TRİLYE’DE SİNEMA GÜNLERİ
top of page

TRİLYE’DE SİNEMA GÜNLERİ

Güncelleme tarihi: 4 Şub 2021

Ansiklopedilere bakarsak kısaca aşağıdaki satırları okursunuz.

“Tirilye (Rumca: Triglia, Brylleion), Bursa'nın Mudanya ilçesine bağlı beldedir. İlçenin batısında, 11 kilometre uzaklıkta, Marmara Denizi kıyısındadır. Tirilye’nin bulunduğu bölge tarih içinde Misyalılar, Traklar, Antik Romalılar, Bizanslılar ve Osmanlılar tarafından yönetilmiştir. Tirilye, olasılıkla Mudanya’nın fethi ve Mirzeoba, Kaymakoba gibi Türkmen köylerinin kuruluşu evresinde (1321-1330 arasında) Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Fethinden sonra da Rumların çoğunluk olarak yaşadıkları bir yerleşim olma özelliğini korumuştur.

II. Bayezid döneminde İstanbul’dan 30 hane Türk’ün getirilerek yerleştirildiği ve eski kayıtlarda Kitai’nin (Kite) iskelesi olarak anılmakta olan Tirilye, Osmanlı döneminde Rumların büyük çoğunlukla yaşadıkları zengin bir yerleşim yeri idi. Özellikle zeytin ve zeytinyağı dünyaca tanınmıştı. İpekböcekçiliği ve şarap üretimi ile balıkçılık da önemli uğraşlar arasında geliyordu.

1906 tarihli Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’nde belde, şöyle tanıtılmaktadır:

“Tirilye bucağı, Mudanya ilçesinin batısında ve Marmara Denizi kıyısındadır. Hoş bir havası vardır. Kasabada bir Cami-i şerif, bir İslam ve iki Hristiyan ilkokulu, yedi kilise ile eski eser niteliğinde üç manastır vardır. Kemerli denen kilisenin iç bölmelerinde bazı eski eserler bulunmaktadır. Başlıca üretimi zeytin, koza ve ev içi imalat sanayinden olarak çeşitli oda dokumalarından oluşmaktadır. Zeytin ürünü Doğu Rumeli ve Karadeniz kıyıları ile İskenderiye dolaylarına gönderilmektedir.”

1909’da Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesi üstüne, bir süre “Mahmutşevketpaşa” adı verilen belde, kısa süre sonra yine eski adıyla anılır olmuştur.

Yunanistan’ın 1920–1922 arasında Bursa ve çevresini işgal altında bulundurduğu dönemde, Kral Konstantin tarafından ziyaret edilen (Eylül 1921) Tirilye, 13 Eylül 1922 günü Türk ordusunun gelmesi ile işgalden kurtarılmıştır.

Kurtuluş Savaşı sonrasında beldenin Rum halkından bir bölümü kendiliğinden, bir bölümü de Lozan’da varılan “Mübadele Anlaşması” gereğince Yunanistan’a göç etti. Onların yerine Selanik ve Girit’ten gelen Müslüman-Türk göçmenler beldeye yerleştirildi. Ayrıca Selanik, Usturumca, Dedeağaç, Serez, Tikveş, Karacaovalı ve Bulgaristan'dan gelen bazı göçmenler de bölgeye yerleştirildi.

1963’te “Tirilye” adı kaldırılarak yerine "Zeytinbağı" adı verildi. 2012'de ise Zeytinbağı ismi kaldırıldı ve beldenin ismi tekrar “Tirilye” oldu.

19. yüzyılın sonlarında beldede 19 yağhane, 2 hamam, 2 okul, 1 cami ile 7 kilise vardı. Trilye'de eski belgelerde geçen şu kiliseler vardı; H. Athanasios, H. Basileios, Hristos Soteros,

H. Demetrios, H. Georgios Keto, H. Georgios Kyparissiotes, H. Marina, H. Parapoline, H. Paraskeve, H. Spyridon kiliseleri ile Madikkion ve Pelekete Manastırları.

Bu şirin beldemizdeki sinema dünyasında bir geziye çıkmaya ne dersiniz.


Sinema bize farklı bir dünyanın kapısını açardı. Perdede seyrettiğimiz sadece görüntü değildi. Çoğu zaman filmin içine girer, efe olurduk, korsan olurduk, kovboy olurduk. Malkoçoğlu, Karaoğlan, Tarkan’la akınlara çıkardık. Herkül veya Masis’le Antik Çağ yaratıklarıyla dövüşürdük. Leyla-Mecnun misali büyük aşkları deyim yerindeyse ağzımızı açıp seyrederdik.

Ankara, İstanbul, İzmir ve Uludağ gibi ismini duyduğumuz ama gidemediğimiz yerleri filmler ayağımıza getirirdi. Sadece buralar mı? Paris, Roma, Londra, Newyork… Balta girmemiş ormanlar, uçsuz bucaksız çöller, okyanuslar filmlerle bize gelirdi. Kitaplarda okuduğumuz aslan bize kükrer, balina içine çektiği suyu fışkırtırdı.

Günlerce konuşulan tek konu o hafta seyrettiğimiz film olurdu.

Bizimle dış dünya arasında köprü olan sinemacılar da doğal olarak yörenin önde gelen insanları arasına girerlerdi. Çoğu sinema aynı zamanda tiyatro ve konser salonuydu. Siyasi parti kongreleri, dernekler kongrelerini buralarda yaparlardı.

Füsun Uyanık’ın ağzından Geçmişte Trilye denilen ancak daha sonra Zeytinbağı adını alan, Trilye’de sinemanın öyküsünü dinleyelim. 2014 yılında ise yeniden Trilye olarak anılmaya başlayan belde de (itibariyle mahalle) bir zamanlar Füsun Hanım’ın babası İbrahim Uyanık’ın bir sinema işletiyordu.


“Trilye’de sinema nerede diye sorduğunuzda size Tirilyelilerin vereceği cevap yine bir soru olurdu; ‘Yemekhane mi?’

Yemekhane denmesinin sebebi ise; Heybetli duruşuyla Trilyeye girişte köşeyi dönünce ilk göze çarpan Taş Mektep okuluydu. Trilye’de ilkokul ve Ortaokul okuyan herkesin mekânı olan yerde Rumlar zamanında Papazokulu olan binada geçmiş yıllarda, sinema olarak okulun yemekhanesinin kullanıldığını büyüklerimiz bize anlatmışlardı.



Sinema dönemindeki Trilye’den bir görünüş (1960-1961)


Şimdi bu bina Faruk Çelik Kültür Merkezi adıyla kullanılıyor.

Doğduğumdan itibaren sinema dünyasına girdim. Çünkü babam sinemacıydı. Kardeşlerimle bir araya geldiğimiz zaman geçmişi hatırlarız ve birbirimize hatırlatırız. Ama mutlaka sinemayı anmadan geçmeyiz. Çünkü biz sinemanın içinde doğmuştuk.

1970’li yıllarda sinema Trilyenin sanki kalbi gibiydi. Konumu itibariyle merkezde cadde üstünde taş merdivenleri olan yukarıya çıkarak içine girilen, heybetli ve içyapısıyla da büyük bir binaydı. Mülkiyeti Trilye Belediyesi’ne ait olan mekâna babam kira veriyordu.


İlk hatırladığım ana cadde üstünde olduğu ve büyük çınarın önünde bir çeşme bulunduğu, çünkü oradan evlere su alırdık işte o çeşmenin doğu yönündeydi sinema.

Taş merdivenleri vardı yarım daire şeklinde aklımda kaldığı kadarıyla 10 ya da 12 adet basamaklıydı. Yukarı çıktığınızda karşınıza 2-3 kişinin hareket edebileceği bir açıklık bulunurdu. Burada mola verdiğiniz zaman sol tarafta oynayan filmlerin afişleri ve sağınızda sinemaya giriş kapısı bulunmaktaydı. Sanki bambaşka bir dünyaydı. O kapıdan içeri girdiğinizde yine gelenlerin rahat hareket edebileceği bir açıklık vardı. Sağ tarafta makine dairesi daha içerde ise montaj odası. Tabii bunların kapısının üstünde bir yazı bulunuyordu. “yabancılar giremez”. Ben yabancı olmadığım için elimi kolumu sallayarak giriyordum. Ortada sinema salonuna büyük bir giriş bulunmakta idi. Sol tarafta ise gişe bilet kesme yeri 2-3 metrekarelik bir alan ve sinema başlamadan önce çalan plakların bulunduğu bir alan ve onun yanından sinema salonuna giriş. İster salon bölümünde oturmak isterseniz oturabilirsiniz isterseniz yukarıda Balkonda filmleri izleyebilirdiniz.


Taş Mektep okul olarak kullanıldığı yıllar (1970)


Sinema salonu aslında bir tiyatro salonu gibi düzenlenmişti. Sahne tiyatro sahnesi gibi perdeli ve platformluydu. Oturduğunuz yerden Sahneye ulaşmak istediğinizde hemen merdivenlerle çıkmanız mümkün değildir. Çünkü her iki tarafta merdiven var ama her iki tarafta da sahneye ulaşmadan önce odalar mevcuttur. Sağ taraftaki merdivenlerle sahneye ulaşmaya çalıştığınızda 4-5 metrelik bir boşluk daha sonra bay ve bayan tuvaletler karşınıza çıkar. Onları geçtikten sonra sahneye çıkabilirsiniz. Sol taraftan sahneye çıkmak istediğinizde ise karşınıza yine 4-5 metrelik bir alan ardından sahneye açılan bir perde ve bir kapalı oda vardır. Sinema salonu çok amaçlı kullanıldığı için kimi zaman bu oda gelin odası kimi zaman tiyatrocuların kulisi gibi kullanılırdı. Sinema salonunda tahta sandalyeler vardı onlarda oturulurdu.




(Kadri Uyanık makine dairesinde -1983)


Babam filmleri Bursa’dan DAR Film’den, 8-10 kutu halinde afişleriyle birlikte alırdı. Dar film nerede diye soranlara hemen yeri tarif etmek gerekir ünlü caddede küçük camiinin karşısında oradan geçtiğim zaman babamla film aldığımız günler gelir aklıma ve onun önünde dururum. Tabii şimdi film satılan bir yer değil kebap salonu olarak işletilen bir dükkân oldu.

Haftanın her günü sinema oynardı sadece 10 Kasımlarda ve kandil gecelerinde oynamazdı. Yanılmıyorsam kadınlara haftanın 2 günü sinema oynardı. Alınan filmler ilk önce o gece veya gün hangi film oynayacak ise sinemanın girişine asılırdı. Birde denize doğru inince Cafer Abinin dükkânının önüne asılırdı. Ayrıca kardeşlerim her gün sabah ve öğleden sonra mahalle-mahalle ve sokak-sokak gezerler ellerinde tahta ve tahtanın üstüne o gece oynayacak filmi bağıra bağıra söylerlerdi. “Bu akşam sinemamızda Yılmaz GÜNEY-Filiz AKIN’ın başrollerini paylaştığı UMUTSUZLAR filmi oynacaktırrrr…” sesler biraz kısılmaya başlayınca bu seferde “bu akşam YILMAZ GÜNEY filmi vardır” diye bağıra-bağıra tüm Trilye’lilere ilan edilirdi.

Eskiden ben o günleri bilmiyorum ama sinemanın yanında Orhan Abi çekirdek dükkânında sinema bitene kadar çekirdek satarmış benim hatırladığım bizim de evde gazete kâğıtlarıyla külah yapıp çekirdekte sattığımızdır.


Dediğim gibi her gün film oynardı ve her gün de farklı film oynardı sadece istek olursa bir film ikinciye oynama şerefine erişirdi. Her türden film oynatırdı babam. Sadece 10 Kasım ve kandil gecelerinde eve günlerinde film oynamazdı.

Cumartesi–pazar günleri öğleden sonra bir matine vardı diğer zamanla ise akşam saat 19.00-20.00 arasında film oynatılırdı. Akşam saat 18.30 da cadde de bu gece sinema oynayacağı kesin olarak belli olan müzikler çalardı, sevemedim karagözlüm, gölgesinde mevsimler, ah nerede vah nerede, gibi ilk etapta aklıma gelen müzikler… Seyyal Taner, Füsun Önal, Zeki Müren, Esin Engin, Yeliz, Sezen Aksu gibi dönemin şarkıları çalardı. Babam plağı hoparlöre bağlardı ve bütün cadde bangır bangır çalan bu müzikleri dinlerdi.

Film saati gelince müzik durur ve film başlardı. Filmler 16’mm’lik ve 35’mm’lik olmak üzere alınırdı. Ancak bizde daha çok 35’mmlik kullanılırdı. Bildiğim kadarıyla 16 mm’lik filmler yazlık sinema olarak Yalıçiflik köyü ile Kumyaka (Siği) de gösterilirdi.

Satın alınan filmlerin gösterime hazırlanması aşaması da ayrı bir seremoni gerektiriyordu. Şimdiki teknoloji olmadığı için epey zahmetli bir işti. 2 büyük bobin yapılması gerekiyordu ve filmler kesilerek asetonla yapıştırılıyordu. Bu nedenle de çok kopmalar oluyordu. Dişli ayarlarda yurtdışında gelmediği için o da ayrı bir sorundu. Kömürlerde çok pahalı olduğundan ark cihazı kömürlerde ekleye ekleye yapılıyordu. Kömürü de manuel olarak ileriye doğru birleştiriliyordu, sürekli ark cihazına bakmak gerekiyordu.


Sinema sadece Trilyeliler değil civar köylerden de geliyorlardı. Traktörlerle kadın-erkek herkes film izlemeye gelirdi. Özellikle civar köylerden gelen Hac ve Kabe filmlerinin izlenme oranı yüksekti.

Hangi tür filmler izlenir? hangi sanatçıların filmleri izlenir diye sorarsanız, her türden film izlenirdi. Aksiyon, gerilim, aile, korku gibi her türden film oynardı. Sanatçılara gelince kadınlar en çok Nuri Sesigüzel, Ediz Hun, Hülya Koçyiğit, Türkan ŞORAY, Fatma Girik gibi sanatçıların filmlerini izlerlerdi. Ama Yılmaz Güney’in filmlerinde yer bulmak imkânsızdı. Onun Filmlerini insanlar ayakta film izlerlerdi.

Birde tabi izlenme oranı yüksek olan kahramanlık filmlerini de unutmamak gerekiyor. Cüneyt Arkı, Kartal Tibet’in oynamış oldukları Malkoçoğlu, Battalgazi gibi filmler de en çok izlenen filmlerdi.

Hafızamda yer eden diğer bir hususta sinema ile ilgili İlkokul ve Ortaokulda ama özellikle ilkokulda öğretmenler öğrencileriyle birlikte sinemaya gelirlerdi. Grup halinde ders olarak sinemayı işlerdik. Filmi izledikten sonra öğretmenimiz bize hangi sahneyi sevdiğimizi ve en çok dikkatimizi hangi sahne çektiği gibi sorular sorar, film üzerinde tartışırdık. Yorumlar yapar filmin sonunu kendimize göre bitirip böyle olsa idi daha iyi olur şeklinde düşüncelerimizi öğretmenlerimize iletirdik.


(Sinemada yapılan bir müsamereden görüntü -1975)

Hiç unutmuyorum. Şu an Taş mektep olarak anılan okulda okuduğumuz dönemde ilkokul öğretmenimiz bizi başrollerini Cüneyt Arkın ve Fatma Girik’in paylaştığı “ÖNCE VATAN” filmine götürmüştü. Film sonrası okulda 2 ders yani 90 dakika biz tartışmıştık. Birde hatırladığım Yılmaz Güney’in filmine gittiğimiz “UMUT”.

Sinema salonu sadece film izlemek amacıyla kullanılmazdı. Biz ilkokulda iken 1. Sınıftan itibaren her sene müsamere yapardık. Eskiler müsamere ne demek bilirler ancak yeni neslin müsamere kelimesinden bir şey anladığını zannetmiyorum. Kısacası her sene ilkokulda 1. Sınıftan 5.sınıfa kadar bütün sınıflar bir görev üstlenir. Mutlaka o sahneye herkes bir kere çıkar gösterisini yapardı. Ya tüm sınıf çıkar şarkı söyle ya da tiyatro oynanırdı. Sene sonunda karneler dağıtılmadan önceki hafta bütün aileler gelir çocuklarının gösterisini izlerlerdi. Tabi ortaokullarda aynı şekilde taklit, şarkı, halkı oyunları, tiyatro gösterisi yapılırdı.


Diğer taraftan özellikle cumartesi geceleri dışarıdan tiyatro grupları gelir oyunlarını oynarlardı. İnanın ki o gece sinema salonu tıklım-tıklım olur her bir tarafa sandalyeler konulurdu hatta öyle bir olurdu ki komşulardan sandalye aldığımızı hatırlarım. Tiyatro da büyülü bir atmosferdi çünkü sanatçılar oyunlarına başladığı zaman salondan çıt çıkmazdı. Sessizlik hâkimdi.

Partilerin seçim konuşmaları da bu sinema salonunda yapılırdı. Milletvekilleri buraya gelir vaatlerini anlatırlardı. Tek tek çok hararetli tartışmalara şahit olurduk.

Yazın genel olarak düğünlere ve nişanlara, kına gecelerine kiralanırdı sinema salonu. Nikâhlar yapılır, nikâhtan çıkanlara da sandıkta lokum dağıtılırdı bisküvi ile birlikte. Ara sırada hatırladığım kadarıyla içkili düğün yapılırdı burada hemen sandalyeler değiştirilerek ortada boşluk bırakılmak suretiyle dizilirdi. Trilye de hemen-hemen herkesin sünnet düğünü, nişanı, kınası, düğünü sinemada yapılmıştır. Kısacası bu sinema salonunda hepimizin bir anısı vardır.

Trilye’ de sinema günleri 1980 yılına kadar sürdü. Yavaş-yavaş bitti sinemaya gidişler, her eve TV girmesiyle birlikte sinemaya da ilgi azaldı. Ve sonunda 1980 yılında artık sinema salonu sadece düğünlere ev sahipliği yaptı.

Şimdilerde ise kültür merkezi olarak hizmete sunulan binanın eski sinema ile fiziksel olarak hiç alakası yok. Kültür merkezi olarak kullanılan binanın girişi arka sokaktan ve ben henüz içine bile girmedim. Aslında girmek de istemedim. Anılarımdaki sinema binası ve günleri tazeliğini hala korumaktadır. Ve ben Trilye’de sinema günlerini böyle hatırlamak istiyorum.”








Sinemanın sahibi İbrahim Uyanık sağda arkadaşlarıyla

15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

MESUT KARA

1/3
bottom of page