
Cevat Şakir Kabaağaçlı
*
Edebiyatımızda önemli bir yeri olan Halikarnas Balıkçısı, asıl adıyla Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın hayatını anlatan "Şakir Paşa Mucizeler ve Skandallar" GÜZEL bir dizi oldu.
Bilmem kaç kanallı ama kendini tekrarlayan TV'miz kısır bir döngü içinde birbirine benzer dizilerle bıktırdı. Hal böyle olunca içinde "tekmili birden " olan bu yeni dizi haklı bir ilgi çekti.
İzleyeni çok olunca BALIKÇI'nın akrabaları, diziden şikayetçi olup mahkemeye verdiler.
Ateşe odun attılar böylece, diziye ilgi daha da arttı.
Edebiyat severler de zihinlerinin tozunu silkeleyip hayatı zaten tam anlamıyla heyecanlı bir macera olan Halikarnas Balıkçısı'nın yaşam ayrıntılarını, babasının öldürülüşünü, Bodrum'a sürgün gidişinin hikayesini araştırmaya başladı.
Cevat Şakir Kabaağaçlı, cumhuriyetin ilk olağanüstü mahkemeleri olan İstiklal Mahkemelerinde idam isteğiyle yargılanır ama babasını öldürdüğü için değil, başka bir suçtan.
Sahi, Tavuk keser gibi insan asan bu mahkemeden nasıl kurtuldu da Bodrum'a sürgün gitti.
En önemlisi Balıkçı gibi iyi eğitim görmüş, yıllarca yurt dışında yaşayan sanatçı ruhlu biri babasını neden öldürmüştü?
Tam anlamıyla hayatı macera olan Yazar, Gazeteci, Ressam, Şair, Rehber, Araştırmacı Halikarnas Balıkçısı ,babasını Afyon'da bir çiftlikte tasarlayıp öldürdüğü için 15 yıla mahkum edilir, verem olduğundan da cezanın yarısını çektikten sonra erken tahliye edilir. Sonraki yıllarda sanatla uğraşır, dergilerde yazıları yayınlanır, hayatını öyle kazanır.
TAKMA bir adla yayınladığı Kurtuluş Savaşının büyük sorunu "Asker Kaçaklarını" öven bir yazısı nedeniyle İstiklal Mahkemelerinde ünlü Ayvalık savunmasının albayı Ali Çetinkaya tarafından idamla yargılanıp zor kurtulur. Meğerse bu olay ınun kaderini değiştirecek, mahkeme onu Bodrum'a 3 yıllık kalebentlikle sürgün edecektir.
Gidiş de o gidiş, bu kez kendi isteğiyle ölene kadar Bodrumlu olacaktır.
Bu olay onun yıldızının da parladığı andır. Bodrum onun kurtuluşu olacak; suçlu, vicdanı rahatsız, ailesi tarafından terk edilmiş, şimdi çoktan esamisi bile anılmayacak, torunlarının bile anmaktan kaçacağı biri, neyi varsa toprak olacak sıradan ve sorunlu birinden, ölümsüz bir yazar yaratacaktır.
Şu anda dizide, İtalya'da resim yaparken tanıdığı ressamlara modellik yapan Agnesia'yla babasına emrivaki yapar gibi evlenmiş, kundaktaki kızıyla köşke dönmüştür. Kahin olmaya ya da tarihine göz atmaya gerek yok, görünüşe bakılırsa ondan ayrılacak, hapse girecek, sonraki hayatında defalarca da evlenecek, en son Arza Erhat'la dillere destan, edebiyat tarihine de giren bir aşk yaşayacaktır.
Tahmin etmek zor değil, 83 yaşında İzmir'de vefat etmese daha çok Bodrum'u ve DENİZİ anlatan çok eserler vermenin yanında çok da canlar yakacaktı bu yönlü Türk Edebiyatının Ernest Hemingvay'ı.
Aycan AYTORE
*
*
Kabaağaçlızâdeler, soyu Antalya vilayetinden Elmalılara uzanan güçlü bir aileydi. Devlet işlerinde birçok önemli vazifeler üstlenen ailenin en parlak dönemi Ahmet Cevad Paşa'nın sadrazam olarak atanmasıyla olacaktı.
Cevad Paşa'nın kendisinden yaşça küçük kardeşi Şakir Paşa da bir süre kendisinin yaverliğini yapmış; ama daha sonra önemli vazifelere getirilmişti.
Şakir Paşa'nın aldığı önemli görevlerden birisi de Atina Büyükelçiliği'ydi. Paşa'nın bu görevi sırasında, 1886 yılında, bir oğlu dünyaya gelmiş ve amcası Cevad Paşa'nın adı verilmişti.
Hem amcası hem de babasının adını taşıyacak olan bu çocuk, Türk edebiyatına damgasını vuracak Cevat Şakir Kabaağaçlı, bir diğer ismiyle Halikarnas Balıkçısı idi.
Şakir Paşa, ağabeyi Cevat Paşa'nın vezaretten alınmasıyla devlet kademelerindeki tüm vazifelerinden istifa ederek Büyükada'ya yerleşmiş ve sakin bir hayat yaşamaya başlamıştı. Oğlu Cevat'ı Robert Koleji'ne yazdırmıştı.
Cevat disiplinsiz; ama yetenekli bir öğrenci olarak öne çıkıyordu. Robert Koleji'nde Tevfik Fikret'le tanışmış ve kitaplarla arasında güçlü bir bağ kurmuştu.
Bu gelişmelere rağmen Robert Koleji, Cevat Şakir için hapishaneden başka bir şey değildi;
Efendim, nedense, çocukluktan, Kolej'in baskısından kalma bu bende. Çünkü şimdiki gibi değildi o Kolej. Bir 'claustrophobie' (kapatılmışlık korkusu) derler ya, 'hapis sıkıntısı' ya da 'korkusu'; işte böyle kapalı bir yer olunca, hatta isterse on mil uzakta bir yerde dağ olsun: olmaz efendim, mutlaka açıklık olacak. Yani göz yaylımını almalı, taa sonuna kadar; anlıyorsunuz ya. Bunlar belki psikolojik şeylerdir, çocukluktan kalma. Çünkü mesela bana ilk o çocukluk, Kolej hayatı, teessürden başka bir şey vermedi.
Cevat'ın hayatındaki en önemli olaylardan birisi de Oxford Üniversitesi'nde okumak üzere Birleşik Krallık'a gitmesi olacaktı. Yaşı ilerledikçe disiplin sorunları daha da artan Cevat, Oxford eğitimini tamamlayamadan yurda dönecekti.
Cevat Şakir, Oxford'da tutunamamasını şu sözlerle açıklayacaktı;
İki üç sene kadar bulundum. Daha fazla okuyacaktım; fakat Oxford Üniversitesi'ndeki bir kısım haller engel oldu. Orası görgü kuralları öğrenilecek bir yerdir. Onun için oraya girilince bir mesleğe yönelmek icap ediyordu. Orada yeni zamanlar tarihini takip ediyordum.
Cevat Şakir'in, İstanbul'a döndüğünde babasıyla yaşadığı çatışma had safhaya ulaşmıştı. Bu yüzden Cevat, hem babasından uzaklaşmak hem de sevdiği işi yapmak arzusuyla Roma'ya gitmiş ve Güzel Sanatlar Akademisi'ne kaydolmuştu.
Bu yıllarda Cevat, Kabaağaçlızâdeler için bir yıkım sebebi olacak olan evliliğini yapmıştı.
Cevat Şakir, İtalyan bir model olan Agnesia Kafiera'yla birlikte 1912 yılında İstanbul'a babasının yanına geri döndü, üstelik eşi hamileydi.
Şakir Paşa'nın bu sıralarda oğlu Cevat'tan daha büyük problemleri bulunuyordu. Paşa'nın Selanik'te yaptığı yatırımlar savaş sebebiyle sekteye uğramış ve aile büyük bir ekonomik sıkıntının eşiğine gelmişti.

Fatal gece
Şakir Paşa, maddi durumunu düzeltene kadar ailesini yanına alarak Afyon'daki çiftliğe yerleşti; fakat burada Cevat ile arasındaki şiddetli geçimsizlik çok daha büyük boyutlara ulaşmıştı.
Cevat Şakir, dönemin gazetelerinin aktardığı bilgiye göre korkunç bir planla babası eski Büyükelçi Şakir Paşa'yı öldürecekti. Cevat, eczaneden aldığı ilaçla bir gece tüm ev ahalisinin uykusunun ağırlaşmasını sağladı.
Ardından Babası Şakir Paşa'nın odasına geldi, önce babasının kapısında sürekli bulunan köpeği etkisiz hale getirdi. Sonrasında Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın hayatını bütünüyle değiştirecek cinayeti işledi. Babası Şakir Paşa'yı tek kurşunla vurarak öldürmüştü.
inayete ilişkin iddialar
Herkes Cevat'ın bu suçu para için işlediğini düşünürken Murat Bardakçı, bambaşka bir iddia ortaya atıyordu. Buna göre cinayetin asıl nedeni Agnesia Kafiera'ydı. Yani dizide de ima edildiği gibi İtalyan gelin...
Belki şeytanın dürtmesiyle ama ciddi şekilde çekinerek 'Merhum pederinizin o hadisesinde asıl sebep ne idi?' diye sormuştum. 'Aniesi...' demişti sadece... İşte bu yüzden cinayetin gerisinde Paşa ile gelini arasındaki yasak ilişkinin yattığını rahatça yazıyor ama bana bunu söyleyen o kişinin zarif hatırasına hürmeten anlattıklarının ayrıntılarına girmiyorum.
Bu, temelsiz bir dayanağa sahip iddia kenara bırakıldığında Cevat Şakir, Azra Erhat'a yazdığı mektupta olay gecesini şu sözlerle anlatacaktı:
Gelgelelim hakikate, yani bana. Çocukluktan çıkmağa başlar başlamaz, bende bir isyan belirdi. İlk önce müteessir olurdum, sonra rebellion. Bu isyanlar muhtelif konular üzerinde olurdu. Bir İmajla anlatayım. Al bir demir çubuk, 'Ben kuvvetliyim!' denirdi bana ve iki eliyle tutunca demir çubuğu bükerlerdi. Ben de, 'Ben de kuvvetliyim!' derdim -çünkü dayanamazdım demir çubuğu tutunca açar ve gene dümdüz ederdim. Yalnız bu meselede demir çubuk ben idim. Gelelim fatal geceye. Sürgün'de bir cümle vardır, Zekeriya hakkında. İnsan hayatında yolların ayrıldığı bir noktaya gelir. Bir yolda giderse Lucifer olur, şeytan olur insan, öteki yoldan giderse melek, evliya ve martyre olur. Amma yolun sağında veya solunda gitmeği seçmek tamamen iradenizde olmayabilir. Bir çöp, terazinin bir kefesine ağır basabilir. Bu cümlem, büyük bir tecrübenin neticesidir. Eh camım canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etdi. Ben rastgele oradaki bir tabancayı alarak -amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudum ona doğru, nişan almadan, ateş ettim.
Bizzat Cevat Şakir'in kendisinden öğrendiğimiz üzere o 'fatal gece'de yaşananlar çarpık bir ilişkiden ziyade bir baba oğulun şiddetli geçimsizliğine dayanıyordu.
Cevat'ın olaydan sonra aktardıklarından da olayın bir yasak ilişkiden ziyade yıllara dayanan bir geçimsizliğin eseri olduğu açık bir şekilde anlaşılıyor:
Hapishanede gece rüyamda çocukluğumu görürdüm. Uyanınca rüya imiş diye sevinirdim, hapishanede olduğum halde. Yani ondan [çocukluk günlerini ve babasıyla olan münasebetlerini kastediyor] kurtulduğuma sevinirdim.
Bu sözlere rağmen Cevat, babasını istemeden öldürdüğünü ve bundan pişmanlık duyduğunu yine kendisinden öğreniyoruz:
İnsanlara saygım babamla başlar. Bir 'expérience'ın gerçeğini anlatırken, isyanlara sebep olan çirkin sözler vardır. O adam ortada yok. Hem de feci tarafı, ben istemeyerek, onun ortadan yok olmasına sebep olmuşum. Ortada yok ki kendisini bana karşı müdafaa etsin be yahu! Ben istemeyerek onun ortada yokluğuna sebep olduktan başka, şimdi de onun daha fena bir yokluğa uğramasına mı sebep olayım?
Cevat'ın babası Şakir Paşa ile yaşadığı çatışmayı ve ilişkinin temel dinamiklerindeki yanlışlığı Şakir Paşa'nın torunu ve Halikarnas Balıkçısı'nın oğlu Sina Kabaağaç şöyle tespit edecekti:
Şakir Paşa, doğmasıyla birlikte oğlunu Batı kültürüne adarken, bir anlamda oğluyla birlikte kendi kaderini de kendi eliyle belirlemiş olduğundan doğal ki habersizdi. (…) Başka bir toprağa ektiği tohum, burada filizlendikten ve üstelik kökleşip dal budak saldıktan sonra, onu bir dereceye kadar Batılaşmış da olsa, geleneksel Osmanlı ailesine özgü bir yaşam biçimine aktarmak istemesi ve bunda kesin kararlığıydı. Batı'nın Rönesans'tan beri geleneği olmuş özgür düşünce biçimi ve Antik dönemden başlayan düşünce tarihiyle beslenerek gelişmiş bu Batı bitkisini, resimleri, notaları, kalemleri, ilkeleri ve ağır İngiliz edebiyatıyla hangi Osmanlı saksısına yerleştirebilir, sığdırabilirsin? Bu bitki ortamsız kaldığı bu saksıda ya bir gül gibi solar gider ya da saksısını patlatır.
Hürriyet ve dervişlik yılları
Cevat Şakir, 15 yıl kürek cezasına mahkûm olarak hapse atıldı. İttihat ve Terakki'nin iktidarı kaybetmesiyle işbaşına gelen Damat Ferit Paşa hükümeti genel af ilan etti; ama henüz cezası kesinleşmeyen Cevat hapisten çıkamadı.
Hapishanede ciddi sağlık sorunları baş gösteren Cevat, kendisinin de affedilmesi için Ferit Paşa'ya mektup yazarak merhametine sığındığını belirtti.
Uzun süren bürokratik uğraşların sonunda Sultan Vahdettin, Cevat Şakir'in de affedilmesini emretti.
16 Ekim 1920 yılında hapisten çıkan Halikarnas Balıkçısı, kendisini işgal altındaki bir şehirde ciddi maddi sıkıntıların içerisinde buldu.
Ailesi ve dostları baba katili Cevat'a sırt dönmüş, İstanbul'da bir başına kalmıştı.
Cevat Şakir, bu süreçte bir dergâha sığınır olmuş ve namaz kılarak ruhunu arındırmaya çalışıyordu:
Şehrin camilerinde namaz kılmak hoşuma giderdi. Üsküdar'da Şemsipaşa Camiinde, işgal edilmiş şehirden bir uzaklık duyardım. Akşam namazı için Karacaahmet'te, Marmara'ya bakan bir camiyi seçerdim. Batan güneşin kopardığı görkemli renk kıyametinin kıpkızıl angısı göklerde hâlâ inlerken orada akşam namazı kılmaktan çok hoşlanırdım. Karacaahmet'in servileri arkamızda ve yanlarımızda ateş sütunları gibi dikilirlerdi.(Halikarnas Balıkçısı)
Cevat Şakir kendisini toparladıktan sonra İtalyan eşi Agnesia'yı ve ondan doğan kızını bulmak için Avrupa'ya gitmiş ve burada bir İspanyol kadına âşık olmuştu. Bu ilişkiden de bir oğlu olmuştu.
Bu evlilik hakkında yeterli malumat bulunmasa da Cevat'ın İspanya'daki oğlunun iç savaşta öldüğü biliniyor.
İstanbul'a dönen Cevat bu kez dayısının kızı Hamdiye Hanım ile evlenmişti. Bu evlilikten sonra hayatını biraz yoluna koyan Cevat, çeşitli gazetelerde hikâyeler yazmaya başlamıştı.
.
BALIKÇI'nın Dervişlik Günleri
*
Şehrin camilerinde namaz kılmak hoşuma giderdi. Üsküdar'da Şemsipaşa Camiinde, işgal edilmiş şehirden bir uzaklık duyardım. Akşam namazı için Karacaahmet'te, Marmara'ya bakan bir camiyi seçerdim. Batan güneşin kopardığı görkemli renk kıyametinin kıpkızıl angısı göklerde hâlâ inlerken orada akşam namazı kılmaktan çok hoşlanırdım. Karacaahmet'in servileri arkamızda ve yanlarımızda ateş sütunları gibi dikilirlerdi.(Halikarnas Balıkçısı)
Cevat Şakir kendisini toparladıktan sonra İtalyan eşi Agnesia'yı ve ondan doğan kızını bulmak için Avrupa'ya gitmiş ve burada bir İspanyol kadına âşık olmuştu. Bu ilişkiden de bir oğlu olmuştu.
Bu evlilik hakkında yeterli malumat bulunmasa da Cevat'ın İspanya'daki oğlunun iç savaşta öldüğü biliniyor.
İstanbul'a dönen Cevat bu kez dayısının kızı Hamdiye Hanım ile evlenmişti. Bu evlilikten sonra hayatını biraz yoluna koyan Cevat, çeşitli gazetelerde hikâyeler yazmaya başlamıştı.
Serbest kalınca İstanbul'a dönen yazar basın dünyasına girdi ve "Güleryüz", "Yeni İnci", "Resimli Gazete", "Resimli Hafta", "Zümrüd-i Anka", "Resimli Ay" adlı dergilerde yazılar yazdı, karikatürler çizdi, kapak resimleri ve desenler yaptı.
1925 senesinde yazdığı "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler?" isimli hikâyesi sebebiyle tekrar tutuklanmış ve Ali Çetinkaya'nın başkanlığını yaptığı meşhur İstiklal Mahkemesi'nde yargılanmak üzere Ankara'ya getirilmişti.
Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak "Hüseyin Kenan" takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı yazısından dolayı İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu. Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü.
3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı. Cezasının son yarısını İstanbul'da tamamladıktan sonra, çok sevdiği insanları ve doğal güzellikleriyle kaynaştığı Bodrum'dan uzak kalamadı ve Bodrum'a yeniden dönüp yaklaşık 25 yıl kaldı.
Bodrum'un Antik Çağ'daki adı olan Halikarnas'ı mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı. Edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrum'da yazdı. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım'la yapan Cevat Şakir'in üç evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocuklarının orta öğrenim çağına gelince, o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle ailesini İzmir'e nakletti. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği ile sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi. 13 Ekim 1973'te İzmir'de kemik kanserinden öldü. Vasiyeti üzerine Bodrum'a gömüldü. Kabri Bodrum-Gümbet'teki Türbe Tepesinde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde küçük bir müzesi ile birlikte "Halikarnas Balıkçısı Müzesi" adı altında bulunmaktadır.

İstiklal Mahkemesi ve ALİ ÇETİNKAYA
****

Tam / Gerçek Adı: Cevat Şakir Kabaağaçlı
Doğum Tarihi: 17 Nisan 1890
Doğum Yeri: Girit, Osmanlı İmparatorluğu
Ölüm Tarihi: 13 Ekim 1973
Ölüm Yeri: İzmir, Türkiye
Halikarnas Balıkçısı kimdir?
Cevat Şakir Kabaağaçlı veya tanınan adıyla Halikarnas Balıkçısı (17 Nisan 1890, Girit – 13 Ekim 1973, İzmir), Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman ve hikâye yazarıdır.
17 Nisan 1890 tarihinde, Osmanlı'nın son köklü ailelerinden Şakir Paşa Ailesine mensup babası yüksek komiser olarak görev yaptığı Girit'te doğdu. Babası Girit ve Atina'da sefirlik ve valilik yapan Mehmed Şakir Paşa, annesi Giritli Sare İsmet Hanım; amcası II. Abdülhamid devri Sadrazamı Ahmed Cevad Paşa, dedesi Şurayı Askeri Dairesi Reisi Miralay Mustafa Asım Bey'dir. Kendisine, iki evliliğinden de çocuğu olmayan ve onu kendi çocuğu gibi seven amcasının ismi verildi.
Cevat Şakir, altı çocuklu ailenin en büyük evladıydı. Ailesinin tüm fertleri sanatta yetenekliydi. Sırasıyla dünyaya gelen Hakkiye, Ayşe, Suat, Fahrelnisa ve Aliye adlı kardeşlerinden Fahrelnisa resim alanında, Aliye gravür alanında üne kavuştu; Hakkiye’nin kızı Füreya Koral, ilk Türk kadın seramikçi oldu; Fahrelnisa’nın çocukları Nejad Melih Devrim ressam; Şirin Devrim ise tiyatrocu oldu.
Cevat Şakir, çocukluk hayatının ilk yıllarını babası Şakir Paşa’nın elçi olarak bulunduğu Atina’da geçirdi. İlköğrenimini Büyükada'da, orta ve liseyi 1907'de Robert Kolej'de tamamladı. İlk yazısı aynı yıl İkdam gazetesinde yayımlandı. Bu, İngilizce ’den tercüme bir yazıydı. Lise öğreniminden sonra İngiltere’de denizcilik öğrenimi yapmak istediyse de ailesinin ısrarı ile Oxford Üniversitesi’nde tarih öğrenimi gördü. 1913’te İtalyan bir hanımla evlenerek İtalya’da kaldı ve resim öğrenimi gördü.
İstanbul'a döndüğünde gazete ve dergilerde yazılar yayınlamaya başladı. Aile, 1914 yılında maddi sıkıntı içine girmiş ve babası Mehmed Şakir Paşa Afyon’daki Kabaağaçlı çiftliğine yerleşmişti. Babasının çiftlikte bir tartışma anında Cevat Şakir’in silahından çıkan kurşunla vurularak ölmesi üzerine cinayet iddiasıyla yargılandı ve 15 yıl kürek cezasına çarptırıldı. Cezasının yedi yılını çektikten sonra baş gösteren verem hastalığından ötürü tahliye edildi.
1925 yılına kadar geçimini haftalık dergilerde tercümeler, yazılar yayınlayarak, resim ve yeni tarz tezhipler yaparak, karikatür yaparak, karikatür çizerek ve renkli dergi kapakları hazırlayarak temin etti. Türk basınında kapakçılığın gelişmesinde katkısı vardır.
Dört asker kaçağının kadersizliğiyle ilgili olarak "Hüseyin Kenan" takma adıyla kaleme aldığı 13 Nisan 1925 tarihli "Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmağa Nasıl Giderler" başlıklı öyküsünden ötürü İstanbul İstiklal Mahkemesi'nde yargılandı. ‘Memlekette isyan bulunduğu sırada, askeri isyana teşvik edici yazı yazmak’ tan suçlu bulundu. Mahkeme Başkanı Ali Çetinkaya tarafından idama mahkûm edilmek istendiyse de, Kılıç Ali Bey'in önerisiyle kalebentlikle Bodrum'a sürüldü.
3 yıllık sürgünlüğünün yarısını Bodrum'da tamamladı. Cezasının son yarısını İstanbul'da tamamladıktan sonra, çok sevdiği insanları ve doğal güzellikleriyle kaynaştığı Bodrum'dan uzak kalamadı ve Bodrum'a yeniden dönüp yaklaşık 25 yıl kaldı.
Bodrum'un antik çağdaki adı olan Halikarnas'ı mahlas olarak benimseyen Cevat Şakir, Bodrum'da balıkçılık dahil çeşitli işlerde çalıştı. Edebiyat sahasına giren eserlerinin büyük kısmını da Bodrum’da yazdı. İkinci evliliğini dayısının kızı Hamdiye, üçüncü evliliğini Hatice Hanım’la yapan Cevat Şakir'in üç evliliğinden beş çocuğu oldu. Çocuklarının orta öğrenim çağına gelince, o yıllarda bu kasabada ortaokul bulunmaması sebebiyle ailesini İzmir’e nakletti. Yaşamını yazarlık ve turist rehberliği ile sürdürdü, rehberlik kurslarında da ders verdi. 13 Ekim 1973'te İzmir'de kemik kanserinden vefat etti. Vasiyeti üzerine Bodrum'a gömüldü. Kabri Bodrum-Gümbet'teki Türbe Tepesinde manevi oğlu Şadan Gökovalı ile seçtiği yerde küçük bir müzesi ile birlikte "Halikarnas Balıkçısı Müzesi" adı altında bulunmaktadır.
1926'dan sonra deniz hikâyeleriyle tanındı.
Konularını Ege ve Akdeniz'den denize bağlı olaylardan çıkardı.
İçinde yaşadığı, en küçük ayrıntılarına kadar bildiği özgür ve asi denizi, kaderleri denizin elinde olan balıkçıları, dalgıçları, sünger avcılarını ve gemileri zengin bir terim ve mitoloji hazinesinden güçlenerek, denize karşı sonsuz bir hayranlıktan gelen şiirli, çok bilgi içerdiğinden YER YER KURGUSAL YÖNDEN AKSAYAN, yine de sürükleyip götüren bir anlatımla hikâye ve romana geçirdi.
Dönemin aydın ve sanatçıları Bedri Rahmi, Sabahattin Eyüpoğlu, Arza Erhat... gibi arkadaşlarıyla ilk "Mavi Yolculukları" düzenledi.
Mavi Yolculuklarda yanlarına aldıkları şeyler: Peynir, su, İstanköy peksimeti, tütün ve rakı idi. Mavi Yolculukta gazete okumaz radyo dinlemezlerdi. Amaç dünyadan kaçmak ve medeniyetten uzak olarak kafayı dinlemektir. Haftalarca denizde kalınır sadece acil ihtiyaçları temin etmek için karaya çıkılırdı. Oysa ki bugün yapılan mavi yolculuklarda her türlü lüks mevcuttur.
Bu yolculuklar yazarın edebî eserlerine de yansıyacaktır.
Kendi yazdığı yapıtlarının yanında, çeşitli dillerden yüz kadar da kitap çevirmiş olan Halikarnas Balıkçısı'na Kültür Bakanlığınca 1971 Devlet Kültür Armağanı verilmiştir.
Halikarnas Balıkçısı Kitapları - Eserleri
Aganta Burina Burinata
Mavi Sürgün
Anadolu Efsaneleri
Anadolu Tanrıları
Uluç Reis
Turgut Reis
Parmak Damgası
Ege'den Denize Bırakılmış Bir Çiçek
Merhaba Akdeniz
Deniz Gurbetçileri
Ötelerin Çocukları
Merhaba Anadolu
Altıncı Kıta Akdeniz
Çiçeklerin Düğünü
Dalgıçlar
Anadolu'nun Sesi
Gülen Ada
Hey Koca Yurt
Gençlik Denizlerinde
Arşipel
Sonsuzluk Sessiz Büyür
İmbat Serinliği
Yol Ver Deniz
Düşün Yazıları
Bulamaç
Denizin Çağırışı
Ege'den
Yaşasın Deniz
Alabandada
Egenin Dibi
*
DERLEME, DÜZENLEME : Aycan AYTORE
Kaynak : İNTERNET
Comments