
Arama Sonucu
"" için 3384 öge bulundu
ETKİNLİK (1)
- 21 Ocak 2020 | 11:00Yalova Belediyesi Güzel Sanatlar Merkez Rüstem Paşa Gazi Paşa Cd. No:23 77200 Yalova Merkez/Yalova Türkiye
BLOG POSTA (3252)
- Paplo Neruda
BU GECE EN GÜZEL ŞİİRLERİMİ YAZABİLİRİM Şöyle diyebilirim: "Gece yıldızlardaydı Ve yıldızlar, maviydi, uzaklarda üşürler" Gökte gece yelinin söylediği türküler Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Hem sevdim, hem sevildim, ya da o böyle söyler Bu gece gibi miydi kucağıma aldığım Öptüm onu öptüm de üstümde sonsuz gökler Hem sevdim, hem sevildim, ya da ben böyle derim Sevmeden durulmayan iri, durgun bakışlı gözler Bu gece en hüzünlü şiirleri yazabilirim Duymak yitirdiğimi, ah daha neler neler Geceyi duymak, onsuz daha ulu geceyi Çimenlere düşen çiy yazdığım bu dizeler Sevgim onu alıkoymaya yetmediyse ne çıkar Ve o benimle değil, yıldızlıdır geceler Yürek zor katlanıyor onu yitirmelere Uzaklarda birinin söylediği türküler Bakışlarım kovalar onu tellim her yerde Bakışlar sanki onu bana getirecekler Böyle gecelerdeydi ağaçlar beyaz olur Artık ne ben öyleyim ne de eski geceler Sesim arar rüzgârı ona ulaşmak için Şimdi sevmiyorum ya, eskidendi sevmeler Şimdi kim bilir kimin benim olduğu gibi Sesi, aydınlık teni, sonsuz uzayan gözler Sevmiyorum doğrudur, yürek bu hâlâ sever Sevmek kısa sürdüyse unutmak uzun sürer Bu gece gibi miydi kollarıma almıştım Yüreğimde bir burgu ah onu yitirmeler Budur bana verdiği acıların en sonu Sondur bu onun için yazacağım dizeler Çeviri: Hilmi Yavuz PAPLO NERUDA 12 Temmuz 1904 - 23 Eylül 1973 * Şilili büyük şair Pablo Neruda, asıl adıyla Ricardo Eliécer Neftalí Reyes Basoalto, 12 Temmuz 1904 tarihinde Şili’nin başkenti Santiago’nun 350 kilometre güneyindeki Parral kentinde doğar. Öğretmen olan annesi, Neruda’nın doğumundan altı hafta sonra tüberkülozdan ölür. Trende kondüktörlük yapan babası, onun işe yaramayan birisi olmasına neden olacağını düşündüğünden edebiyata düşkünlüğüne karşı çıkar. Neruda’nın kendisini korumak için aldığı ilk önlem adını değiştirmek olur. Çok iyi anımsamadığını söylese de kısa bir öyküsünü okuduğu Çek şair Jan Neruda’nın soyadını alır. 1917-20 arasında ilk şiirlerini dener. 1923’te babasının armağan ettiği saati ve elindeki üç beş parça ev eşyasını satarak, bunların geliriyle ilk şiir kitabı Crepusculario’yu (Akşam Alacası) çıkartır. 1924’te yayımlanan Yirmi Aşk Şiiri ve Umutsuz Bir Şarkı isimli kitabı onun adını en çok duyuran kitabıdır. “Yirmi aşk şiiri ve bir umutsuzluk şarkısı adlı bu kitap, acılarla dolu bir bildiri sayılırdı. Gençlik günlerimde de bana ıstırap vermiş tutku ve coşkunluklar, anavatanımın güney bölgelerinin o görkemli doğası bu kitaptaydı. Beğenirim bu kitabı, çünkü melankolinin yanı sıra yaşama sevgisi de vardır. Bir nehir ve bu nehirin denize kavuştuğu kıyılar bana yardımcı olmuştur. Yirmi aşk şiiri aynı zamanda Santiago’daki öğrencilik sokaklarımın, üniversitenin ve sarmaşık kokularına karışan aşkların da bir romanıdır.” Duyasın Diye Beni Duyasın diye beni incelir sözlerim arasıra kumsallarda martıların izleri gibi. Gerdanlık, esrik çıngırak üzümler gibi tatlı ellerin için. Ve uzakta görürüm sözlerimi, bakarım. Benim değil senin onlar. Tırmanırlar eski acıma sarmaşıklar gibi. Tırmanırlar öyle nemli duvarlara. Bu kanlı oyunun sensin sahibi. İşte kaçışıyorlar karanlık inimden. Sen hepsiyle dolusun, seninle dolu hepsi. Senden önce sardılar yerleştiğin ıssızlığı ve benim hüznüme alıştılar sana değil. Desinler isterim şimdi sana demek istediğimi duyasın diye onları beni duyduğun gibi. Bir bunaltı rüzgarı sürüklüyor sözlerimi. Düş kasırgaları deviriyor ikide bir. Başka sesler duyuyorsun acılı sesimde. Eski ağızlardan ağıt, eski işkencelerden kan. Sev beni dost. Bırakma beni. İzle beni. İzle beni dost, şu bunaltı dalgasında. Ama aşkının rengine bürünüyor sözlerim. Sen sarıyorsun işte, sen dolduruyorsun hepsini. Bir sonsuz gerdanlık yapıyorum onlardan üzümler gibi tatlı, beyaz ellerin için. (Çeviren: Sait Maden) Seviyorum Suskunluğunu seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada duyarsın beni uzaktan, dokunmaz sana sesim. uçup gitmiş gibi gözlerin ve ağzın bir öpüşle mühürlenmiş. seviyorum suskunluğunu, çok uzakta görünüyorsun sanki yas tutuyorsun, kumrular gibi cilveleşen kelebek benzeri. uzaklardan duyuyorsun beni, ulaşmıyor sana sesim. bırak da varayım dinginliğine sessizliğinde. ve konuşayım sessizliğinle bir lamba gibi parlak, bir yüzük gibi yalın. gece gibisin, suskunluğun ve takım yıldızlarınla yıldızlarınki gibidir sessizliğin, öyle uzak, önyargısız. seviyorum suskunluğunu, sanki sen yokmuşçasına burada uzakta ve hüzün dolu, sanki ölmüşsün gibi. işte o zaman bir sözcük yeter uçarım, uçarım sevinciyle yaşadığının. (Çeviren: Ergin Koparan) Neruda, Yeryüzünde Konaklama kitabında İspanya İç Savaşı’nın ve II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımları, melankoliyi, acıyı, erotizmi, yitik aşkı, belleğin gelgitlerini, yalnızlığı zengin bir metafor örgüsüyle yansıtıyor. Kitap 1925-1945 yılları arasında yazdığı şiirlerini bir araya getiriyor. Bağlaşma (Sonat) Ürkek sayılı gövdenle senin, apansız uzanmış yeryüzünü tanımlayan niceliklere, arkasında günlerin dalaşının, boşlukla ağarmış, yavaş ölümlerle soğuk, solgun uyarıcılarla, yanan kucağını duyarım senin, gezgin öpüşlerini körpe kırlangıçlar yaratan uykumda. Gün olur, çıkar yazgısı gözyaşlarının yaş gibi alnıma, orada çarpar, paramparça ölür dalgalar: ıslaktır devinimleri, çökkün, en son. (Çeviren: Erdal Alova) Pablo Neruda, ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı büyük bir siyasi duruş sergiler. Hayatı boyunca ülkesine birazcık olsun eşitlik gelsin diye fakirliğin kökünden kaldırılmasını başarmanın hayalini kurar ve bunun için savaşır. 1936’da başlayan İspanya İç Savaşı sırasında Cumhuriyetçilerle dayanışmasını yansıtan España En El Corazón (Yürekteki İspanya) adlı şiir kitabını Cumhuriyetçiler cephede iken yayımladı. Neruda’nın şiirleri, cephede elden ele dolaşıp, faşizme karşı ana yurt savunmasında güç verir direnişçilere. Dönüş Sevinci Vatanım, benim vatanım, Sana yönelttim, Akar kanımı. Ben, gözü yaşlı bebek, Anasına dil döken: Yalvarırım dur, Koru, Bu kör gitarayı, Bu yitik alnı. Sana yeryüzünde, Oğullar bulmak için, Çıktım; Ve başuçlarında Bekleyeyim diye: Ak pak adın uğruna, Yer düşenlerin. Körpe ağacından, Bir ev kurmak için, Çıktım; Ve yaralı yiğitlere, Yıldızını götüreyim diye. (Çeviren: Enver Gökçe) Pablo Neruda uzun süre Myanmar, Sri Lanka, Singapur, Arjantin ve İspanya’da konsolos olarak görev yaptı. Neruda’nın bir diplomat olarak hayatı, Michael Radford’un 1995’te çektiği film Il Postino’da (Postacı) işlenmiştir. Diplomat olarak bulunduğu Hindistan ve İspanya’da Federico García Lorca başta olmak üzere pek çok İspanyol şairle temas kurar. İspanya İç Savaşı ve García Lorca’nın öldürülmesi onu çok etkiler. Bu olaylar, önce İspanya sonra da Fransa’da Cumhuriyetçi harekete katılmasına neden olur. 1943’te Şili’ye dönen Neruda, 1945’te senatör seçilir ve Şili Komünist Partisi’ne katılır. Ülkesindeki ve İspanya’daki faşizme karşı büyük bir siyasi duruş sergiler. Neruda’nın ilk eşi Maria Antonieta Hagenaar, şairin hiçbir şiirini adamadığı kadın olarak bilinir. Maria’ya olan aşkı azaldığı sırada tanıştığı ikinci eşi Delia girer hayatına. 45 yaşına geldiğinde ise Neruda iki kadın arasında kalmıştır. İkinci eşi Delia del Carril ile aşk şiirlerinin çoğunu yazdığı şarkıcı Matilde Urrutia… Evli bir şairin gizli sevgilisi olmayı kabul eden Matilde ile ilişkisini Delia’yı yaralamak istemediği için gizli sürdürür Neruda. Delia’ya yakalandığında ise çok üzülür ve tüm şiirlerini yazdığı gibi beyaz kağıt üzerine yeşil mürekkeple yazar veda mektubunu. Neruda “Kaderimdi sevmek ve sonra elveda demek” der bir şiirinde. Şili’nin en büyük yüreği olarak tanınan Pablo Neruda yaşamının son yıllarını, bir balıkçı kasabası olan Isla Negra’da geçirir. Neruda dostlarını asla unutmazdı. Bir dostunu kaybettiğinde adını işte bu evin barındaki kirişlerin üzerine kazırdı. Neruda için yapılmış Isla Negra’daki evde Matilde, 1955’te Neruda eşinden ayrılıncaya kadar iki yıl tek başına kalır. Neruda, Matilde’nin saçlarından esinlenerek Dağınık adını vermiştir eve. Matilde’ye Sone Seni sevdiğimi göreceksin sevmediğim zaman, çünkü iki yüzüyle çıkar karşına hayat. Bir sözcük sessizliğin kanadı olur bakarsın, ateş de pay alır kendine soğuktan. Seni sevmeye başlamak için seviyorum seni, sana olan sevgimi sonsuzlaştıracak bir yolculuğa yeniden başlamak için: bu yüzden şimdilik sevmiyorum seni. Sanki ellerindeymiş gibi mutluluğun ve hüzün dolu belirsiz bir yarının anahtarları hem sevmiyorum, hem de sevmiyorum seni. Sevgimin iki canı var seni sevmeye. Bu yüzden sevmezken seviyorum seni ve bu yüzden severken seviyorum seni. (Çeviren: Cevat Çapan) Yüz Aşk Sonesi Sevmiyorum dememden bileceksin sevdiğimi, yaşamın iki yüzü olmasından gelir bu, söz bir kanattır sessizlikten gelen, soğuk değil midir ateşin bir yarısı… Seviyorum işte, başlasın diye seni sevmek, ersin diye nihayete, dahası hiç vazgeçmeyeyim diye: Henüz sevdim diyemem bu yüzden de. Elimde iki anahtar tutuyorum sanki: Biri sevmek seni, öbürü sevmemek, biri mutluluk, mutsuz bir yazgı ihtimali öbürü. İki ihtimali var aşkımın seni severken. Bundandır seni sevmediğim zaman da sevmek, bundandır seni sevdiğim zaman da sevmek. (Çeviren: Adnan Özer) Matilde Urrutia, Pablo Neruda Nazım Hikmet, Pablo Neruda’nın çok değer verdiği arkadaşlarındandı ve Nazım’ın ölümünün ardından şu şiiri yazar Neruda: Nazım’a Bir Güz Çelengi Neden öldün Nâzım? Senin türkülerinden yoksun ne yapacağız şimdi Senin bizi karşılarkenki gülümseyişin gibi bir pınar bulabilecek miyiz bir daha? Senin gururundan, sert sevecenliğinden yoksun ne yapacağız? Bakışın gibi bir bakışı nereden bulmalı, ateşle suyun birleştiği Gerçeğe çağıran, acıyla ve gözüpek bir sevinçle dolu? Kardeşim benim, nice yeni duygular, düşünceler kazandırdın bana Denizden esen acı rüzgar katsaydı önüne onları Bulutlar gibi yaprak gibi uçarlar Düşerlerdi orada, uzakta, Yaşarken kendine seçtiğin Ve ölüm sonrasında seni kucaklayan toprağa (Çeviren: Ataol Behramoğlu) Jorge Luis Borges’le neden anlaşamadığı sorulduğunda ise “Borges’le aramda olduğu söylenen çatışma temel bir çatışma değil; belki yaklaşımlarımızda düşünsel ve kültürel bir farklılık olduğu söylenebilir. Hiç kuşkusuz, hoşgörüyle tartışabiliriz. Benim düşmanlarım başka, yazarlar değil. Benim düşmanlarım emperyalizm, kapitalistler ve Vietnam’a napalm bombası atanlar. Borges değil.” der. Canto General, Türkçe adıyla Evrensel Türkü ilk kez 1950 yılında Meksika’da toplu bir halde basıldı. Yapıtın ilk basımı Diego Rivera ve David Siqueiros’un resimleriyle süslenmiştir. Evrensel Türkü ile çağdaş şiirin en büyük ve en etkili başyapıtlarıdan birini yaratır Neruda. Bu yapıtla insanlığa karşı beslediği sonsuz sevgisini bildirir. Zaten “Her şeyden önce sevginin şairiyim ben” der. Doların Avukatları New York’tan geldiklerinde, o emperyalist keşif kolları, mühendisler, istatistikçiler, arazi ölçümcüsü, uzmanlar, ve değer biçtiklerinde fethedilmiş topraklara, kalaya, petrole, muza, güherçileye, bakıra, mangana, şekere, demire, kauçuğa, toprağa, o zaman sarı gülüşlü kasvetli bir cüceye benzer ve verir itaatkar öğüdünü (Çeviren: İsmail Aksoy) 1958’de yayımlanan Kuruntular Kitabı ise, şairin melankolik-ironik ruh yapısının aynası, şiirle düşünmenin olağanüstü bir örneğidir. Neruda “Kuruntular Kitabı’nın havası, ince bir alaycılıkla neşeli bir yaklaşım arasında geziniyor. Şiirimin genel havasından farklı. Kendi kendimi alaya almam da söz konusu burada. Hiç kuşkusuz mizah denen şeyi hedeflediğim yok, zaten beceremezdim. Ama mizahı her zaman düzyazının, romanların ve oyunların temel öğelerinden biri olarak görmüşümdür.” der. Sessizliği Arıyorum Şimdi rahat bırakabilirler. Artık alışabilirler bensizliğe. Kapatıyorum gözlerimi. Beş şey istiyorum yalnız, beş seçilmiş kök. Biri sonsuz aşk. Öbürü görmek güzü. Yaşayamam uçuşan toprağa düşen yapraklar olmadan. Üçüncüsü ağır kış, sevdiğim yağmur, okşayışı ateşin kaba soğukta. Dördüncüsü yaz, karpuz gibi yuvarlak. Ve beşincisi, gözlerin senin. Matildem benim, sevdiceğim, uyumak istemem gözlerin olmadan yaşamak istemem bana bakmazsan: sana ayarlıyorum baharı izlesin diye beni bakışlarınla. Bunlar, dostlarım, bütün istediğim. Hiçbir şeye yakın, her şeye yakın (Çeviren: Erdal Alova) En iyi direniş ve aşk siirlerinin şairi Pablo Neruda, ölümünden üç gün öncesine kadar yazdığı Yaşadığımı İtiraf Ediyorum adlı anılar kitabında, “Benim hayatım, bütün hayatlardan oluşmuş bir hayattır. Bir şair hayatıdır.” der. “Bir gece Temuco’da kaleme aldığım şiiri de yaşamakta olduğu Montevideo’ya yolladım ve onun etkisinin bu şiirde görülüp görülmediğini sordum. Hemen cevap verdi bana. Bu cevap bir gönül yüceliği örneği idi: “Bu kadar başarılı ve güzel şiire çok az rastladım. Fakat size şunu söylemek isterim ki, mısralarınızda Sabat Erscaty’den bir şeyler var” Bugün onun bu satırlarına minnettarım. Mektubunu, yırtılıp parçalanana kadar günlerce ceketimin cebinde taşıdım durdum. O gece ben boş yere yıldızların etkisi altında kalmış, duygularım bir fırtınayla sarhoş olmuştu. Yanılmıştım. Bunlardan vazgeçmeliydim. Mantık bana adım adım dar patikalarda yolumu bulmama yardım edecekti. Alçakgönüllü olmayı öğrenmeliydim. O geceki şiire benzeyen şiirlerimi bir kenara kaldırıp, attım. Aradan dokuz-on yıl geçtikten sonra yayınlanmışlardı.” 11 Eylül 1973 sabahı sonun başlangıcı olur. Neruda, dostu Şili Devlet Başkanı Salvador Allende’nin darbede öldürülmesi üzerine büyük bir kedere kapılır. Neruda anı defterine şunları yazar: “Büyük yol arkadaşım Allende, Şili’nin önemli zenginlik kaynağı olan bakırı millileştirdiği için katledildi. Şili askerlerinin tüfeklerinden çıkan kurşunlarla katledildi.” Şili bir kez daha ihanete uğramıştı.. Şair üç yıldır zaten hastaydı, doktorlar kansere yakalandığını yalnızca eşine açıklamışlardı. Neruda, sürgüne gitmeden bir gün önce, Allende’nin ölüm haberinden sonra iyice ağırlaşır hastaneye kaldırılır. 23 Eylül 1973’te yaşama veda eder. Neruda’nın naaşı, onun son isteği olarak Isla Negra’ya getirilmiş ve son aşkı Matilde Urrutia’nın yanına defnedilmiştir. Ancak bu ölüm o zaman için bile oldukça şaibeli karşılanmıştı. Ünlü şairin ölümü üzerindeki şüpheler günümüze kadar devam eder ve hatta 2013’te naaşı incelenmek üzere mezarından çıkarılır. Şili dışında ABD, İspanya ve İsviçre’de yapılan incelemeler ve testler sonucunda herhangi bir zehirlenme belirtisine rastlanmaz. KAYNAK: İnternet
- Neruda'ya Saygı
Hastalandığından haberim olmadığı için o gün seni uzaktan da olsa görmeye geldim. Hava güneşli ve sıcaktı ama beklediğimiz çevrili, küçük ve her yanını otlar bürümüş avlu serindi… Neredeyse bütün bir yazı güz karanlığında geçirdiğimizden yadırgamadık. Melek hem incelikli hem coşkun mizahıyla bize çevreyi tanıttı. “Kokteyl’e hoşgeldiniz” dedi, “Burası garden parti için ayrılmış olan yer. Çay veya meşrubat için içeride ayrıca salonumuz var…” Sonra salona geçildi. Seni göremedik ama başka dostları gördük. Bir küçük kız çocuğunun babasına sarılışını izledik. Deniz ve Defne, babanın değerli bir ozanımız olduğunu bilmiyorlardı ama gene de ağladılar. Konuşmaları bir süre izledikten sonra basına ayrılan bölümün arkasındaki daha küçük avluya çıktım, orada volta atarak birkaç sigara içtim. Ayrıldım oradan. Törenlerin hiçbirinin havasından hoşlanmadığımı geçen defa yazmıştım. Düğün, ölüm vesaire… Gerçi bir ilgisi yok ama sanırım bir daha gelmeyeceğim. Şimdi düşünüyorum da, yıllar önce bir kez, bir tek kez, bir törene katılmam olanağı bulunmadığı için üzülmüştüm. 1974’te Krakovv’da, Neruda’nın ölüm törenini gösteren belgeseli izlerken. Eylül sonunda, güneşli bir günde gömüldü Neruda. Tanklar ve tel örgülerle çevrili ıssız Santiago sokaklarından birinde kırk elli kişilik küçük bir topluluk hızlı adımlarla, âdeta koşarcasına yürüdü. Eller üstünde bir tabut. Tabutu izleyenlerin yüzleri neredeyse tek tek belleğimde. Siyah ve zarif yas giysileri içinde birkaç kadın, kır saçlı, zayıf, yüzlerinde ağır yılların çizgilerini taşıyan gururlu erkekler, yoksul ve soluk giysileriyle işçiler ve gerilmiş bedenlerini öfkeyle bastıran gençler. Kimse yoktu ortalıkta. Askerler bile. Arada sırada pancurlu, kapalı pencerelerin birinden bir yasemin dalı düşüyordu topluluğun üstüne ve hemen kuru bir rüzgârın kaldırdığı toza karışıyordu. Düzensiz adım sesleri duyuluyordu yalnızca. Birden tok, kalın, gür bir kadın sesi yükseldi topluluktan: “Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde ptrıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa…” Şiir devam ederken sesin sahibini gördüm. Elli yaşlarında, üstünde yoksul işçi giysileri, ayaklarında postala benzer ayakkabılar bulunan ama gözleri derin bir gülüşle aydınlık, anaç bir kadındı. Şiiri sanki orada bulunanların çok ötesindeki bir yerlere söyler gibiydi. Şiir bitince kısa bir sessizlik oldu. Sonra bir erkek sesi bağırdı: Companero Pablo Neruda! Arkadaşımız Pablo Neruda… Topluluk aynı hızla yürüyordu. Sinler devam etti. “Unutmak Yok Neredeydin diye sorma derim ki ’işte öyle’. Topraktan söz etmeliyim kendini yok eden. Ben yalnızca kuşların yitirdiği şeyleri bilirim geride kalan denizi, kız kardeşlerimin ağlayışını. Neden bu kadar çok bölge var? Neden bir gün başka bir gün birleşir? Karanlık gece birikir ağızda, neden? Neden ölüler vardır? Nereden geldiğimi sorarsan kırık nesnelerle konuşmam gerekecek, acı kapkacakla, kocaman hayvanlarla çürüyüp kokuşmuş ve çorak yüreğimle. Aklıma gelenler anılar değildi, unutulmuşlukla uyuyan sarı güvercin de değil, yaşlı yüzlerdi boğaza sarılmış parmaklardı yapraklardan düşen damlalardı bir de: Günün karanlığı geçti gitti, yaslı kanımızla beslenen. İşte menekşeler, kırlangıçlar, İşte bizi duygulandıran her şey, İşte tatlı kartpostallar zamanla sevimliliğin elele dolaştığı Ama bu dişlerin ötesine geçmeyelim artık Sessizliğin kabuğuna geçmesin dişlerimiz Bilmiyorum çünkü nasıl yanıtlayacağımı: Niçin bu kadar ölü var? Niçin bu kadar çok deniz setleri kırmızı güneşin yol yol çatlattığı? Niçin gemi bordaların vuran başlar? Ve niçin bu kadar çoktur öpüşleri gizleyen avuçlar? Ve niçin bu kadar unutmak istediğim çok şey var?” Bu kez bir başka ses bağırdı: Companero Pablo Neruda… Yolculuk sürüyordu. Ve bütün izleyicilerle birlikte benim de içimde bir özlem: Şu anda orada olabilseydim… Çok iyi hatırlayacaksın. Neruda’nın ölümünden çok kısa bir süre sonra elinde bir “Nouvelle Critique”ie bana gelmiştin. İçinde Ritsos’un, Neruda’nın ölümü üstüne yazdığı olağanüstü güzel bir şiir vardı. Sen yalnız mı çevirdin, yoksa birlikte mi çalıştık, şimdi bilemiyorum. Şiirin bir yerde yayınlanıp yayınlanmadığını da. Ne dersin, o şiiri bu eylülde yeniden yayınlamak gerekmez mi? Evet eylül geliyor. Hem Neruda’nın ölümünün, hem de Şili Darbesinin yıldönümü. Zaman ne kadar çabuk geçiyor… Gülme. Sahiden çabuk geçiyor. İşte yeniden yaklaştı güz. Toprağa düşecek yazın çiçekleri ama yeni tohumlarla birlikte. “Ölü, yiğit, gölge ve buz ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerde.-“ İmza: Arkadaşımız Pablo Neruda. Şiirleri, geçenlerde yitirdiğimiz dost Oğuz Akkan’ m 1971’de yayınladığı Hilmi Yavuz çevirilerinden aktardım. Bir de mektubundaki uyarın üzerine Fuentes’in romanını okudum. Artemio Cruz’un Ölümünü. yıllar önce ilk olarak Fransa’da yayınlandığında Merhum Semih Tuğrul bana armağan etmişti. Nedense birkaç sayfa okuyup bırakmıştım. Bu kez okuyunca kendime şaştım. Nasıl yarım bırakılır öyle bir kitaplar… Onat Kutlar Neruda’ya Saygı, 15 Ağustos’82, Yeter ki Kararmasın
- SORUMLU DEĞİL MİYİZ
Şenol YAZICI * Buldukları her yazılı kâğıdı, sonra klâsikleri okudular. Ne anne vardı onları anlayacak, ne baba, ne de çevre. Okumak olmanın yoluydu. Okumak kendini yaratmaktı. Gazap Üzümleri'nde hasta bir adamı, genç göğüsleriyle emziren anneydi hepsi; kız ve erkek. Kahvelerin, cafe olmadığı günlerdi. Babaların Tanrıdan sonra geldiği, ama gerçekten "baba" olduğu zamanlardı. Gene de iş dönüşü meyhanede iki tek attı diye kıyameti koparırdık. Anlaşılmaz bir müzik eşliğinde çoluk çocukla, saygın, eğitimli, yetişkin insanların birlikte kafa çekmesinin doğal olduğu barlara henüz geçilmemişti. Yaşlıların taze ergin rolüne soyunmaları ve en birinci çağdaş sayılmaları, yaş dönümlerinin, ikinci gençlik diye adlandırılması, ne sosyal insanlar diye alkışlanması da sonradandır. Yaşlanmak saygınlıktı. Saygınlık hiç ödülü olmayan bir onuru ya da yükü taşımak demekti; küçükleri sevmek, korumak... Şimdi ilköğretim andı gibi gelse de. Sokakta gördüğün, konuştuğun insan belli ederdi kendini. Bu okumuş, bu umur görmüş, bu adam... dedirtirdi. O zamanlardı. Ayaklarında cızlavut lâstikler, sırtlarında yamalı ceketler vardı. Arka mahallelerden, köylerden okumaya, salt okumaya değil, çağdaş kentli olmaya gelirlerdi. Ufukları enginlerdi. Çıkmayan, güdük kanatlarıyla okyanuslar aşacaklardı. Yaşanacak çok şeyler vardı. Şu bu olmak değildi önemlisi ya da zengin… Köylülüğün geri kalmışlığını aşmak, yapısal özelliklerini terk etmek, çağdaşlığın akılcı, sistemli, birleştirici düşünce dünyasına taşınmak, uygar ülkenin yapıtaşlarından biri olmak; yeterince onur değil miydi? Mağaradan çıkan insanın binlerce yılda ulaşabildiği en son nokta olan saygın bir kentli olmayı bir başarırlarsa, nasılsa yeteneklerinin karşılığını ödemez miydi dünya? Bunun yolu da köyle kent arasındaki var olan, biçimsel olarak yüz yıl, anlayış ve birikim olarak beş yüz yılı aşmaktan, kentin birikimini edinmekten yani okumaktan geçiyordu. Okuyorlardı: Tolstoy’u, Gorki’yi, Steincbeck'i, Hemingway'i... Spartaküs'te insan onuru için çarmıha gerilmeyi göze aldılar, Hacı Murat'ta ülkesi için ölmeyi... Çanlar Kimin İçin Çalıyor'da, dünyanın öteki ucundaki bir insanın acısının kendi acıları olduğunu duyumsadılar. Gazap Üzümleri'ndeki hasta erkeği emziren genç anneydi hepsi; kız ve erkek. Genç kadından süt emen erkek olmayı hiç düşünmediler. Ya da tanımadığı ergin bir erkeği emzirme fantezisini... Öyle vericiydiler. Öyle kolay gözüküyordu kentli olmak, çağdaşlaşmak… İyi bir sıçrayışta aşılacak dende kolay… Kitaplarda, filmlerde büyük emekler istese de hep iyiler kazanıyordu. Devlet malından, tüyü bitmemiş yetim hakkından hanlar, hamamlar yapanlar yoktu. Yüksek ederle mal satan, toplumsal sorumluluğuna ihanet edenler, kuş yuvasını bozan sevgisiz, yitik çocukları anımsatıyordu. Onlara ancak acınırdı; yatacak yerleri bile yoktu. Alın teriyle kazanan babalarının neden yatları, katları, ikinci evleri olmadığını sorgulamadılar. Çalsa çırpsa, boyasa beyaz eşeği, satsa siyah diye düşünmediler. Düşünmek bile aşağılıktı. Parasını denkleştiremediklerinden seyredemedikleri, ama ezberledikleri afişlerden, izleyen arkadaşlarının anlattıklarından çok iyi bildikleri, hep akılla, erdemle, çağdaşlıkla donanımlı iyilerin kazandığı filmleri vardı. Dünyayı da öyle bildiler. Direnirse iyilik, er ya da geç kazanırdı. Alamadıkları kitaplar, özendikleri giysileri, önünde yutkunup durdukları lokantalar, yaşamadıkları gençlikleri vardı… O dünya güzeli, ihaneti bir iki yanı keskin kılıç sayan sevgililere alınmamış armağanlar vardı. Ve ertelenmiş sevdaları... Gün olacak çatalı bıçağı öğreneceklerdi. Şimdi yürümeyi bilmiyorlardı, her ışıklı kavşakta, hey köylü, başka Ankara yok, diye bağırılıyordu arkalarından, ama gün olacak çiftetelliyi aşacak, ışıklı sokaklarda valsin kanatlarıyla uçacaklardı. Kuşkusuz annelerin ilkel ama candan türkülerini bileceklerdi, ama Bolero'yu, Ay Işığı Sonatı'nı da ıslıkla çalabileceklerdi. Köylülüklerinden hiçbir yerde utanmayacaklardı. O bir başlangıçtı, kelebek kozadan çıkmaz mıydı? Geldiği kültürü dayatarak değil, onu aşarak, rahat, güvenli, elleri kolları fazla gelmeyen uygar insanlar olacaklardı. Camiye mayoyla, denize elbiseyle girmeyeceklerdi. Yükselişin yolunun, yetenekli birilerine kara çalmaktan, dinleri, inançları kullanmaktan, size umut bağlamış çıkıp geldiğiniz sılanızın insanlarını tavuk gibi yolmaktan, sevmediğini pusuya düşürmekten geçtiğini düşünmeyeceklerdi. Şimdi değiştirilecek benlikleri, kurtarılacak yarınları ve ülkeleri vardı. Elbet seveceklerdi, sevmeyi öğrendikleri zaman, hakkını verebilecekleri zaman... O zaman, eskimesin diye hiç kullanmadıkları beyaz, ipek mendillerini sakladıkları gibi saklanan sevgililerine ömürlerini adayacaklardı. Ne var ki, şimdi erkendi. Fethedilecek, tüketilecek insanlar değillerdi sevilenler çeteleye atılan çizik değildi. Sevda, kazanamadığınız özgüveni bir başkasını tüketerek kazanmak da değildi. Kabuk değiştirmek gibi, deri değiştirmek gibi öyle zor ve acılıydı değişmek, ama değiştiler. Ülkülerin öğretildiği, öğrenmeyenin ayıplandığı günlerdi. Ondan seçici, soylu, verici oldular. Ondan mı çabuk kandılar, o hamlığın üstüne bildikleri mi fazla geldi ne, imrendikleri uygarlığa farkında olmadan düşman oldular. En seherinden bir şey olmaya soyunduk ve yangınlara çırılçıplak yakalandık. Bundan daha önemlisi Mustafa Kemal’den beri hiç anlamadığımız, hatta günahtır, safına bile yerleştirdiğimiz, ama dayatana hürmeten ezberlemeye çalıştığımız, bıraksalar hatmedeceğimiz kesin olan moderniteyi tam kalbinden yedik. Ki cumhuriyetin gerçek ruhuydu modernite… Kaç kez avuç içlerinizi alkıştan kızartarak izlediniz o filmi? Anımsarsınız, köylü kahramanımız kent giyneğine bürünüp feodal ahlâkını dayatıyordu şehre ve kazanıyordu. Türkülerimizde, şiirlerimizde kadın erkek birlikte çekilen halaylardan söz ettiğimizi unuttuk. Çok eşliliğin, ensestin, çarpık ilişkilerin kırsal kesimdeki yaygınlığını, köylü kurnazlığının darbımeselliğini de… Karısının arkadaşıyla dans etmesine izin veren kentli erkeğe ahlâksız gözüyle bakıp nasıl öfkelenmiştik. Kentte her yabancı erkek, dünyayı kendine benzeyen çocuklarla doldurmaya kararlı 'Susuz Yaz'daki Erol Taş, her yabancı erkekle konuşan kadın da, Sezar deneyiminden sonra Romalının tadına delirmiş Kleopatra'ydı. Her film çıkışında bir türlü sizi arasına almayan büyük şehrin insanlarına, sokaklarına küçümsemeyle, iğrenmeyle nasıl bakıyorduk? Ne kadar kendine inanmış, ne kadar yürekliydik, değil mi? Son Amerika'yı biz keşfettik sanıyorduk. Oysa daha kaç Amerika varmış değil mi? Şimdi düşünüyor musunuz, aslında biz evrensel sosyalizmi bile köy giyneğine sokmayı başarıp giyinmiştik? Artık tek doğru köyden gelendi. Feodalitenin öğretilmeyen, anlaşılmayan, çünkü çıkarlara göre durmadan değişen, ancak ezberlenen, çoğu içgüdüsel ahlâkı, kentin öğretilen yarar ilkeli ahlâkını yenecekti. Yüz yıllardır uyuyan eziklik uyandı, yargı kolaydı; kentli çürümüştü. Ondan bizi öğrenmeye, kendine benzemeye zorluyor, beceremezsek dışlıyordu. Ne arka mahallenin dev varoşlar olmaya dörtnal gittiği düşünüldü, ne de kentli olmanın insanın ulaşabildiği uygarlık ölçütlerinden biri olduğu. Bir gün bu savunmanın çeteyi, lâhmacunu, jiletçiyi, bir karmaşayı besleyen garip bir etik yapıyı üreteceğini kimse düşünemedi. Oysa deneyimimiz vardı. Tıpkı Moğol istilasında Tanrıdan başka sığınacağı kalmayan Anadolu gibi kaos karşısında çaresizleşen genel halk katmanlarının savunmayı en ilkele kurup en baştan başlayacağını da düşünemedik. Her birimiz öğrenmekte güçlük çektiğimiz uygarlığa tavırlı, yerine ne koyacağımızı bilmeden yok etmeye kararlıydık. Yerine konulacağı hala bulamadık. Bulamadığımız için önce ülküleri yok ettik. Daha da kötüsü, o ülküleri işimize gelen her kılığa sokarak insanlara dağıttık, yalan yanlış anımsadıklarımızı inananlara ezberlettik. Geride ne var? Başkalarının yaptıklarından söz etmeyin. Biz uygarlığın yanında değil miydik? Sarılacak bir arka mahalle veya köy ahlâkımız da yok artık. Dahası onlar, arka mahalledekiler de, köydekiler de yok. Üretim güçlerini ele geçirmiş, aydınlık sokaklara taşınmışlar. Kullanmasını bilmedikleri uçağı, tekerleklerinin her biri bir tarafa giden eski Skoda kamyonetleri gibi kendi yöntemleriyle sürüyorlar ve tıpkı eskiden olduğu gibi başkasına hiç katlanamıyorlar. Sıra kent sokakları, kentli için zulüm. Bu inanılmaz Moğol saldırısına dayanamıyorlar, kaçıyorlar; son sığınaklarına, adalarına çekiliyorlar. Ve artık çok azlar. Dün, kentli sadece küçümsüyor ve uzak duruyordu bizden. Bunlarsa dayatıyor, istemeseniz de yaşamak zorunda bırakıyor. En garibi, dayattıklarını, çağdaşlık ve demokrasi diye adlandırıyorlar. Ayırt ediyor muyuz? Çoğunun diploması var; konumları, kariyerleri, çoğunun dört elle sarıldıkları partileri, ideolojik bir geçmişleri var. Söze inançlarınızın anahtarıyla başlayıp kendi alt kimliklerinden gelen her şeyi, alacalı bir boyaya sokup kurtuluşun, hatta çağdaşlığın tek gereği diye dayatıyorlar. Alkış da alıyorlar. Hepimizin bir yanı arka mahalleden geliyor, hepimizin bir yanı soğanın cücüğünü çekiyor, ondan. Çürütüyoruz, ne varsa çürütüyoruz; ulaştığımızı da, geldiğimiz yeri de. Bıraksanız tek başlarına, gerçekten güzel olabilecek her bir şeyin genetik kodlamasını değiştiriyoruz. Türküye Mozart katıyoruz, Vivaldi'ye arabeski. Sonra karşısına geçip ürettiğimiz bu ucubeye alkış tutuyoruz. Bunların yavaş gelişen demokrasi ve çağdaşlığımızın adımları olduğundan dem vuruyoruz. Güç onlarda artık. Arzu edilen yer burası mıydı? Artık filmler, kitaplar bile sizi anlatmıyor, farkında mısınız? Artık, garip şivesi ve kılığıyla uyum sağlayamayan, davranışlarıyla gülünç durumlara düşen köylünün öykülerine değil, özenle yaşamak için dağ başları arayan kentlinin acıklı öykülerine gülüyoruz. Yarın ne olacak, seçkin olmaya çalışan, binlerce yılda oluşturduğu ama birkaç yılda kaybettiği yaşam alanlarını geri almaya çalışan kentli, gasp edilen haklarından söz edip ayağa kalkarsa ne yapacaksın? Erinçle kemanını çalmayı arzu eden kentsoylu kalabilmiş bir genç ki enderdir, çünkü onlar da yaşayabilmek için bozuldu, ayağa kalkarsa onun bu mücadelesini alkışlayacak mısınız? Şimdi, o filmi ve o kahramanı düşünüyor musunuz; üzerinden bize uydurarak yozlaştırdığı ideolojiyi aldığınızda geride ne kaldığını? Kim bilir belki mevsimiydi, belki denk gelmişti. O garip devrim, 60 rüzgârı belki de bu toprağa atılan en lânetli(!) tohumdu. Ektiği özgürlük ortamı çok derinlerimizde saklanan ama hazır olmadığımız soylu, kahraman ve insan ruhunu uyandırdı; keşfetmeye, donatmaya ve ona dört el sarılmaya götürdü bizi. YÜZYILLARDIR açlığını yaşadığımız, ama ancak damla damla sızan ışıkla avunduğumuz, aralamakta sıkıntı çektiğimiz o kapıyı açmadık, kırdık; bizi kör eden güneşe boğulduk. Sonra da hep olan oldu, kurallar işledi; bindiğimiz dalı kesmeye başladık. Ne dersiniz, epey sorumlu değil miyiz? * 1999, Yalova, Haberci Gazetesi 2002 Güney Dergisi 2003, Bursa maviADA Dergisi, 2005 Damar, AykırıSanat Degileri /23.06.2020
SAYFA (47)
- maviVideo | maviSayfa| maviADA
maviADA Hayat ve Sanata Dair Her Şey mavi SAYFA Paylaş ÖTEKİ VİDEOLAR maviVİDEO Giriş maviVİDEO Videoyu Oynat Paylaş Tüm Kanal Video Seçin Facebook Twitter Pinterest Tumblr Bağlantıyı Kopyala Bağlantı Kopyalandı Video ara... Tüm Kategoriler Tüm Kategoriler Nonprofits & Activism People & Blogs Şimdi Oynuyor "FİLİZKIRAN FIRTINASI" / maviADA DERGİSİ 05:58 Videoyu Oynat Şimdi Oynuyor YOLCULUK / Nurten Bengi Aksoy 02:34 Videoyu Oynat Şimdi Oynuyor "ÖĞRETMENLER GÜNÜ..." / Nurten Bengi Aksoy 02:09 Videoyu Oynat Şimdi Oynuyor AY ZAMANI / Şenol Yazıcı 07:11 Videoyu Oynat Aycan AYTORE 6 May 7 dk. Deniz ve Rodrigo AYCAN AYTORE / Concierto de Aranjuez ; Gitar Konçertosu'nun Gizemli Öyküsü 163 0 12 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 12 Şenol YAZICI 21 Mar 1 dk. Nevruz Şenol YAZICI * -Şiir: Şenol Yazıcı, Uyarlama: maviADA Seslendirme: Şenol Yazıcı- An, o andır; Buz çözüldü çözülecek, Nevruza iki adım... 58 0 17 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 17 Nurten B. AKSOY 7 Şub 1 dk. Yurdum Gibi Yaralıyım Yurdum gibi yaralıyım Ne eksik, ne fazla Derin bir uçurumum Bütün haritalarda ... Ahmet ERHAN, 1982 74 0 12 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 12 Süleyman APAYDIN 10 Kas 2022 1 dk. Yıkın Heykellerimi Özgürlük hala En yüce değer Değilse eğer Unutun tüm dediklerimi Yıkın diktiğiniz heykellerimi ... 64 0 8 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 8 Nurten B. AKSOY 1 Kas 2022 1 dk. Yolculuk Nurten Bengi AKSOY/ zaman zaman yol alır çocukluğuma, bir avuç anıyla geri dönerim; elimde bir elma şekeri, yanımda bir minik kedi… 80 0 10 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 10 Şenol YAZICI 19 Şub 2022 1 dk. CEMRE -CEMRE: ŞİİR; Şenol YAZICI , Seslendirme: Şenol YAZICI, Uyarlama: Nurten Bengi AKSOY , Yapım: maviADA- Bilirsin Sevgili, dört kitapta... 43 0 11 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 11 1 2 3 4 5
- HAYAT | maviADA | Türkiye
maviADA 3 saat önce 1 dk. maviADA 'DAN YENİ BİR E-KİTAP ALLAH'I ARARKEN / Uğur ÖZIŞIK * -Kitabı okumak için lütfen resme tıklayın- maviADA E-KİTAP, * ALLAH'I ANARKEN * Uğur ÖZIŞIK @Uğur ÖZIŞIK... 9 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 İbrahim ORTAŞ 5 saat önce 5 dk. Üniversitede Sınav Afları ve Sonuçları Prof. Dr. İbrahim ORTAŞ * Eğitim sistemi yapılarında yapılan olumsuz değişiklikler, her şeyin koordineli olarak bozulmasına neden olan... 3 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Özgür KARAKAYA 1 gün önce 1 dk. GÜNÜMÜZÜN YERLİ DİZİLERİ BİZE NE SÖYLÜYOR? Özgür KARAKAYA * “Metalar dünyası büyüdükçe insanların dünyası küçülür” –K. MARX İstemediğiniz biriyle evlendirilmişseniz hayat boyu onu... 7 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Niyazi UYAR 3 gün önce 5 dk. TAPUCU SEFER BEY Niyazi UYAR * Sefer bey, üç yılını doldurmuştu, Erciş’te. İki yıldır tayin istemiş bir türlü çıkmamıştı tayini. Bunalmış, bunaldıkça,... 26 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. Nurten B. AKSOY 5 gün önce 3 dk. Hayat Kurtaran Argo Cümle Nurten B. AKSOY * İkinci Dünya Savaşı öncesinde İstanbul-Bakırköy'de yaşayan Ermeni Doktor Peştemalcıyan, ailesiyle birlikte Türkiye’den... 73 0 13 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 13 Zeki SARIHAN 5 gün önce 3 dk. KAYAN KAYANA… Zeki SARIHAN * CHP içindeki muhaliflerin çoğu ile CHP dışındaki Kılıçdaroğlu muhalifleri, CHP’nin sağa kaydığını söylüyorlar. Doğrudur.... 8 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 maviADA 5 gün önce 1 dk. Çocukları Küçük Kurşunlarla mı Vururlar Anne M.VAROL ÖZTÜRK * 11.07.2019 * Büyümek istemiyorum anne hedef seçmektense hedef olmayı kurşunlara vurmaktansa vurulmayı seçiyorum . doğdum... 116 0 8 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 8 Tamer UYSAL 8 Tem 1 dk. Temsiliyet Sorunsalı SİYASAL SİSTEMLERDE TEMSİLİYET SORUNSALI - I - Seçim siyasal konumlara gelecek temsilcilerin belirlenmesi işlemi ve sürecidir özetle... 9 0 Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. maviDUVAR Zeki SARIHAN 5 gün önce 3 dk. KAYAN KAYANA… 8 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Zeki SARIHAN 1 Tem 3 dk. CHP GÜNDEMDEYKEN… 5 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Nurten B. AKSOY 30 May 1 dk. Ah İSTANBUL 61 0 8 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 8 Tamer UYSAL 17 May 11 dk. POLİTİK SİSTEM VE SEÇİM 8 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1 Tamer UYSAL 3 May 24 dk. POLİTİK SİSTEM VE SEÇİM 6 0 1 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 1
- maviSeçki | Arşiv |maviADA Dergisi
Aycan AYTORE 6 May 7 dk. Deniz ve Rodrigo AYCAN AYTORE / Concierto de Aranjuez ; Gitar Konçertosu'nun Gizemli Öyküsü 163 0 12 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 12 Semihat KARADAĞLI 15 Oca 19 dk. Mavi Gözlü Dev: NAZIM HİKMET Geldi dört güvercin güvercin suda yıkanmak için. Su mapushane yalağındaydı ve güneş güvercinlerin gözünde, kanadında, kırmızı... 382 3 10 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 10 maviSEÇKİ 25 Kas 2022 4 dk. Özgürlüğe Kanat Çırpan Kelebekler MİRABEL KARDEŞLER Demokrasi ve özgürlük için mücadele eden dolu dolu bir yaşam öyküsünün mimarı üç kız kardeş; Mirabel kardeşler. Onların... 45 0 9 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 9 Şenol YAZICI 11 Kas 2022 11 dk. Yazma Depresyonu ve Yöresel Sağaltımı / -Gücü sınırlı olan ama anlayan insanın düsünmesinin ve ortaya çıkan çaresizligin tanımı yoktur. O çıldırtan... 48 1 18 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 18 Şenol YAZICI 10 Eki 2022 6 dk. Attilla İlhan Bu Ülkede Her İyi Şair Sağalmış Bir Travmadır * (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005) Baktığında dört yan mavi keserdi, mavi yağardı. Ulu... 152 0 17 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 17 Şenol YAZICI 23 Eyl 2022 3 dk. Atatürk Parlayan En Büyük Yıldızımızdı SANDIĞINIZ GİBİ DEĞİL Atatürk saygı ve şükran duyduğum bir komutan, modern Türkiye'yi küllerinden yaratan bir lider. Dünyaya ender gelen... 100 0 16 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 16 Şenol YAZICI 1 Şub 2022 4 dk. maviADA Atölye Çalışmaları -1 Sayfa Yapımı; Program Geliştirme Teknikleri, Yazım Yayın * YETKİLİ YAZARLAR İÇİN YAZI ODASI * Günümüzde medya ve internet bir ilgiden... 63 0 9 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 9 Şenol YAZICI 9 Oca 2022 21 dk. Ses Kadının ımıldamadığını görünce ellerindeki sopalarla dürtmüşlerdi. Dokundukça artmıştı koku “- Kurtlanmış etleri parçalanıp dökülüyordu,” 82 2 11 beğeni. Beğenildi işareti yazıdan kaldırıldı. 11
FORUM POSTA (84)
- maviOKUMALARSANAT ve HAYAT içinde·4 Ocak 2021OSCAR WİLDE Dorian Gray'ın Portresi Roman Basım yılı: 1891 * Yeni bir proje geliştiriyoruz. Kış başımızda, pandemi kapıda, hayatımızın alıştığımız akışı kesilmiş, geleceğe olumsuz bakıyoruz, felaket de canımız sıkılıyor. Ne yapılır şimdi, kış günü evde boyanmaz ki... Ama kitap okumak için şahane bir fırsat. Evet kitap okuyoruz? Sonra da bu okuduklarımızı, kazanımlarımızı, gördüğümüz ilginçlikleri, hatta beğenmediğimiz yanları buraya aktarıyor, gelecekte okuyacaklar için de eşsiz bir kaynak yaratıyoruz. Öyle ciddi bir kitap tanıtımı yazın filan demiyoruz. Bütünlüklü bir yazı yazarsanız elbette daha da anlamlı, ona dergide bağımsız olarak yer veririz, ama o zaman işi. Siz gördüğünüz her özgün fikri ya da acemiliği ya da neyse esininiz onu not edin, buraya ekleyin... Ne zaman isterseniz uğrayın, ne kadar eklerseniz ekleyin, gördüğünüz neyse adınıza not düşün. Bakın sonunda ne kadar muhteşem bir yazı iskeleti oldurdunuz. Yazmak isterseniz sadece ona göre biçeceğiniz bir elbise bulup giydirmeniz gerek hepsi o? En önemlisi yazdıklarınız kalıcı olacak ve birilerinin işine yarayacak; hatalı yazdığınızı da silme, düzeltme, değiştirme şansı var. maviADA'ya da büyük bir katkınız da olacak. Çalışma herkese açık, isteyen katılır. İlk kitabımız bizim önerimizle; sonra da siz önerin. Oscar WİLDE'nin muhteşem romanı; Dorian Gray'ın Portresi... Şimdi buraya tıklayarak gidin önce kitap ve yazarla ilgili bilgi edinin, sonra da armağan kitabınızı alın. Sahi söylemedik değil mi; ilk kitabınız bizden... Lütfen TIKLA *818133
- Cengiz AytmatovSANAT ve HAYAT içinde·7 Haziran 2020* Dünyanın en büyük yazarlarından biriydi. 12 Aralık 1928 tarihinde Kırgızıstan'da doğdu. Literatürün yaşadığı dönemde bu unvanı verdiği ender yazarlardan biri... Kırgızıstanlı bu dev yazar, okumayla ilgisi olan çok kişi üzerinde derin izler bırakan yapıtlar yazdı. Nesnelerle ilişki kuran büyülü dili çoğumuza okumayı sevdirdi. Toprak Ana, Cemile, Öğretmen Duyşen, Elveda Gülsarı, Beyaz Gemi... gibi 20 den fazla yapıt kaleme aldı. 10 Haziran 2008'de aramızdan ayrıldı. II. Dünya Savaşı sonrası yazarları arasında yer alan Aytmatov, Cemile'den önce birkaç kısa hikâye ve Yüzyüze'yi yazdı. Ancak yazarın kendini kanıtlamasını sağlayan kitap Cemile oldu; Louis Aragon Cemile'yi "dünyanın en güzel aşk hikâyesi" olarak tanımlamıştır. Aytmatov'un bir çok eseri filme de alındı. Biz de büyük ilgi gören "Selvi Boylum Al Yazmalım" onun yapıtından uyarlamadır. Selvi Boylum Al Yazmalım, Atıf Yılmaz tarafından yönetilen, başrollerinde Kadir İnanır ve Türkân Şoray'ın oynadığı, 1977 tarihli film, Türk sinemasının başyapıtlarından biri olarak sayılmaktadır. Cengiz Aytmatov'un 1970 yılında yayımlanan romanından uyarlanmıştır. Eserlerinde mitoloji ye oldukça yakın durdu; ancak onunki antik anlamından farklı olarak mitolojiyi çağdaş bir zeminde sentezlemek ve yeniden yaratmaktı. Eserlerinde mitlere, efsanelere ve halk hikâyelerine göndermeler yapmıştır. 1966'dan sonra eserlerini hep Rusça kaleme almıştır. Eserleri 176 dile çevrilmiştir. maviADA için onu daha da değerli yapan bir yönü de vardı: Bir dönem maviADA'nın yakın dostu oldu, bir etkinliğimize gelmeye söz verdi, dosya çalışmamızda yer aldı. Dosya çalışmamız sayesinde maviADA, DÜNYA LİTERATÜRÜNDE , FAN KULÜPLERDE ve KIRGIZISTAN'ın adına yaptığı resmi sitede yer aldı. www.aytmatov.org sitesine girip görülebilir. 10 Haziran 12. ölüm yıldönümünde kendisiyle ilgili bir maviADA'da DOSYA çalışması yapılacaktır. İsteyen herkes bu çalışmaya katılabileceği gibi isteyen de buraya Aytmatov ya da eserleriyle ilgili çalışmaları, notları, düşünce ve yorumlarıyla katkıda bulunabilir.51060
- Bilim ve İdeolojiSANAT ve HAYAT içinde·27 Ocak 2021Akılyürütme isteyen ciddi bir konuya var mısınız: Bilim ve İdeoloji... İdeoloji bir bilim midir? Einstein bilimi, her türlü düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası, Bertrand Russell ise gözlem ve gözleme dayalı akıl yürütme yoluyla dünyaya ilişkin olguları birbirine bağlayan yasaları bulma çabası olarak tanımlıyor. Disiplinlere göre nüanslar olsa da öz değişmiyor; bilim, neden, merak ve amaç besleyen fiziki evrenin deney, gözlem, düşünce aracılığıyla sistematik bir şekilde incelenmesini de kapsayan, gelişimi süreklilik taşıyan entelektüel ve pratik disiplinler bütünü olarak tanımlanıyor. İdeoloji, siyasal ya da toplumsal bir öğreti oluşturan, bir hükümetin, bir siyasi partinin, bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren politik, hukuksal, bilimsel, felsefi, dinsel, ahlâki, estetik düşünceler bütünüdür. Taraftarı ve karşıtlarıyla Marksizm ideolojiler içinde özel bir yere sahiptir. 1796 yılında De Tracy, idéologie kelimesiyle yeni bir "fikir bilimi", yani bir fikir-oloji'yi kastetti. Tracy objektif olarak fikirlerin kaynaklarının bulunmasının imkânsız olmadığını ve bu yeni bilim dalının gelecekte biyoloji ve zooloji gibi istikrarlı bilim dallarıyla aynı statüyü paylaşacağına inandı. Tracy'e göre ideoloji bilim dalların en önemlisi olarak kabul edilecekti. Marks kendi ideoloji teorisini kurarken, yanlış bilinç olarak ideolojinin karşısına doğru bilginin kaynağı olarak bilimi koyar. Bu ön açıklamalardan sonra sorumuzu soralım: her türlü kaynak kullanmak, kopya çekmek serbest... Gerilmeden, ideolojik kavgalara girmeden akılyürütebilir miyiz, deneyelim? Sizce ideoloji bir bilim midir?5632