top of page

Arama Sonucu

"" için 3767 öge bulundu

ETKİNLİK (1)

  • 21 Ocak 2020 | 11:00
    Yalova Belediyesi Güzel Sanatlar Merkez Rüstem Paşa Gazi Paşa Cd. No:23 77200 Yalova Merkez/Yalova Türkiye
Hepsini Görüntüle

BLOG POSTA (3626)

  • Deneme Üzerine Bir Deneme

    Hilmi YAVUZ * Deneme bir edebi tür olarak, kolayca tanımlanabi­lir mi? Ben bunun kolay olmadığını düşünüyorum -ve galiba, bazı türler arasına ayırt edici sınırlar çizmenin mümkün olmadığını da! Benim 'Budalalığın Keşfi' ile, mesela Nurullah Ataç'ın, Nermi Uygur'un ya da Sabahattin Eyüboğlu'nun denemeleri türsel olarak benziyorlar mı birbir­lerine? Belki de benzer yanları vardır, ama ben, ben­zerliklerin değil farklılıkların öne çıkması gerektiğini düşünüyorum. Benim 'Geçmiş Yaz Defterleri', örne­ğin, 'anı' olarak da, 'günce' olarak da okunabilir; 'deneme' olarak da! İlk deneme kitabımın adı, 'Denemeler, Karşı Denemeler'di. Biraz da, Malraux'nun Antimemoires'ının adından esinlenerek, kitaptaki bir bölük denemeye, 'karşı-deneme' demeyi daha doğru bulmuştum. 'Kar­şı-Deneme, benim, Sabahattin Eyüboğlu'nun deyişiy­le, 'gülen düşünce' diye tanımlamayı yeğlediğim bir deneme türü. Ayraç içinde belirteyim: 'Gülen düşün­ce' deyişinin, şimdi, sadece 'karşı deneme' için değil, genel olarak 'deneme' türü için kullanılabileceği kanı­sındayım. Bu deyiş, 'mizah' sözcüğüne karşılık olmaktan çok, 'deneme'ye uygun bir tanım gibi geliyor bana. Deneme, gülümsetmeli okuru; Rabelais'in agelaste'ları gibi gülmesini bilmeyen okurlar, okumasınlar denemelerimi, derim ben... Deneme türüne ilişkin özel tarihime gelince: İlk okuduğum denemeler, ortaokul Türkçe kitaplarındakilerdir. O yıllarda ortaokul Türkçe kitapları, bir edebiyat beğenisini temellendirmek amacıyla, özenle hazırlan­mışlardı. Elbette, öteki türlere olduğu gibi, denemeye değer veriliyordu o kitaplarda. Montaigne ve Ataç'ı, ortaokul sıralarında tanıdım. Ama itiraf etmeliyim ki, ortaokul yıllarımda deneme türü beni o kadar ilgilen­dirmedi; lisede Behçet Hoca (Necatigil) sınıfta, Rilke'nin 'Malte Laurids Brigge'nin Notları'ndan bölüm­ler okuyuncaya kadar da ilgilendirmemeye devam et­ti. Ama Rilke'nin, hele büyük bir şairin çevirisiyle okunduğunda, düzyazı yazmaya özendirmemesi ve el­bette düzyazı hazzı'nın ne demeye geldiğini kavratma­ması olanaksızdır. 'Budalalığın Keşfi', denemeyi hem şiirsel hem de düşünsel kılma savıyla olduğu kadar, okura haz duya­rak gülmek ve gülerek düşünmek olanağını verme sa­vıyla da yazıldı. 'Felsefe Yazıları'nın, ya da 'Osmanlılık, Kültür, Kimlik'teki yahut 'Modernleşme, Oryantalizm, İslam'daki yazılarımla şiirlerim ya da denemelerim arasında bir ortak paydadan bu anlamda söz edile­mez. Deneme yazmanın, benim açımdan, biraz da ga­zetede köşe yazarı olmakla ilgisi var. Sait Faik'in Ay Işığı' öyküsünü anımsıyor musunuz; 'Havada Bulut' kitabındadır. Orada, bir gazeteye başvuran öykü kişisi­nin, gazetenin başyazarınca, deyiş yerindeyse, sorgu­ya çekilişine ilişkin bir bölüm vardır. Ağız aramakta us­ta' başyazar, 'Nasıl bir dünya arzuluyorsunuz?' diye sorar. Uzun bir söylevi vardır öykü kişisinin ve bir ye­rinde şöyle der: 'İçinde iyi şeyler söylemeye, doğru «eyler söylemeye salahiyetler kıvranan adamın, kork­madan ve yanlış tefsir edilmeden bu bir şeyleri söyle­yebildiği bir dünya...' Gazete yazarlığını, ben tasta­mam böyle anlıyorum. Ama sorun, sadece, 'iyi şeyler, doğru şeyler' söylemek değildir. Bence, gazete (köşe) yazarı edebiyatçı ise, etik olduğu kadar edebi kaygılar da taşımak konumundadır. 'Budalalığın Keşfi'ndeki yazıların (Çoğu, benim 'Zaman' gazetesinde yayımlan­mış olan köşe yazılanındır.), 'deneme' türünden yazı­lar olması ve 'deneme' türüne, meylimin daha da art­mış olması, bundan dolayıdır. "Edebiyatçıların gazetelerde 'köşe' tutmaları"na gelince, hemen belirtmeliyim ki, sayıları geçmişe oran­la çok az. Siyasal yazılarındaki ideolojik tavra hiç katıl­mıyor olmakla birlikte, benim için, Türkiye'deki edebi­yatçı 'köşe' yazarlarının en değerlisi, Oktay Akbal'dır. Attila İlhan, ne yazık ki, bir edebiyatçı gibi yazmadı ya­zılarını; -bir 'fikir adamı' olmaya özendi ama maalesef, bunun için gerekli entelektüel donanımı yetersizdi! Özdemir İnce'ye gelince, ne edebiyatçı kimliğine ne de fi­kir adamı kimliğine ilişkin en küçük bir ima taşımıyor yazıları... Zülfü Livaneli'yi saymıyorum;- çünkü 'Bu­dalalığın Keşfi'nde de yazdığım gibi, onu (bana göre, elbet!) ne edebiyatçı ne de fikir adamı kabul etmek olanağı var. Oysa bundan elli yıl öncesini düşünün: Peyami Safa'nın 'köşe' yazılarını, 'Cumhuriyet'in ikinci sayfasındaki makaleleri: Tanpınar'ın, Hasan Ali Yücel'in, Bedri Rahmi'nin, daha sonra da Melih Cev­det'in makalelerini ve köşe yazılarını... Mehmet Ke­mal'i unutmamalı. Nereden nereye... Şunu da söylemeliyim:'Felsefe ve Ulusal Kültür'de­ki yazılarım, daha 1970'li yılların başında, benim entelektüel ilgilerimin nasıl bir edebî ve fikrî bir form için­de dile getirilmek istendiğine ilişkin ipuçlarını veriyor­du. Edebî ve fikrî anlamda uzun soluklu, hacimli ('tuğ­la gibi'?) düzyazı yapıtları üretmeye uzak durdum da­ima. Bunda şüphesiz söylemek istediklerimi döndürüp dolaştırmadan, ayrıntılarda yitip gitmeden toparlama kaygısı ağır basıyor. Sözü uzatmayayım, deneme, benim için gerçekten ideal bir form. Dokunduğu her şeye bir bakış, bir de­rinlik, fikrî ve edebî bir boyut katan' bir tür. Makale ile farkı da, bana göre elbet, öncelikle üslupta (makale, öznesizdir) ve referansların sunuluş biçiminde: Maka­lede, alıntıladıklarına, dipnotlarda, sayfa numarasına varıncaya kadar, vermek zorundasınızdır; -denemede ise, sadece kitabın ya da yazarın adını (metnin içinde) verir geçerim;- o kadar! Denemenin, yazarının entelektüel otoportresi ol­duğu söylenebilir elbet ama sadece bu kadar değil! Denemeyi, yaşanmış olan'dan bağımsız ele almamak gerek. Belki de edebî türler içinde, yazarının yaşamıy­la, yaşam deneyimleri ile zorunlu olarak, birebir ilişki içinde olan tek tür, denemedir. Öteki türlerde, yazarın yaşamıyla ilişki, zorunlu değil, olumsaldır; olsa da olur, olmasa da olur! Ama denemede durum öyle değil. ,Budalalığın Keşfi'nde hem fikri hem de bireysel yaşa­mıma ilişkin denemeler var, biliyorsunuz. Fikrî deneyim, elbette, okumalardan geliyor. Be­nim oldukça geniş bir entelektüel ilgi alanım var. Ede­biyat, Felsefe, Antropoloji ve Dinbilim, özellikle de İs­lam Kelamı ve elbette Tasavvuf. Bir ara çok ciddi Fre­ud çalıştım; özellikle de Popper, Sartre, Wittgenstein'in Freud okumalarından yola çıkarak. Boğaziçi Üniversi­tesi'nde verdiğim Yaz Okulu derslerinde bu konuyu ele aldığımı, sanırım, öğrencilerim anımsıyorlardır. Marksizme gelince, o, gençlik yıllarımdan beri, üzerin­de çalışmayı hiç savsaklamadığım 'büyük anlatı'dır. Eh, 75 yaşımdayım. Baudelaire'in o güzelim 'Spleen'lerinden birinde dediği gibi, 'sanki bin yaşındayım, o kadar hatıram var' ('J'ai plus de souvenir que si j'avais mille ans'). Bunlardır beni deneme yazmaya yönlendiren... Sait Faik'in öykü kişisi gibi, 'içinde iyi şeyler söylemeye, doğru şeyler söylemeye salahiyetler kıvranan' biri olup çıkıyorsunuz bunca yaşantı, dene­yim ve okumalardan sonra... Deneme, felsefi düşüncenin önünü açabilir mi; evet, açabilir! Düzyazı geleneği, bir düşünce geleneği­ne dönüşünceye kadar, felsefi düşünceler, tıpkı Sokrates-öncesi doğa filozoflarınınki gibi, şiirsel söylemin içinden dile getiriliyordu. Unutmamak gerek: Tanpınar, Akif Paşa'nın 'Âdem Kasidesi'ni bir felsefi metin sayıyordu. Öte yandan, Lyotard'ın duyurduğu gibi, 'büyük anlatı'ların sonu geldiyse, Aristoteles, Kant ya da Hegel türü 'büyük (felsefi') sistemler'in de sonunun geldiğini düşünüyorum. Bu bağlamda en büyük öncü Nietzsche, sonra da Wittgenstein olmuştur. Wittgenstein'den sonra, büyük sistemler, bana olanaksızmış gibi görünüyor. Şunu demek istiyorum: Batı'da da, bizde de, felse­fi düşünce, artık, Blanchot'nun deyişiyle,'parçalı yazı' (écriture fragmentaire') olarak üretilecek gibi görünü­yor. Deneme de, bence bu tür yazı için ideal bir örnek­çe... Deneme, eğer gazete yazarlığıyla bağlantılıysa, el­bette, güncel sorunlardır öne çıkan: Burada 'güncel sorunlar' sözünün yanlış anlaşılmaması gerekiyor. Be­nim için 'güncel' olan, sıradan herhangi bir 'köşe' ya­zarı için 'güncel' olan değil elbet; onun arkasında giz­lenmiş, doğrudan verilmemiş olandır! Bakın, mesela budalalığı ele alalım. Bence budalalık, benim anladı­ğım anlamda 'güncel' bir sorundur. Zarif nüktenin ye­rini, kaba mizahın alması,'güncel'dir. (Ayraç içinde be­lirteyim: Nasreddin Hoca'sından İncili Çavuş'una, Bektaşi fıkralarına kadar uzanan incelmiş bir mizah ge­leneğine sahip olan bu toplum, nasıl oluyor da, bugü­nün o budalalaştırıcı 'stand up'çularının, 'showman'lerinin kaba nüktelerine gülüyor? Gülmek, düşünmektir elbet; kuşkusuz, neye gülündüğü de, düşüncenin dü­zeyi konusunda şaşmaz bir ölçüttür.) Denemelerin, bir düşünce sistematiği geliştirdiği doğrudur. Daha önce de belirttim: Ben modernliğe, hele Türkiye'nin modernleşmesi söz konusuysa, ciddi kuşkular ve tedirginliklerle bakan bir okuryazarım. Di­le, düşünceye, belleğe, yere, mekâna, aidiyete dair olan düşüncelerimin, tümüyle, modernleşme ile ilişkili bir sistematiğe dayandığı söylenebilir. Türkiye'de sa­hih bir aydın olma konumu, Modernleşme/Gelenek sorunsalı göz ardı edilerek temellük edilemez. Bir Peyami Safa'ya, bir Hilmi Ziya Ülken'e, bir Tanpınar'a, bir Ülgener'e, Cemil Meriç'e ve Kemal Tahir'e bakınız, bu kavramları, hangi bağlamda ele almışlar, görürsü­nüz. Türkiye'de sahih bir aydın olmanın önkoşulu, di­le, belleğe, mekâna ve aidiyete dair sorunları, mo­dernliğin gelenekle olan kopma ve kopçalama (Lacan'cı anlamda: 'Le Point de Capiton') ilişkileri bağla­mında ele almaktır. Sahih bir Türk aydınının düşünce sistematiği bu olmalıdır. Hilmi YAVUZ

  • DENEME

    Şenol YAZICI * -resmi boşuna koymadık; iğne, iplik, mezura, düğme, makas... karmaşık bir kompozisyon ama gören tanır, tema terzidir, yazı da böyle değil mi?- Öykü dilini çok beğendiğim Cemil Kavukçu’nun CAN yayınlarından 2013 Eylülünde çıkan ÖRÜMCEK KAPANI adlı kitabını ta o zaman almışım, almışım ama unutmuşum kitaplığın bir köşesinde, okumak ancak bugünlere kısmet oldu. Roman okuyacak dende kesintisiz boş zamanım yok, aralıklı okumak huyum da... Öykü bu dar zamanlarda iyi, Cemil Kavukçu da yetkin... İçinde olsanız esnemekten çatlayacağınız hayat, olağan gündelik akışa kattığı kurgu diliyle sevimli bir animsyona döner, bırakamazsınız. Yazılar farklı konularda, ayrı bir güzel. “Yazmayı Bırakabilmek” bölümü ilgimi çekti. Cemil Kavukçu’yu da şimdi daha bir sevdim; ne güzel bir dil, nasıl da sahici? Anlıyorum ki yaşamın öteki alanlarına da hakkını verirsen yazarlığın da kir, pas tutmuyor. Yoksa sadece yazar olacağım diyen biriyseniz giderek artan bir yalnızlıkta kendi kanınızla beslenip sonra da olağan bir sonuçla tükeniyorsunuz. Hani hep kendinden olanlarla evlenen kapalı toplumların çocuklarının trajedisi gibi... Kendini tekrar etmek başlıyor ya da anlamsızlık… Farkına varamadığınız, vardığınızda çok geç olan bir kör inadı tabi, hiçbir şey anlatmayan, dışı belki hala yerinde ama içi boşalmış cevizler gibi, özsüz, tumturaklı ama bir temadan yoksun yazılar. Dışardan ne çok bildiği varmış hissini veren ama aslında ana düşünceye bir türlü gelemediğinizden, daha doğrusu ana düşünceyi unuttuğunuzdan, bulma derdiyle sözünüzün dağlar kadar uzadığı metinler, öyküler, romanlar... Hele o dildeki, konuşurken özgün duran ama yazıya dökülünce bir farklı olan İlber Ortaylı hali... Hele biraz da yaşınız geçince… Kimse de yüzünüze diyemez; bırak artık mini etek sevdasını, o bacakla olmazzz... diye. Necati Cumalı’nın son romanıydı sanırım, daha doğrusu Makedonya 1900’ün devamı olan 1994 basımı VİRAN DAĞLAR’ı okuduğumda farketmiştim ilk. Belki daha önce başkalarında da denk gelmişimdir ama o da bir deney; karşılaştırmalı edebiyat kültürü istiyor demek... Susuz Yaz’ın, Ay Büyürken Uyuyamam’ın, Tütün Zamanı’nın güçlü yazarı, Yunus Nadi, Orhan Kemal, Ömer Asım Aksoy Ödülü’nü de alan bu 500 sayfalık romanında YAZMAYI BIRAKTIM diyordu. Demiyordu da kitap öyle bağırıyordu. Keşke demeden bıraksaydı. Hissettiğim bu olumsuzluğu kitabı bana armağan eden arkadaşıma seslendirdiğimde küstüğünü görünce, bunun salt benim orijinal sandığım yargım olduğunu düşünmüş, bir daha da ağzımı açmamıştım. Sonra internette benzer düşüncelerini seslendiren ve tabi ki bu yüzden linç edilen kişileri görünce yargım pekişmişti. Evet kitapların ve yazarların da müritleri vardı. Şeyh yürüyemiyordu ama onlar uçuruyorlardı. İşte bu tabu konuya değiniyordu Cemil Kavukçu…Niye mi tabu, ben bile yazarlığın yaşı yok, diyordum,hesapla... Alice Munro’nun aynı konulu bir yazısından “ En kötüsü yazma seni bıraktığı halde yazmayı sürdürmek…” alıntısıyla söz ediyor, " Okumayı bırakmam, ama yazmak zor olabilir." yargısına ulaşıyor. Bu arada değinmeden geçmemeli; A.Munro başka bir açıdan bakıyor: "81 yaşındayım ve kurmacanın yalnızlığını kaldıramam," demekte. Doğru ya en iyi ihtimalle demans aklınla dans ederken... İyi de daha bilgeleşmez mi insan, onca deney birikimiyle? Belki, ama makale fıkra yazarsan ya da deneme olabilir. Dar alanda yaptığını görürsün. Kurgu çok katlı bina... karıştırıp banyoyu balkona bile yaparsın sonra... Bu benim düşüncem, Kavukçu demiyor. Muhteşem bir deneme bu. Deneme mi? Ama ben güya öykü okuyordum. Bir önce okuduğum "Görkemli Bir Buluşma “ öyküydü. Hem de harika bir Fellini filmi gibi öykü… Öyle bir amacı yoktur, okuyucuyla dalga geçmenin tehlikeli bir iş olduğunu bilir Cemil Kavukçu. Sonuçta bir algısındır, kolay yıkılır o da. Yarıyı geçmişim, bırakıp kitabı baştan alıyorum. TODAMAN TODAMAN Zİ ilk öykünün adı. Yazar bir çocuğun gözünden ilk deniz deneyimlerini anlatıyor. Yolculuklarında karşılaştığı denizlerin onda bıraktığı etkileri... Araba tuttuğu için yolculukları sevmiyor, ama deniz göreceğini düşünerek istekle katlanıyor… Ailesiyle Bursa’dan İstanbul’a giderken karşılaştığı denizi, Yalova’dan vapurla karşıya geçişin hazzını unutamıyor. Öykünün adı da o yolculukta daha küçük olan kardeşinin bebek diliyle denizi tanımlayışından alınmış… KOCAMAN KOCAMAN SU' yun bebek dili... Şimdi jeofizik mühendisi olarak Kıbrıs’a görevle gidişini anlatıyor. O arada denizi anlatan yazarlara örnekler veriyor, Bilbaşar’ın Denizin Çağırışı’ndan Melville’nin Beyaz Balina’ya dek… Araya bir şiir örneği de koymuş. Sonra o yolculukta yakalandıkları fırtınayı bir yığın teknik terimle öykülüyor. Bir dakika bu da bir öykü değil… Belki teknik bir ustalıkla konudan uzaklaşmayı seçti, sonradan bağlantı kuracaktır diye hızlı hızlı okuyorum geri kalan sayfaları. Ana konuya dönmüyor... ya da ana konu neydi? Bu nasıl öykü? Cemil Kavukçu’yu okumamışsanız, deneyin derim. Sarıp sarmalayan, tanıdık gibi gelen, kolay anlaşılır, çapaksız, kirsiz passız, duru bir dili vardır. Büyük bir ciddiyetle kurguladığı her öyküsünde zekice buluşlarla sözcüklere yedirdiği ironiler daha da sevdirir yazdığını. Her durumda yazdığı öyküdür. Ama bu?.. Tamam aynı dil, kolay okunuyor, bir hatta birden fazla olay örgüsü, kahramanlar da var, çekici kılan ironiler de, hatta merakımı uyandıracak kadar güzel anlattığı, o nedenle de koşturup gidip gördüğüm İnegöl Kent Müzesi de var, ama bu bir usta işi öykü değil... -KAVUKÇU'nun anlattığı kadar var müze, benim en çok Gemlik'teki kadırga inşasına ağaç taşınmasını canlandıran bölüm ilgimi çekti- Bir hata yaptığımı düşünüyorum, öykü diyerek koşullanmışlıkla başladığım kitap değişik türlerden bir seçki. Kapağa bakmak ancak o zaman aklıma geliyor. Kapakta yazıyor, öykü değil denemeymiş, hem de 2013 Erdal Öz DENEME ödülünü almış kitap… Arkasında da ayrıntı: Her şey öykü olur mu? Öykü fikri nereden gelir, nasıl gelişir, okuru büyüleyen bir metne nasıl dönüşür, ÖRÜMCEK KAPANI bu konuların çevresinde dolaşan bir deneme kitabı… diyor. Öykü koşullanmışlığıyla kapağa bakmadan okuduğum bir denemeymiş… Bak şimdi oldu. - Halimi hesaplayın. Önce şaşkınlık, arkasından bir öfke duyuyorsunuz, kime mi; elbette kendime önce, sonra da okuduğum metne… Suçun bir bölümü onda olmalı. HAYIR OLMADI, diyorum, fikrimi değiştirerek. Bu bir deneme de değil. Yazar, CONRAD’ın Tayfun öyküsünü bitirdiğimde Kıbrıs açıklarında yaşadığım fırtınayı anımsadım ve bu yazıyı yazdım diyor, 21.sayfaya değin uzanan metnin sonunda. Deneme fıkra gibi, makale gibi bir düşünce yazısıdır, yani kolayca bulacağınız bir anadüşünce taşır, bu yazıda ana düşünce ne? Yok öyle bir şey. Ne anlattığı da çok belirgin değil... Güzel bir yazı, her durumda keyifle okurdum, bir beklentiye girmeseydim. Şimdi aydınlandım, ama bu kez de iddia ettiğine takıldım; ne öykü ne de deneme bunlar… Daha doğrusu kimisi öykü, kimisi öykü taslağı, kimisi deneme, kimisi farklı farklı notlar... Kitabın gerisini okumasam da biliyorum... CAN yayınları, Erdal Öz’ün zamanındaki yerinden epey uzağa düşmüş, Türkiye’nin en iyi öykücülerinden birinin kendi başına bırakılsa hepsi de okunur, güzel olan öykü eskizlerini, çalışma notlarını, mutfak yazılarını, hayat, çevresi, ailesi, en çok da babası, arkadaşları, İnegöl anıları ve öykü üzerine geliştirdiği düşünceleri de alarak bir kitap yapmış, güzel de olmuş, ama deneme deyince?... Herhalde satsın diye de DENEME ödülünü de ona vermiş…Yazar kendinin, kitap kendinin, ödül dışarı gitmemiş… Çok mu iddialı? Ya da işim gücüm yok da çok sevdiğim, bir süre de olsa arkadaşlığını da tattığım Erdal Öz’ün büyük bir mücadeleyle oldurduğu yayınevini ya da öyküde gerçek bir sihirbaz Cemil Kavukçu’yu karalamak mı derdim? Hadi canım, haksızlık etmeyin. Güzel yazılar dedim ya… Sadece DENEME olmadıklarını düşünüyorum. Öyle iddia edilmesine canım sıkıldı. Siz de deneme diyorsanız, benim bildiğim deneme neydi? Edebiyat fakültesinde öğrendiklerime boş verin, onca yıl keyifle okuduğum, Suut Kemal Yetkin, Ataç, Eyüpoğlu, Montaigne... Onlar mı kandırıyordu bizi? Üzülmeyin, son zamanlarda dergilerde deneme adıyla çıkan yazılara bir göz atın ya da büyük reklamlarla duyurulan DENEME yarışmalarına bakın; galiba denemeyi bilen yok bu ülkede…Ya da gerçek deneme ortaya çıkmayınca bu örneklere o adı vermeyi yeğlemişler hep birlikte. Yayınlanan deneme yazılarına göz atın. Hepsini okuyamazsınız belki; o zaman ödül alanlara bakın. Güzel yazılar, edebiyatın geleceğinden kaygınız varsa fikriniz değişir, öyle iyiler, ama deneme değil. Fıkra, makale, sohbet, anı, günlük, öykü… ya da karışık bilmem ne... Çok azı da 500 yıl önce ilk örneği verilmiş, bize ancak 20. Yüzyılda gelebilmiş, breyci anlayışın gelişmesi geciktiğinden ancak 40'lı yıllarda ışığı parlamış, seksenli yıllara kadar hayli yaygın ve tutulan bir türken sonradan unutulmuş, şimdi canlandırılan bir düşünce yazısı türü olan deneme… Peki ne? TÜRANLATI. Ben bu tür yazılara, isim vermekte dergi sırasında sıkıntı yaşıyordum. Sonra dergide yayınladığım benzer yazılar yığılıp kitaplaşmaları konu olunca bir ad bulma gereğini duydum. Yayınevi DENEME adında ısrar ediyor, bunun kitaba da saygınlık getireceğini söylüyordu ama ben utanıyordum, kimden mi, okurdan tabi, edebiyat eğitimi görmüş adama bak, türü bilmiyor demezler miydi? Yazıların bazıları tam denemeydi, ama bazıları benzer dil kullansa da ya da öyle başlasa da başka türdendi, nasıl olacaktı? Bu nedenle ADA adlı kitabıma TÜRANLATI diye yazdırdım. Kitap çıktıktan sonra da aldığım kimi eleştiriler üzerine araştırdığımda buluşun bana ait değil, birkaç kişi tarafından da kullanıldığını görecektim. TÜRANLATI adından anlaşılacağı üzere biçim ve içerik yönünden türlü anlatıları bir arada toplayan bir özellik… Yayıncı Yılmaz Yeşildağ, 90lı yıllarda farklı yazılarıyla ünlenen Cezmi Ersöz, Kürşat Başar gibilerin yazdıklarına özenen gençlerin, kopuk kopuk bilinç akışlarıyla oldurdukları bazıları gerçekten güzel, ama pamuk şeker gibi geride tortu bile bırakmayan yazıları, deneme diye ona bastırmaya getirdiklerinde çileden çıkar, ama müşteriyi kaçırmamak için de TÜRANLATI adını vererek yapardı kitabı. Şimdi şaşıracaksınız bu özellik denemede de vardır biliyor musunuz? Açın bu alanın en büyüğünü, Montaigne’yi, antik çağın şairlerinin dizeleriyle destekler yazılarını. Peki, fark nerde? Hiçbir deneme aşure çorbası gibi ilgisiz düşüncelerin yığıldığı bir tür değildir. Şiir ya da benzeri örnekler ancak anadüşünceyi desteklediği için kullanılmıştır. Kurmaca yaratıcı yazın türlerinde anadüşünce değil, bildiri aranır, şiirde ise tema… Deneme her türü olduğu gibi olay örgüsünü de kullansa, dili çok iyi kullanan örnekleriyle öyle görünse bile bir yaratıcı yazın türü değildir, arada bir yerdedir. Çünkü yazarın tek başına oldurduğu bir ya da çok gerçekten değil, genele ait insan ve hayat gerçeğinden beslenir ve doğal olarak ta başlangıçta taraftarı zaten vardır. Ona sanatsal ya da edebi kimliği üslup kazandırır, ama özünde bir düşünce yazısıdır. Esnekliği, rahatlığı, iddiasız hal, türler arasında geçiş kolaylığı… her tür düşünceyi, olayı anlatmaya müsait olsa da dahası, hiçbir kanıtlama derdi bulunmasa da bir düşünce çevresinde örgütlenir? Sonunda bir anadüşünce çıkarırsınız. Yani onun alçakgönüllüce ele aldığı düşünceyi aynen taşıyan çok örnek vardır, belki bu yüzden de sevilir. Gerçekte çok çekingen, mahcup bir makaledir, fıkradır; nezaketle “bana göre” diyen, ama inatla iddia eden bir türdür; ne var ki aklına ne gelirse asla değildir. Gerçekte benzese benzese en çok mektuba benzer, hiçbir mektup kırk amaçla yazılmaz, başlangıçta tek amaç vardır, açık ya da kapalı. Ya aşkınızı ilan edersiniz ya borç isteyeceksiniz, ama bir yolu var, damdan düşer gibi olmaz ya… Muhatabınızı buna hazırlamanız gerek. İşte deneme de öyle… mektup gibi yazarın kendinden hareketle okuruyla bağ kurduğu, özgür, sesli düşünmeye olanak veren bir amaçla yazılan, ama bunu dayatmayan yazılardır. Deneme çoğu kez kısa yazılardır, eleştirel bakabilir, ama keskin değildir; yazarın çok şey bilmesine gerek yok gibi durur, ama derin bir bilgi ister aslında, önce insanı yani kendini tanımayanın deneme yazması zordur; siyaseti çok sever, çünkü hayattan beslenir; hayat da boydan boya siyasettir, ama asla radikal ve partici değildir. Çünkü denemenin bir iddiası varsa da onu kanıtlamak değildir; tıpkı felsefe gibi doğruyu bulmaya ve göstermeye çalışır, bunu da kendi önermekten kaçınır, okura buldurmak ister. Yorucu değil mi? İddiayla üçgen gibi, domates gibi çok da somut olmayan bir kavramı tanımlamak yorucu… Gerek de var mı? Dün deneme öyleydi, bugün böyle, var mı itirazın, seversen okursun, hepsi bu. Yine de gerçek bir deneme örneği vermeden bitmez bu yazı. Bakarsın öyle daha kolay anlaşılır. DENEMEnin piri, filozof Montaigne’den ve bu türü sanatsal eleştiriye de başarıyla uygulamış Suut Kemal Yetkin’den birer deneme örneği var aşağıda. İlginizi çekmişse siz de Ataç’tan, Vedat Günyol’dan, Salah Birsel'den, Rouseau’dan, Eyüpoğlu'ndan, Motesqiyo’dan… bir deneme bulun okuyun. Bakalım benim derdimi hissedecek misiniz? * Montaigne / ÖLÇÜ İnsan elinde ne illet var ki, dokunduğunu değiştiriyor; kendiliğinden iyi ve güzel olan şeyleri bozuyor. İyi olmak arzusu bazen öyle azgın bir tutku oluyor ki, iyi olalım derken kötü oluyoruz. Bazıları der ki, iyinin aşırısı olmaz çünkü aşırı oldu mu zaten iyi değil demektir. Kelimelerle oynamak diyeceği gelir insanın buna. Felsefenin böyle ince oyunları vardır. İnsan iyiyi severken de, doğru bir işi yaparken de pekâlâ aşırılığa düşebilir. Tanrının dediği de budur: Gereğinden fazla uslu olmayın, uslu olmanın da bir haddi vardır. Okunu hedeften öteye atan okçu, okunu hedefe ulaştırmayan okçudan daha başarılı sayılmaz. İnsanın gözü karanlıkta da iyi görmez, fazla ışıkta da. Platon’da Kallikles der ki, felsefenin fazlası zarardır. Felsefe bir kerteye kadar iyidir, hoştur; faydalı olduğu kerteyi aşacak kadar derinlere gidersek çileden çıkar, kötüleşiriz; herkesin inandığı, uyduğu şeyleri küçümseriz; herkesle doğru dürüst konuşmaya, herkes gibi dünyadan zevk almaya düşman oluruz; kimseyi yönetemeyecek, başkalarına da kendimize de hayrımız dokunmayacak bir hale geliriz; boş yere şunun bunun sillesini yeriz. Kallikles, doğru söylüyor çünkü felsefenin fazlası bizim gerçek duygularımızı körletir; lüzumsuz bir inceleme ile bizi tabiatın güzel ve rahat yolundan çıkarır. (Kitap II, bölüm XXX,) * Suut Kemal Yetkin / YARINA İNANMAK Sevgi, inanış, güven, acıma, saygı gibi varlığımızı ilgilendiren türlü insanlık duygularının bozulmadığı her devirde ve her yerde sanat ve edebiyat ciddiye alınmış, değer taşımıştır. Ciddiye alınmayan gerçek sanat hiçbir yerde gösterilemez. İkinci savaş sonrası kuşaklarına giren yazarların çoğu, ciddilikten yoksundur. Ünü ucuza mal etmek yüzünden çocuk denecek yaşta olanların bile ağıza alınmaz deyimlerle yüz kızartacak sözde şiirler düzmeye, iri iri laflar ederek eleştirmeler yazmaya kalkıştıklarını görmedik mi? Bıyıkları yeni terlemiş bir delikanlının "dünya sanatında" diyerek eleştirmesine başladığını okuyunca dünyanın avuca sığacak kadar küçüldüğünü görerek içim burkulmuştu. Bizim bildiğimiz medeniyetler sanatı ve edebiyatıyla ölçülür.Eski Yunan medeniyetinden sanatını ve edebiyatını kaldırınız, geriye ne kalır? Yirminci yüzyıl Türk medeniyeti, her halde yukarıdaki anlatmaya çalıştığım bu çeşit eserlerle kurulmayacak. Şairlerimizin, eleştirmecilerimizin, bir kelime ile bütün yazarlarımızın çoğunlukça öteden beri takip ettikleri Fransız Edebiyatı Dadaisme (Dadaizm)'den ve bir sürü "isme(izm)" ile biten türedilerinden mi ibarettir? Bunlardan kaçının adı hatıralarda kalmıştır? Ne şiirin, ne sanatın yenisi eskisi olur. Sadece sanat vardır. Hangi şiir Baudelaire'inkilerden daha şiirdir? Yeni kelimesini ağızlarından düşürmeyenler ya tükenmiş olanlar, ya da kendilerinde yaratma gücü bulunmayanlardır. Yenilik diye ortalığı bulandırmakla gerçek bir şey kazanılmaz. Bulanık suda balık avlandığı sanatta görülmemiştir. Gelecek günlere, yarına inanmayan toplumların yaşamayacakları gibi yarını, yani sürekliliği düşünerek yazmayanların, yazdıklarının yarın açısından sorumluluğunu taşımayanların yaşayamadıklarını tarih ve edebiyat tarihleri gösteriyor. Ama ne tarihin, ne de edebiyat tarihinin okunduğu var. Ölü doğmuş, iddialı sanat ve edebiyat eserlerinin tarihi yazılsa ciltler yetmeyecek. Ben, sanatı ve edebiyatı insan varlığının en kutsal yaratışlarından biri sayarım. Gerçek sanat eserlerinin de, yarına geçecek değerde olduğuna inanan sanatçıların ellerinden çıkmış olanlar arasında bulunacağına inanıyorum. Zaten bana bu satırları yazdıran da bu inanış oldu. Tabii yarını, geleceği masal sayanlar, günü gününe yaşamakla yetinenler, diledikleri gibi düşünüp yazarlar. Bu, onların bileceği iştir. * Acaba şimdi anlatmayı başarabildim mi? Her yazı değerlidir, ama hepsi kendi alanında değerlidir. Ona her derde şifa anlamı yüklemek gereksiz bir performans beklentisi demektir. Deneme öyle gözükse de ben de yazdım tavrını hiç affetmeyen bir türdür, kırk yamalı bir bohça ya da her parlak cümlenin atıldığı ambar değil, aksine çok ciddi bir yazın türüdür ve tıpkı öykü gibi roman gibi, makale gibi alan birikimi, deney ve ustalığı ister. Ben de karnıyarık yapamam örneğin...Yapmam da gerekmiyor ya... * 28.04.2020

  • Bir Şehri Sevmek

    -Erdek'te gün batımı. Foto: Şenol YAZICI- Şenol YAZICI * Gezmeye gittiğim her yerde başıma gelendir; ertesi gün, bilemedin iki gün sonra sıkılırım. Büyük heveslerle gittiğim uzak yerlerde dahi ayağımın tozuyla nesi varsa sözü edilir koşturarak görür, sonra da yapacak iş bulamaz, yeni bir yer aramaya başlarım. Hele bir aksilik çıkmasın… Bu denli uğursuz bir yerde bir de para vererek durmak niye... hali olur bende... Belki bu nedenle yazlık sahibi olmayı, bir yere bağlanmayı çok istemedim. O kadar param da olmadı ya... Ne var ki artık gittiğim yerlerde bazen canım, güzellik yarışmasına girmeden kabul görecek, merhaba diyecek, sohbet edecek birilerini de aramaya başladı. Yaşamın doğası bu soğanın cücüğünü de çekiyor, balı böreği de... Hem nereye kadar?.. İyi de katlanabilecek miydim? Denemeli, uygun bir yer bulup sevmeyi denemeli… Nikahta keramet vardır demezler mi? Satın almak yerine kiralamak iyi bir düşünce gibi gözükmüştü. Baktın olmuyor, al atını... der, gidersin. İyi de nere? Hep alt yoldan, deniz kıyısını izleyerek gittim Erdek'e, bu kez Çanakkale Biga yolunu izleyip Edincik'e sapıyorum. Daha önce görmüştüm Edincik'i, şimdi nasıl bir his bırakacaktı bende. "...Erdek yolunu sonunda yapmışlar. Edincik'i görmek için deli oluyorum. O, sınıf farkını ve çalışma arzusunu yok eden birbirine benzeyen yaşlı, ama hırsı olmayan evleri, kapılar boyu tenekelere dikili sardunyaları, karanfilleri, oralara yeni taşınmış olduğu, ama kalıcılığı belli ortancaları, konukluğa gelmiş gibi duran açelyaları, zeytinleri, turşuları görmek istiyorum. İstiyorum da, gemiye geç kalacağız, diyor yol arkadaşım...." diye anlattığım ADA yazımdaki Edincik'i yeniden görmek istiyorum. Eski, küçük Edincik evlerinin yanında tepelerde TOKİ'nin beton binaları da görünüyor artık. Su boşa akmamış, Edincik zamandan payını almış, güzel dokusunu bozan çok katlı binalar da eklenmiş manzarasına. ... ve önceki gelişimde evlerin önüne, yol kenarlarına dizilen teneke kutulardaki sardunyalar, ortancalar da yok artık... Belki bir zenginlik, düzen ve şıklık gelmiş ama bu Edincik, o Edincik değil... Anlattığım Edincik hiç değil.. Zeytinliklerin içinden keskin virajlar çizen yolla denize iniyorum. Uzakta Erdek gözüküyor. Sevmeye niyetli olduğum şehir burası. Buradan bakınca denemeye değer ve keyif alınacak gibi görünüyor. Erdek arkaik dönemde bile önemli bir yer. 5400 yıl önce kurulmuş ve adını Altın Postun Argonatlarından, Jason'dan almış ve Roma imparatorlarının ilgi ve iltifatını görmüş bir ADA kenti. Sonra Kapıdağı o dönemdeki adıyla Artake, Bandırmaya uzanan dar kıstaktan karayla birleşmiş zaman içinde. Marmara'nın ortasında, büyük kentlerin hepsine yakın adalar zengini bu yerleşim, zeytini, inciri, mermeri, kılıç balıkları, girintili çıkıntılı koyları, muhteşem deniziyle Türkiye'nin ilk turizm merkezlerinden biri olmuş. Bir devir Koç ailesini ağırladığını anlatır Erdekliler. Sonra da yetmez olmuş ya da fatihleri heveslerini almış terk edilmiş. Ultra zenginler belki yok ama Erdek yazın gitseniz gene tıklım tıklım... Sözde apart otel diye yapmışlar boğazda yalı fiyatına kiraladığım siteyi. Deniz kıyısına ev izni verilmeyince uyanık girişimciler çözümü çabuk bulmuş, otel diyorlar adına. Sahil onlarla dolu... Düzlük denilen giriş bölgesinin tüm sahilini böylece parsellemişler. Denize bu denli sokulmanın başka şansı yok ya, turistik tesis diye başlıyorlar inşaata... Gerçekte iki odalı, salonlu yazlıkların yer aldığı tatil köyü, havuzunun yanında elbette denizden de hakkını alacaktı. Payını belirlerken de kuşkusuz sayıya değil, verilen paraya bakacaktı. Geniş kumsalı şezlonglarıyla kapsayınca, yirmi metre ilerde de benzeri bir uydurma turistik tesis olunca arta kalan dar alana deniz diye aklını atan sıra insanlar bir kent kalabalığıyla üst üste yığılacaktı doğal olarak. Bizim denize giremezsiniz diyen yoktu ama insanımız salt paranın ardında olduğu uygulamalara değil, uzantılarına da saygılıydı; sadece sahil değil, denize de bir kol gibi uzanan sınıf ayrışması kendiliğinden oluşmuştu... Tatil denince ilk Erdek'in akla geldiği zamanlarda GÜNEY, yani bugün DÜZLER denilen kente giriş bölümü öncelikle bürokrasinin ve uyanık girişimcinin elinde telef olmuş çirkin bir yapılaşmayla Tanrının tarlaları kula yasak edilip yağmalanmış bir bir... Onların prensleri başka yerleri yeğleyip artık gelmese de ebeveynlerin bazıları hala burada. Sislenen hatıralarında bir masala dönen iktidar günlerini gururla, hasretle anımsıyorlar. Elbet hüzünlü ve elbet çirkin... Çünkü hala sıra insan bu ruhsatsız tapusuz iskânsız demir ve beton çitleri aşıp denize ulaşmakta sıkıntı çekiyor. Altyapı yok, sosyal alan yok, alışveriş merkezi yok; seksenden bugüne 40 yıl geçmiş, olduramamışlar, ama dört yanı yerleşim ya da kamp yapmayı, denize giden bütün yolları tekellerine almayı başarmışlar... Benim site bir alem, Bursa'dan bir üniversitenin başı çektiği bir grup tarlalardan birini siteye döndürmüş otel ruhsatıyla. Denizi bir yay gibi kucağına almış duvarlarla çevrili site, bu beni doyurmaz deyip dev bir havuz da yapmış bahçeye... Ama bir kafeyi bile unutmuş, gün olup yapacakmış. Daha çok yeni, çok eksiği gediğ var, pek kimse kimseyi tanımıyor, ama sitelerine girecek yabancılara karşı çok duyarlılar, şifreli kapıdan girmeyi başarırsanız içerde üç adım atmadan enseleneceğiniz kesin. Ne garip ilk geldiğimde yarım gün yetkili aramıştım, oysa şimdi... Önüne gelen bana kim olduğumu soruyor, nerden gelmişim, kaç numara da kalıyormuşum. Burada herkes bekçi Murtaza… * Deniz yosunla ve fırtınayla ortaya çıkan denizanalarıyla kaplı olmasa güzel... Yine de şükretmek lazım, karşı kıyıda lacivert denizanaları varmış, yabancı menşeli oldukları söylenen. Bir çarptılar mı, yaz boyu sevgilinizce ısırılmış gibi gururlu, ama takma dişleriyle ısırılmış gibi ağlıyor çarpılan yeriniz, kıpkırmızı… Seçkinlik güzel... Denize bu denli yakın olmak, maddi bedeli ağır olsa da eşsiz bir keyif... Sigarasız aranırken sokaklarda, en büyük izmariti ben bulmuşum gibi hissediyorum. Ne güzelmiş zengin olmak (!) Vahşi kapitalizm bu olsa gerek… Hiç sanmıyorum, bunun adı gözbebeklerinde dolar işareti olan ilkel yerel yönetim düzeni… Belediye olanak vermiş, insanlar da işgal etmiş, zamanında. Sonrakiler de bakmışlar önlerinde bir deve, nerden başlasınlar? Sitenin kumsalı işgal eden şezlonglarında boş yok… Her şemsiye altında iki şezlong, birer de oturan var ama... ötekine havlusunu, çantasını, bir şeysini koymuş, işgal edilmemiş boşluk yok; hele kadınlar, bir yaşı geçkin olanlar hele, korkunç bir rahatlıkla bütün kumsalı kendi mülkiyetlerine almışlar gibi… Orda çantası, ötekinde ayakkabısı, daha ötekinde havlusu; havuz keyfi yapan gelmesi olası komşu kadınları beş çayına bekliyor... Eminim havuzun başındaki komşusu da aynı pozisyonu almış, denizdeki ahbabı burnu sürtüp geldiğinde oturacak yer bulsun diye hazırlıktadır. Yadırgayan bakışlardan da sıkılınca yanda cümbür cemaat bir avuç yere sığmaya çalışan gündelik tatilcilerin yanına kuma oturdum. Ne var ki içimde burjuvanın en acımasızıyla karşılaşmış proleter öfkesi var. Onca para ver, sonra da bu hale düş… Uydu mu şimdi? Yandaki şezlonglardan biri boşalıyor, jet hızıyla fırlayıp oturuyorum. Zengin ve seçkin olmak kolay öğrenilen bir şey… Şezlonga erinçle yaslanırken purom olmayışına üzülüyorum. Önümdeki kadidi çıkmış ihtiyar, ama saçları hala simsiyah boyalı kadın dönüp bana bir bakış atıyor, bir şeyler diyor, hayrıma da değil belli ama ne gelir elden… Aldırmayacağım… Kul düşünür kader güler derlermiş, umursamıyorum ama kadının yanından o ana değin erkek çocuk filan sandığım bir minik adam doğruluyor, bana dönüyor. Gözlerimi kapatıp, Allah'ım ne olur gelmesin, diyorum, içimden, bana bir şans ver, bir gün en azından… Hem bu bu şehri sevmeye geldim… diyorum… Gözlerimi açtığımda yaşlı minik adam yok olmuyor, çok yaklaşmadan, yumruk mesafesinden uzakta, elleri beli dediği buruş buruş karnına gömülmüş, bana bakıyor. Bakmak suç mu, bakar. Dayanamayıp başımı sallıyorum, ne istiyorsun, der gibi… O zaman patlıyor adam, herkese duyurmaya kararlı resmen bağırıyor, tek başına beni gözü kesmedi, belli mahalleyi arkasına alacak, öteki Murtazalara duyurmak derdi. -Kimsin sen kardeşim, ne arıyorsun burada? Utanıyorum. Utanç da öfkelendiriyor beni. Düzgün cümle bulamıyorum… Hem başka dönüp bakanlar da var; öteki Murtazalar… Ben de bağırıyorum, sanki herkes sağırmış gibi… -Sana ne… ekliyorum, dayanamayıp… Sana ne ibrikçibaşı… Allah'ın denizi… Ne oluyorsa hepsi birden önüne dönüyor, yaşlı amca da söylene söylene, ama en alçak tondan… Bulaşmıyorlar avamdan serseriye… Çok zamandır bu halim yoktu. Utanıyorum gene, ama öte yandan anladıkları dili anımsamayıp konuşmayı başarmaktan mutluyum. Sıkıldım itilip kakılmaktan... * Gereğinden fazla sıradan gözüken Erdek'te bir yan var ki olağanüstü... Çok az yerde yerleşimin göbeğinden baktığınızda akşam ancak bu kadar akşama benzer. Sıradanlık sözüm Erdek sevenlerin hissiyatına dokunmasın... Gerçekte bu kadarını bu kent de hak etmiyor ama, öyle... Dört yanı deniz Kapıdağı yarımadası, yani o haritadaki incecik bir pazubentle karaya tutunmuş baltanın ağzı azıcık emekle dünya çapında bir yer olması, belediyesini de insanını da uçurması mümkünken inanılmaz bir basiretsizlikle ölmeye yatırılmış, el birliğiyle... Ne belediyenin, ne halkın ne de yazlığa gelenin çok umurunda... Salt esnaf keyifli, niteliği azalsa da nicel olarak artan yakın illerden koşturup gelen gezginleri fahiş fiyatlarla yolmaktan yoruluyorlar. Erdek kötü bir yer değil. Yerel halkı Yörükler ve Ege’nin karşı yakasından mübadele ile gelenler, çok yerin insanından daha konuk sever. Arızalı, sorunlu birileri varsa o da dışarıdan gelip rekabet ortamı olmadığından kendini hiç geliştirme gereği duymadan düzen tutturanlar, sonradan görmeler, esnaflığın harami vari sırrına varanlar...​ Meyveyi dalından, sebzeyi tarlasından elinle koparıp yiyebilmek, sütü direk üreticisinden alabilmek, güneyde deniz fırtınalı iken, kuzeyde ıssız koylarda denize girebilmek, ya da tersini yapabilmek... kenarından köşesinden doğallığı bozulmuş olsa da yalnız kalmayı başarabileceğiniz dağı, denizi, ormanı olması yeter diyorsanız elbet güzel... Ama gerisi yok, ama o ruh yok... Havası çok nemli, çok rutubetli, kimse de orası için oksijen deposu masalını uyduracak kadar cin davranmamış, sıcak arttıkça boğulursunuz, ama Ayvalık gibi dehşetli bir rüzgarla kamçı yemiş gibi havalananlar dışında bütün deniz kıyıları öyle değil midir? Buna karşılık Erdek'in dünyaca ünlü zeytini olmuş işte, fena mı? Kabul etmeli, Marmara'nın öteki kıyılarına göre hiç olmazsa uzaktan bakınca denizi de denize benziyor. Asla değişmeyecek ilçe merkezini birkaç dozerle dümdüz etseler, turizmle hiç ilgisi olmayan yer ve hizmetlerini, beş yıldızlı diye satmaya çalıştıkları soyguncu düzenlerini terk edebilseler, belediye biraz yol, biraz imar ve biraz temizlik diyebilse, biraz 21.yüzyıl koyabilseler vitrinlerine, rengi ışığı, parıltısı, okumuşluğu, umur görmüşlüğü olan insan getirtebilseler... çok daha iyi olabilirdi. Daha çok gelen olabilirdi, demiyorum, ülkenin kıyıları lağıma dönmüşken ve insanlarımız hala oralarda en cici mayoları ve güneş kremleriyle evrimleşip balık olmaya çalışırken ve asgari ücret hala mucizevi bir gelirken ana yerleşimlere bu denli yakın Erdek hiç boş kalmaz, kalmıyor da... Bizim dediğimiz hakkını vermek, hakkını almak... Ama ne yaparsanız yapın tatil yaptığınız hissini veren bir yer olamaz, Erdek. Hiçbir zaman kötü olmaz, ama asla güzel de olamaz... İyi ki gelmişim dedirten bir kıpırtı, yüreğinizi kaldıracak bir şiir, zaman dursun, dedirtecek pastoral bir resim bulamadan, emeğinize ve masrafa değecek hiçbir şey yakalayamadan, o sınırlarına kadar yaşa, imkansızı iste diyen Argonatlar'ın buraya neden uğradığına şaşarak, dönünce anlatabileceğiniz, su kesildi. Yaz boyu kanalizasyon kokusuyla boğulduk, esnaf anamızı sordu durdu... dışında komşunuzun gıpta edeceği bir masal üretemeden dönersiniz... Evinizin balkonuna çıkıp akşam güneşini ve mırmırlanan kedinizi yanınıza alıp içilen bir çayın keyfi daha çok mutlu edebilir sizi. Paranız da cebinizde kalır. Karşı kıyıda Denizkent mi ne oralarda oturan buraya da gezmeye gelen arkadaşın biri, hırçın bir sevgili gibidir buralar, demişti. Çok emek verirsiniz ondan sevgili yaratmak için, sonra da alışır, terk edemezsiniz. Sevgili bölümü hariç, hatta hırçınlık bölümü hariç gerisi doğruydu. Akılla evlendiğiniz gibi belki, bunaltacak dende dümdüz, sorunsuz, hiç şaşırtmayan, ama asla ötesi de olmayan, ne var ki çok emekle bir şey yaratmaya uğraştığınız bir yer belki... Tat alamadan, tuz alamadan , ama verdiğiniz emeğe, eskittiğiniz ömre de kıyamayıp terk edemediğiniz bir yer... Galiba ben kıyarım. Erdek'te sevgili ruhu yok... Sadece kötü olmamak sevgili olmaya yeter mi? Önce kılıç balıklarını, sonra bir devir yaşadığı ihtişam ve gösterişi niçin yitirdiğini, tatilcilerinin kaymak tabakasını neden Ege'ye Akdeniz'e kaptırdığını, niçin bütün sevgililerince terk edildiğini, sonunda niçin benim gibi bir körle birkaç topala kaldığını tam olarak anlamasanız da hissediyorsunuz, biraz yaşayınca. Hiç ihtimal vermezsiniz ama Erdek, tarih boyu yerleşim yeri olmuş. Kampların hemen yanında DÜZLER'deki Kyzikos Antik Kenti antik dönemden, Kapıdağı yarımadasının ADA olduğu zamanlardan kalma... ve içinde yer alan dünyanın 8’inci harikası olarak nitelendirilen Hadrianus Tapınağı’nın uzunluğu 116 metre... Didim Apollon tapınağından daha büyük.... Zamanında ustalıklı bir siyasetle çevreye egemen olan bütün uluslarla, Romalılarla da Perslerle de iyi geçinmeyi başaran, İskender'in bile iltifatını gören bu büyük kent, M.S 500'lü yıllarda ciddi bir depremle sarsılıyor ve eski ihtişamını yitiriyor. Kent halkı bugünkü Erdek'e yani Arteka'ya taşınıyor. Kapıdağı Bandırma uzantısı karadan kopuk bir adayken, geçen zamanda kıstak doluyor ve yarımada oluyor. Bu arada düz ovanın ortasında yükselen birtakım binaları dışında kentin üstü toprakla, bitkiyle örtülüyor. Denilebilir ki yüzyıllardır birkaç karış toprağın altında yörede yaşayanların insafına terk edilmiş. Evliya Çelebi 17. yüzyılda uğradığında muhteşem bir antik kentten ve o antik kentin yağmalanan taşlarıyla yapılan çevredeki binalardan söz ediyor. Her yıl komik denilecek ödeneklerle bir bölümü kazınıyor, birkaç örnek taş Erdek'in içindeki açık hava müzesine götürülüyor, daha çoğu kırılıp parçalanıp ortada bırakılıyor, daha değerliler başka müzelere aktarılıyor, gerisi kaderine terk ediliyor. Yine de hala yaşıyor şehir... Ama bu halde, ama taşlarının büyük bölümü çevre binalara katkı sağlayarak... Aslında ERDEK resmi bu; genlerinden gelen bir güzelliği var, ne var ki kötü hayat ve sahipleri onu bitirmiş, estetik ne ki diyor? * Kamplar bölümünün yolları dar, kente giden yükseklerden geçen geniş bir yol var ama uzak kalıyor... Geçmişte Erdek'in en popüler yerinde iki araç yan yana geçemeyeceği gibi son bakımı herhalde geçen yüzyılda görmüş sanki... Erdek Düzler, gerçekte bu vandal istilasına uğramadan önce, hatta hala bir tarım arazisi... meyvenin, sebzenin en güzeli, zeytinin en verimlisinin yetiştiği denizden dolma bataklık bir tarım arazisi... Yok fiyatına deniz kıyılarını kamplara, otel adı altında sitelere verip de elinden çıkaranlar dışında yerlisi hala bu işle meşgul… * Yörükler Erdek'in manavları... Yaşam biçimlerini yukarı dağ köylerinde aynen sürdürüyorlar. Bazen sahilde de rastlıyorsunuz. Anadolu'nun belki de sembolü olması gereken zor koşulların hayvanı keçiler orada da hayli çok. * İşletmelerin çoğu dışardan gelenlerce açılmış. Yerli halktan bir kısmı yazlıkçıdan pay almayı düşünse de alışkanlıklarından vazgeçmeden yapıyor bunu da... Ehlikeyf... Yolun kıyısına incir dolu tabakları dizmiş, kendisi ortada yok. "Tabağı üç lira " yazıyor, altına da eklemiş, "Tabağın altına parasını bırakın." * Sağlı sollu, "ikna edici" çoğu TC ya da bilmem ne bakanlığı ...diye başlayan adlara sahip imarsız tarlalara 12 Eylül darbesinden hemen sonra kondurulmuş bu binaların hala tapusu ruhsatı yok. Belediye onları Erdek'in bağrına saplı yüzlerce hançer gibi algılıyor ama yıkamıyor da... İsimler görkemli nasıl yıksın... Ada bak: TC Ankara Marangoz Öğretmenler Kampı... ya da Türkiye Cumhuriyeti Tavukçular Derneği Eğitim Kampı... elbette örnek bunlar, bakarsın ilgilenen çıkar, kapatırlar mapatırlar diye isim vermiyorum, ama benzerleri çok... ....ve gücünü o zamanın askeri idaresinden, sonra TC önadından alan ama bir derinine baksan, devletle hiç ilgisi olmadığını hemen fark edeceğin binalar fahiş fiyatlarla bilmem kaç kez el değiştirse de dikenli tellerle, ya da duvarlarla ördüğü kamplarında " eğitim" görevini hala sürdürüyor. Gecenin ilerleyen saatlerine değin bir Brezilya karnavalının gürültüsünü dinliyorsunuz, havai fişeklerin eşliğinde. Uyku uyuyamayan çocuklar bir sınırlamaya uymayı başaramayan bu şehir eşkıyalarının hırslarına kurban olmuş... Tatili birilerinin, dünya benimdir egosuyla eğlenmesi sizin de mecburi dinlemeniz olarak oldurmuşsanız kafanızda, öneririm Erdek bulunmaz bir yer... Bense... yok ben bu şehri sevmedim. Sadece kötü olmamak sevgili olmaya yetmiyor... Bazen yaptıklarınız değil de yapmadıklarınızın hesabı sorulur. Erdek de öyle; vermeden alan niyetinden ve yapmadıklarından mesul... * 13. Temmuz 2014

Hepsini Görüntüle

SAYFA (49)

  • Deneme|EDEBİYAT |maviADA Dergisi

    MONTAİGNE - Şenol YAZICI 7 gün önce 4 dk. Bütün Umudum Kendimde MONTAİGNE * Krallar hiçbir şeyimi almazlarsa bana çok şey vermiş olurlar hiçbir kötülük etmezlerse yeterince iyilik etmiş sayılırlar... 48 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 MONTAİGNE 17 Tem 1 dk. ALIŞKANLIK MONTAİGNE * Bir köylü kadın, bir danayı doğar doğmaz kucağına alıp sevmiş, sonra da bunu adet edinmiş, her gün danayı kucağına alıp... 14 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 Özgür Karakaya 30 Haz 2 dk. PAYLAŞMAK “İki şey paylaştıkça artar: sevgi ve bilgi”. - Sebuhi Quluzade KOKMAYI PAYLAŞTIM Gül renginde basıyordum yere. Kaçırdım gözden Küçük... 50 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Vedat GÜNYOL 17 Haz 2 dk. Türk'ün Mutluluğu: Atatürk Vedat GÜNYOL * "Şeflerin ödevi hayatı sevinç ve istekle karşılamak hususunda uluslarına yol göstermektir” diyordu Atatürk ölümünden bir... 5 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 Şenol YAZICI 3 Haz 3 dk. Hüzne Az Ara Ver Nazım'ın Anısına... -Hiçbir karanlık sonsuza değin sürmez. Bir de sürsün... Yakmayı bilirsen senin içinde kıyamet gibi ışık var,... 134 3 yorum 3 27 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 27 Nurten B. AKSOY 27 Nis 2 dk. BAHARI YAŞAMAK Nurten B. AKSOY * "Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak... 99 0 yorum 0 11 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 11 Niyazi UYAR 25 Nis 5 dk. BAŞ GÖZ ÜSTÜNE Yasaklar gelişimin, değişimin önünde yıllardan beri çelikten bir duvar gibi durmaya devam etmekte. O yasak, bu yasak diyerek, toplumun önüne 87 0 yorum 0 10 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 10 Nurten B. AKSOY 23 Nis 2 dk. 23 Nisan Kutlu Olsun Nurten B. AKSOY * "Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı, bir mutluluk parıltısısınız! Memleketi asıl... 53 0 yorum 0 15 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 15 Nurten B. AKSOY 19 Mar 3 dk. Sadaka Taşından Askıda Ekmeğe Nurten B. AKSOY * Yardımlaşma duygularımızın doruklarda olduğu ramazan ayındayız. Belki yaşadığımız bu kutsal ayın etkisiyle, belki... 22 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 Nurten B. AKSOY 8 Mar 3 dk. KADIN OLMAK Nurten B. AKSOY * Bugün 8 Mart Dünya kadınlar Günü… İnsan hakları temelinde, kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi;... 167 0 yorum 0 17 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 17 Şenol YAZICI 3 Oca 9 dk. DENEME Şenol YAZICI * -resmi boşuna koymadık; iğne, iplik, mezura, düğme, makas... karmaşık bir kompozisyon ama gören tanır, tema terzidir,... 86 0 yorum 0 8 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 8 Nurten B. AKSOY 21 Kas 2023 2 dk. MATRUŞKA BEBEKLERİ Nurten B. AKSOY * İnsan yaşamı gizemlerle, sürprizlerle, acılarla, mutluluklarla dolu tuhaf bir öykü sanki. Nerede, ne zaman, kimin... 35 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 1 2 3 4 5

  • maviADA Dergisi | Türkiye

    ada kitaplık maviADA 22 May 1 dk. ARSİV BASILI DERGİLERİMİZ maviADA tarihinde basılı olarak çıkan tüm dergiler, yıllıklar, yazılar, yazarlar, fotoğraflar... ayrıntılı olarak hazırlanıp sunulduğu... 10 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviADA 22 May 1 dk. ARSİV ETKİNLİKLER maviADA YAZAR ve ÜYELERİNİN yapmış olduğu önemli etkinlikler burada yer alır. 2 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviADA 22 May 1 dk. ARSİV SÖYLEŞİLER YAPILAN SÖYLEŞİLERİN YER ALDIĞI ARŞİV BÖLÜMÜDÜR 0 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviADA 22 May 1 dk. ARSİV DOSYALAR maviADA Dergisinde geniş bir katılımla, titiz çalışmalarla gerçekleştirilen soruşturma konuları; DOSYALAR... Bir çoğunu buradA... 1 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviADA 25 Oca 2022 1 dk. ARSİV Arşiv Uğrayacağınız ARŞİV bölümü, gerçekte maviADA'nın 2002'den bu yana geçmişi, saklı hazinesi, gömüleri demek. O nedenle de resmi hazine... 122 0 yorum 0 4 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 4 maviADA 22 May 1 dk. maviADA KÜNYE Yönetim maviADA'yı yaşatmak için emek verenler; yazarlar, çizerler ve diğerleri... 7 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviADA 15 May 1 dk. maviADA KÜNYE Konuk Yazarlar 2002'den buyana maviADA'ya el verenler; okur, yazarlıktan öte iz bırakanlar... Hepsini görebileceğiniz bir sayfadır KONUK YAZARLAR. (... 14 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 maviADA 30 Mar 1 dk. maviADA KÜNYE maviADAlılar Genelde Türk ve Dünya kültür tarihinin önemli isimlerini, özelde 2002'den bu yana yolu bir nedenle maviADA'ya düşenleri, YAZARLARI,... 184 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 maviADA 18 Mar 1 dk. maviADA KÜNYE Yazarlar maviADA'ya can verenler: yazarlar / çizerler /editörler *görmek için tıklayın * ***maviADA'da Herkes Yer alabilir. Ne var ki bu tür 376 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 maviADA 2 Mar 1 dk. maviADA KÜNYE İbrahim TIĞ 2024'ten buyana maviADA'da Yazan İBRAHİM TIĞ Aynı zamanda ZONGULDAK TEMSİLCİSİ Yazılarını görmek için İÇİN RESME TIKLAYIN 3 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. Hasan GÜLERYÜZ 15 saat önce Çocuk Olmak, Çocuk Kalmak Fuat ÖZGEN 22 saat önce ORMAN Özgür KARAKAYA 1 gün önce GÜLMENİN SATIRLARI ARŞİV DOSYALAR SÖYLEŞİLER ETKİNLİKLER BASILI DERGİLER hayat GÜNCEL sanat GÖRSEL MÜZİK SAHNE SANAT edebiyat ÖYKÜ ŞİİR ROMAN ANI GEZİ Çocuk Olmak, Çocuk Kalmak Hasan GÜLERYÜZ ORMAN Fuat ÖZGEN GÜLMENİN SATIRLARI Özgür KARAKAYA Zarfı Kapat Heyhat Cemal Karsavran SAATİN BEŞİ Niyazi UYAR BU SAYIDA mavilik FELSEFE DENEME TÜRANLATI duvar adalılar MAVİKİTAP MAVİMÜZİK MAVİSİNEMA ara mavifoto ada kitaplık MAVİVİDEO İLETİŞİM Hasan GÜLERYÜZ 15 saat önce EDEBİYAT Çocuk Olmak, Çocuk Kalmak ve KANATLANMAK Hasan GÜLERYÜZ * Çocukluğunu doyasıya yaşamadan büyümek çiçek olmadan ve arıyla buluşmadan, güneşle, yağmurla... 10 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. Fuat ÖZGEN 22 saat önce EDEBİYAT ORMAN Fuat ÖZGEN * Sıcaktan bunalınca Mavi kelebeğin ipek kanadında Yükseliyorum serin ormanlara Dinliyorum akan suyun şırıltısını Esen yelle... 18 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Özgür KARAKAYA 1 gün önce HAYAT GÜLMENİN SATIRLARI Özgür KARAKAYA * Rahatsız Etmem Sohbet ortamında “ Ramazan ayı, dileklerin kabul olduğu aydır. Allahtan ne istersen verilir” demişler.... 7 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 2 3 4 5 Fuat ÖZGEN 22 saat önce EDEBİYAT ORMAN Fuat ÖZGEN * Sıcaktan bunalınca Mavi kelebeğin ipek kanadında Yükseliyorum serin ormanlara Dinliyorum akan suyun şırıltısını Esen yelle... 18 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Yusuf AKSOY 5 gün önce EDEBİYAT GURBET Yusuf AKSOY * Ne vakit seni düşünüp şehrin kaybolmuş yollarındaki izlerinden gece vakti çıksam yollara sabaha varmadan payımıza düşen... 63 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 Yusuf AKSOY 15 Tem EDEBİYAT PATİLER Yusuf AKSOY * Can dostların duyulmayacaksa bize rağmen gecelerde havlama sesleri gündüzlerde miyav sesleri katledecekse cellatlar insan... 111 0 yorum 0 4 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 4 Ahmet ADA 14 Tem EDEBİYAT Yaz Başlangıçlı Bir Aşk Ezgisi Ahmet ADA * Her şey bir başlangıçtı başaklar bile Kırlar dağlar deniz kenarları Denize inen sokakların kuşları. Durup baktım yapraklar... 31 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 Fuat ÖZGEN 12 Tem EDEBİYAT SAP VE BALTA Sap ve Balta 23 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 Özgür KARAKAYA 1 gün önce HAYAT GÜLMENİN SATIRLARI Özgür KARAKAYA * Rahatsız Etmem Sohbet ortamında “ Ramazan ayı, dileklerin kabul olduğu aydır. Allahtan ne istersen verilir” demişler.... 7 0 yorum 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. Zeki SARIHAN 3 gün önce HAYAT KARADENİZ’DEN İZLENİMLER Zeki Sarıhan * Her yıl köyüme gitmesem, hısım akraba ve arkadaşlarla buluşup söyleşmesem içim rahat etmez. Bu yılki gidişim için önemli... 12 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Niyazi UYAR 3 gün önce HAYAT YÜZBİRİNCİ YILINDA LOZAN Niyazi UYAR* Lozan, Türk halkının ittifak senedi, nikah akdidir. Bu ittifak, öyle bir ittifaktır ki, yaşamak için, var olmak için zorunlu... 20 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Mavi Işık 3 gün önce HAYAT Ferid Edgü'yü Kaybettik 88 yaşında hayatını kaybeden Roman, deneme, şiir gibi birçok türde eser veren Ferit Edgü 50 kuşağının en önemli öykücülerinden biriydi.... 18 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 Ekrem Hayri PEKER 4 gün önce HAYAT ŞEYH BEDRETTİN , ŞEYH BEDRETTİN (1358/59-1416) ÜZERİNE FARKLI BİR BAKIŞ Ekrem Hayri Peker * Yeni din inancına, her zaman eski dinden bazı inançlar... 49 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 maviADA 1 Tem DUVAR SERDAR DARTAR SERGİSİ "Hikayenin Sonunu Sen Yaz"; Bir Serdar Dartar Sergisi 18 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 Semihat KARADAĞLI 9 Haz DUVAR İzmir'de Devrekli Bir Sanat Emekçisi: İbrahim Tığ Semihat KARADAĞLI * Dün uzaklarda Devrek'ten edebiyatın sanatın karıncası dergilerin yok olmaya başladığı bugünlerde inatla mücadele... 35 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 Semihat KARADAĞLI 6 Haz DUVAR Bir Etkinlik maviADA yazarlarından da olan ŞEHİR DERGİSİ yayın yönetmeni İbrahim TIĞ, 8 Haziran 2024'te saat 14:00-16:00 arasında İzmir KANGURU... 12 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 Şenol YAZICI 2 Haz HAYAT YALOVA KİTABEVİ KAPANIYOR Şenol YAZICI * Bazen öyle olur ya; herkese yetersiniz, ama kendinize gelince, terzi kendi söküğünü dikemez örneği umarsız kalırsınız,... 25 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 maviADA 13 May DUVAR 70. Sait Faik Hikâye Armağanı’nı Kazanan Belli Oldu ER 0 der “Sait Faik Hikâye Armağanı” sahibini buldu. Bu yıl 70’incisi düzenlenen yarışmada, Barlas Özarıkça’nın “Hay” adlı kitabı ödüle... 22 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3

  • Görsel Sanatlar I maviADA

    Nurten B. AKSOY 11 Haz 3 dk. SANAT KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ Nurten B. AKSOY * Osmanlının son dönemlerindeki en çalışkan devlet adamlarından, en tanınmış sanatçı ve entelektüellerinden, Türk... 30 0 yorum 0 7 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 7 maviADA 22 May 2 dk. SANAT Adem'in Yaratılışı Michelangelo | Tanrı'nın Eli / ÜNLÜ YAPITLAR * Michelangelo Buonarroti I Adem’in Yaratılışı Tarih: 1512 Boyut: 280 x 570 cm Yer:... 25 0 yorum 0 4 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 4 Nurten B. AKSOY 26 Ara 2023 3 dk. SANAT Osman Hamdi Bey Nurten B. AKSOY * Osmanlının son dönemlerindeki en çalışkan devlet adamlarından, en tanınmış sanatçı ve entelektüellerinden, Türk... 30 0 yorum 0 5 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 5 maviADA 2 Oca 2022 1 dk. SANAT Cupid and Psyche Aşk ve Ruh / Heykel / Antonio Canova * (d. 1 Kasım 1757 – ö. 13 Ekim 1822) özellikle nü vücutları nazikçe betimleyen mermer heykelleriyle... 35 0 yorum 0 4 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 4 maviADA 4 Tem 2021 1 dk. resim sergisi Resim ve heykel sanatının ustalarına açtığı sergilerin yanı sıra genç sanatçılara desteği ile de otuz yedi yıldır Türk Plastik Sanatı’nın... 13 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 maviADA 14 Mar 2021 4 dk. SANAT Sefiller Victor Hugo’nun 19. Yüzyıl Fransa’sında geçen klasik romanından kurgulanan başarılı sahne müzikalinin bu uyarlamasında şartlı tahliyeyle... 40 0 yorum 0 5 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 5 maviADA 26 Şub 2021 2 dk. SANAT Yağmur Adam İki oyuncu da bu filmde devleşiyor. Bencil, kendini düşünen, başkalarına önem vermeyen, ne var ki zor da olsa sonunda kendini ve dünyayı... 33 0 yorum 0 4 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 4 maviADA 19 Şub 2021 1 dk. SANAT İnception FİLM İZLE Türkçesi Başlangıç olan akıl almaz bir bilim kurgu gerilimidir. Yönetmen: Ülke: ABD | İngiltere Tür: Aksiyon | Bilim Kurgu |... 19 0 yorum 0 5 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 5 Aycan AYTORE 19 Şub 2021 3 dk. SANAT Rönesansın Cesur Eli; Michelangelo “Papa’ya söyleyin, bu küçük bir mesele ve kolaylıkla uygun hale getirilebilir. Önce kendisi yasadıgımız bu dünyayı uygun ve yasanılır bir... 51 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 Tamer UYSAL 14 Ara 2020 14 dk. HAYAT Uludağ ve Sinema -3- Yeşilçam'ın Beyaz Filmleri “Sinema geldi ve zindandan oluşma bu dünyayı saniyenin onda biri uzunluğundaki zaman parçalarının... 71 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 maviADA 12 Ara 2020 2 dk. SANAT Uluslararası Film Festivali Merhaba Sevgili Dostlar, Üçüncüsünü gerçekleştireceğimiz Uluslararası Dostluk Kısa Film Festivalinin etkinliklerine ve 11-12-13 Aralık"ta... 42 0 yorum 0 2 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 2 maviSEÇKİ 6 Oca 2020 8 dk. SANAT ELİA KAZAN ve RIHTIMLAR ÜZERİNDE ELİA KAZAN ve RIHTIMLAR ÜZERİNDE / Adı Elia, İlya, İlyas, soyadı Kazancıoğlu. Elia Kazan, Kayseri kökenli halı tüccarı bir ailenin çocuğu... 21 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 1 2 maviADA 12 Tem 1 dk. Güzel Ülke 28 0 yorum 0 3 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 3 Aycan AYTORE 24 Haz 6 dk. Boccacio ve Dekameron'un Aşk Hikayeleri 185 0 yorum 0 6 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 6 maviADA 6 Oca 2017 1 dk. maviADA VİDEOLAR 28 0 yorum 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1

Hepsini Görüntüle

FORUM POSTA (91)

Hepsini Görüntüle
bottom of page