekete geçirmekten geçer. Disiplinin olmadığı yerde eğitim öğretim olmaz. Ne yani anasının avutamadığı çocukları, biz mi avutacağız?”


Böyle bakıyordu eğitime, böyleydi eğitim anlayışı. Sokaklarda, arka sokaklarda eğitim dışına atılan yüzlerce binlerce çocuk, Müdür Tansellerin eğitime bakış açısının eseridir. Tansel Bey, disiplin kurulunu toplayıp:


“Arkadaşlar, raporunuzu hazırlayın, Atacan’ın okulla ilişiğini keseceğiz. Lütfen öyle bir rapor hazırlayın ki her şey kitabına uygun olsun, dosyamız ilçeden geri dönmesin, yoksa karışmam! Okullar böyle hasta ruhlu çocuklardan arınmalı, okumak isteyen çocukların okuma hakkını korumak, benim görevim olduğu kadar sizin de göreviniz!”


“Yapamazsınız Müdür Bey, böyle bir anlayış var mı, bu anlayış elli sene öncesinin anlayışı! Bizim görevimiz, çocukları kazanmak, ne diyor Başöğretmen:


“ Eğitimde kaybedilecek tek bir fert yoktur!”


“Bildiklerinizi kendinize saklayın Şakir Bey, sen müdür olunca öyle yaparsın!”

“Sen müdür olunca,” derken nispet yapar gibi daha dik söylemişti: “Sen müdür olunca!”

“Benim müdür olmak gibi bir niyetim yok, hiçbir zaman da olmaz Müdür Bey, işimi seviyorum!”

“Tartışmayalım, sözümün üstüne söz söylenmesinden nefret ederim!”

“Pardon Müdür Bey, siz bilirsiniz, nasıl diyorsanız öyle olsun, müdür olan sizsiniz!”


“…”


Gece yağan yağmur kızılçamların, servilerin kuruyan, kurumaya yüz tutmuş yapraklarını yere sermiş, bahçe sıvamaca yaprakla kaplanmıştı. Sabah yataktan kalkan Özkan işe gitmekten vazgeçti. Tansel nasıl olsa verip bağıracaktı, “canına tak” demiş, yeter artık yüzünü görmek istemiyorum şu adamın deyip işe gitmemişti.


Şakir Bey de artık Tansel Bey’le çalışmanın imkânsızlığını görmüş, yönünü, yolunu aramaya başlamıştı. Böyle bir yerde çalışmak demek, insanın kendini imha etmesi, onca birikimine haksızlık etmesi demekti. Onca araştırma yap, onca mücadele et, onlar böyle bir çırpıda silinecekse, kendini inkâr etmek değildi de neydi?


Tansel Bey gece yastığa başını koyduğunda, Şakir’i elde etmenin, dediğini yaptırmanın yollarını çok düşünmüş, fakat uzaktan bile olsa onun Eliza Sarayı’nın beyefendileri gibi sınır koyan çizgisini aşamamıştı. Şakir Bey, Eski Yunan’ın kadın şairi Sappo’nun dediği gibiydi adeta:


“Kızarmış nara benzersin

Ağacın en yüksek dalında

Unutulmuş,

Hayır, ulaşılamamış!”


Şakir Bey ile konuşan her kim olursa olsun, sözcüklerin, dilinin büyüsüne kaptırırdı kendini. Şakir’in etki gücüne kapılmamak için Tansel Bey, ondan uzak duruyor, söylediği her şeye hayır diyordu. Çalışanları canından bezdirmişti, uyguladığı baskıya dayanamıyorlardı. Kaç sefer okul yönetimine sıkıntılarını anlatmışlar, bir çözüm bulamamışlardı.


“Tamam dedi Şakir Bey, benim aklıma bir çözüm geliyor. Dersten sonra yakında bulunan bir kafeye çağırdı öğretmen arkadaşlarını.


“Bakın arkadaşlar bu böyle gitmez, ya benimle gelirsiniz, ya ben yalnız giderim, Tansel Bey’e dizgin vurmak, sizin kalem tutan o güzel ellerinizde, ona dizgin vurmak sizin o güzel beyninizde, ona dur demek, yeter demek, sizin o güzel yüreğinizde!”


Herkes birbirine baktı, fakat kimse bir kelime konuşmadı, kafede başka kimse olmadığı için Şakir’in sesi kafenin her yerine sirayet etti. Şakir Bey ne diyordu, ne yani onların elinde, beyninde, yüreğinde olan neydi?


“Yarın derslere girmiyoruz, sorunların çözümü için, yetkililere anlatmada ben sözcü olurum. Bu Tansel “gemi azıya aldı,”ona dur demek, bir dakika demek, ona iyilik yapmak demektir. Siz, eğitim gibi yüce bir görevi yerine getiriyorsunuz, Tanrı’nın gökten inse icra etmede en çok bahtiyarlık duyacağı bir mesleğin erbaplarısınız, üretimden gelen gücünüzü kullanmasanız daha çok sıkıntılar çekersiniz!”


“Tamam dediler, tamam Şakir Bey dediler, yarın hiçbirimiz derse girmediği gibi, öğrencilerimizin, velilerimizin de destek vermesini sağlayacağız göreceksiniz,” dediler.


Güneş Ankara istikametinden başını çıkarmış, çelik oklu ışınlar şehrin üstünde yerini almaya başlamıştı. Sabah serinliği sıcağa bırakmamıştı yerini daha. Bina gölgelerindeki serinlik hafiften insanın içini çımkıştırıyordu. Öğrenciler, sınıflara girmiş, yarım saat geçmiş, hiçbir öğretmen derse girmemişti. Bütün öğretmenler okul bahçesinde Atatürk Heykelinin önünde toplanmış, kararlı bir şekilde bekliyorlardı. Tansel Bey:


“Arkadaşlar, zil çaldı, sınıflarınıza girin, bu yaptığınız suçtur, toplu isyandır, biraz sonra okula polis çağırmak zorunda kalacağım,” deyip tehdit etti. Öğretmenlerden hiçbiri Tansel’in dedikleri ile ilgilenmedi, söyledikleriyle, tehditleri ile baş başa bıraktı…



Vakıf yönetim kurulu eylemin üçüncü günüde Şakir Bey ve üç öğretmenle görüşüp isteklerini kabul etti. Daha o an, Tansel’in okulla ilişiği kesildi. Daha o an okulun bütün birimlerinde zafer türküleri söylenmeye başladı. Daha o an bahçenin tekmil çam ağaçlarının, servilerinin yüzü güldü, ağaçların devamlı konukları yeşil papağanlar, serçeler, kumrular ötüm ötüm öttüler.

Tarihi köşk nice olaya tanıklık etmiş, neler görmüş, ne olağanüstülüklere sahne olmuş; lakin böylesini görmemişti. Öğretmeni, velisi, öğrencisi yekvücut olmuş, Tansel’in acımasızlığına karşı bir araya gelmişti. Bu durum ilk kez bir eylemin içinde olan kimi eğitimcileri ciddi olarak sarsmıştı…

“Koşun koşun!”

“Ne oldu, ne var?”

“Koşun koşun!”

“Nereye koşacağız?”

Ahşap merdivenlerden çıkarken dengesini kaybeden Türkçe Öğretmeni Nuray Hanım, aşağı yuvarlanmıştı.

“Koşun koşun, imdat, Nuray Hanım merdivenlerden aşağı düştü!”

“Koşun koşun okulun en güzel öğretmeni!”

“Koşun koşun gülen gözlü öğretmenimiz ölüyor koşun!”

“Koşun koşun okulun en naif öğretmeni gidiyor!”

“Koşun koşun biricik dostumuz gidiyor!”

Türkçe Öğretmeni Nuray Hanım, Ege Üniversitesi Acil’de ilk müdahale yapıldıktan sonra, Beyin Cerrahi yoğun bakım ünitesinde tedaviye alındı. Bornova Anadolu Lisesi mezunu Nuray Hanım’ı, Beyin Cerrahi’nde Bal mezunu Doktor Erkin, Doktor Umut, Doktor Devrim titizlikle saat saat takip ediyorlardı…

Bu kadar gerginliğe alışık olmayan Nuray Hanım, ani tansiyon düşmesiyle dengesini kaybedip merdivenin üst basamağından yuvarlanmıştı.


Özgürlüğün bedeli ağır olur derler ya, Müdür Tansel’e karşı verilen mücadelede okulun en naif, en sevilen öğretmeni yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyordu.

Şakir Bey, tarihi köşkün önünde Atatürk büstünün karşısına dizilmiş öğrencilerine:


“Genç arkadaşlarım, evlatlarım, kıymetli öğretmen arkadaşlarım, huzur dolu günlere ulaşmak adına verdiğimiz mücadelede mutlu sona ulaştık. Ancak Nuray Öğretmenimiz yoğun bakımda. Şimdi herkesten rica ediyorum, sevgi dolu, iyilik dolu enerjinizi gönderin ona. Ben inanıyorum, Nuray’ımız tez zamanda bu mücadeleyi de kazanıp aramıza dönecek!”


“Sevgili öğrencilerim, Nuray Öğretmen ne ister, öğrencileri başarılı olsun ister, Nuray Öğretmen ne ister, öğrencileri çalışkan olsun ister, Nuray Öğretmen ne ister, öğrencileri her daim hayatta iyi birer insan olsun ister, Nuray Öğretmen ne ister, öğrencileri ahlaklı olsun ister. Şimdi ona söz vermenizi istiyorum. Onun istediği gibi bir öğrenci olacak mısınız?”


“Evet, olacağız, söz veriyoruz!”


“Teşekkür ederim bütün kalbimle inanıyorum size!”

Nuray Hanım’ın durumuna rağmen, sevinç türküleri söylendi bir ağızdan.

Köşk’teki sevinç türküleri şehrin bir ucundan, ta öbür ucuna ulaştı, şehrin her yanında, sağında solunda Tansellerin huzuru kaçtı. Köşk’ün, taş yapısının içine sıkışıp kalmış şen şakrak nidalar, mutluluk günleri dile geldi...

10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page