Serhat Şehri Edirne
top of page

Serhat Şehri Edirne

Güncelleme tarihi: 16 Ara 2020


Bahar mevsimi, bir başka deyişle gezme mevsimi geldi. Hepimiz olanaklarımız dahilinde tatil planları yapıp bir yerlere gitmek istiyoruz. Cennet ülkemizin her köşesi bir başka güzel ve görülmeye değer. İşte bunlardan birini; yeşilin her tonunu görebileceğiniz, tarihi mekanların, en küçük camilerin bile beton yığınları arasında kaybolmadığı bir sınır şehrimizi; Edirne’yi gezip, görülecek yerleriyle anlatalım istedik. Otobanın iki yanında gözalabildiğine uzanan buğday ve ayçiçeği tarlalarını geçip şehre girdiğinizde gökyüzüne doğru kollarını açarcasına uzanmış Selimiye’nin minareleriyle, orada kaldığınız sürece bir yerlerden kulağınıza hep çalınan ve sanki şehrin fon müziği gibi sürekli vuran davul sesleri, gezinizi renklendirmeye katkıda bulunacak. Şimdi hep birlikte bu güzel şehri gezmeye başlayalım.

Ülkemizi Avrupa’ya bağlayan karayolu üzerinde yer alan sınır şehrimiz Edirne; Tunca, Arda ve Meriç ırmaklarının buluştuğu düzlükte kurulmuş. Şehir merkezi Yunanistan’a 7 km, Bulgaristan’a ise 17 km uzaklıktadır. Ainos Antik Kenti Edirne’nin Enez ilçesinde bulunan bir antik kenttir. Ülkemizde bulunan birçok antik kentten biri olan Ainos’ta yapılan arkeolojik kazılarda ortaya çıkan kalıntılar, tarihe ışık tuttuğu gibi Edirne’nin ne kadar zengin bir tarihe sahip olduğunu da belgeler niteliktedir.


Traklardan Bugüne

Tarih içinde Edirne ve civarının bilinen ilk yerleşimcileri, Trak kabilelerinden Odrisler ve Bettegerilerdir. 1361-1371 yılları arasında değişiklik gösteren süreçte şehir Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılana kadar, başta Akalar, Makedonlar, Romalılar, Latinler ve Bulgarların hâkimiyetine girmiş, başta Haçlılar olmak üzere pek çok da saldırıya uğramıştır.


Kurulduğu yıllarda Odris veya Odrisia diye bilinen şehrin adı Türklerin eline geçince Edirne olarak değişmiş ve daha sonra Osmanlı İmparatorluğu’na 92 yıl boyunca başkentlik yapmış. 1453’te İstanbul’un fethiyle eski önemini biraz yitirse de padişahların gözde yerlerinden biri ve canlı bir ticari ve idari merkez olarak kalmıştır.


18. yüzyılda yangınlar ve depremle sarsılan kentin gelişimine en büyük darbeyi, bir zamanlar avantaj teşkil eden Balkanlara açılan kapı olma niteliğinin Osmanlı İmparatorluğu’nun gerilemeye başlamasıyla dezavantaja dönüşmesi vurmuştur. Yabancı işgalini ilk olarak 1828-29 yılındaki Osmanlı-Rus harbinde yaşayan şehir, 93 Harbi’nde (1877-1878) tekrar Ruslar, Balkan Harbi’nde (1912-1913) ise Bulgarlar tarafından işgal edilmiştir.

Gidip gelen şehir

Birinci Balkan Savaşından sonra kabul edilen barış anlaşmasıyla Bulgaristan’a geçen kent, daha anlaşmanın mürekkebi kurumadan patlak veren İkinci Balkan Savaşından sonra tekrar Türk topraklarına katılmış. I. Dünya Savaşı’ndan Osmanlı İmparatorluğu’nun yenilgiyle çıkmasının ardından Edirne, Temmuz 1920’de Yunan işgaline uğramış, Kurtuluş Savaşı’nın başarıyla sonuçlanmasıyla 25 Kasım 1922’de (Edirne’nin Kurtuluşu) nihai olarak Türk egemenliğine girmiş ve Lozan Antlaşması’yla Yunanistan’dan savaş tazminatı olarak geri alınan Karaağaç’ın 15 Eylül 1923’te Türkiye’ye katılmasıyla ilin sınırı bugünkü halini almıştır.

Tarihi boyunca birçok milletin gelip geçtiği şehirde bu medeniyetlere ait izleri görmek mümkün. Kaleiçi’nde bulunan İtalyan Katolik Kilisesi, Kıyık’ta bulunan Sveti Georgi Bulgar kilisesi ve Kirişhane’de bulunan Sveti Konstantin-Elena Bulgar Kilisesi’nden başka yine Kaleiçi’nde, Türkiye sınırları içerisindeki en büyük, Avrupa’daki 3. büyük sinagog olan Edirne Büyük Sinagogu bulunur.


Selimiye Camii

Edirne deyince tabii ki ilk akla gelen; şehirle özdeşleşen ve şehrin her tarafından görünen Selimiye Camisidir. Osmanlı Padişahı II. Selim’in Mimar Sinan’a yaptırdığı ve Sinan’ın 90 (bazı kaynaklarda 80 olarak geçer) yaşında yaptığı ve “Ustalık Eserim” dediği Selimiye Camii, gerek Mimar Sinan’ın gerek Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir. Caminin kapısındaki kitabeye göre yapımına 1568 yılında başlanmış, II. Selim’in ölümünün ardından 14 Mart 1575’te ibadete açılmıştır. Selimiye Camii ve Külliyesi 2011 yılında Unesco’nun Dünya Mirası Listesi’ne alınmıştır

Şehrin merkezinde yer alan Eski Cami, zamanımıza ulaşmış ilk orijinal anıtsal yapı olarak da bilinir. Caminin yan kapısı üzerindeki kitâbeye göre mimarı Konyalı Hacı Alâaddin’dir. Osmanlı tarihinde Fetret Devri diye anılan dönemde Süleyman Çelebi tarafından 1403 yılında inşasına başlanan cami I.Mehmed tarafından 1414’te tamamlanmış. Beyaza boyanmış duvarları ve payeleri üzerindeki 18. ve 20. yüzyılların ünlü hattatları tarafından yazılmış yazılar caminin en ilgi çeken özellikleridir.

II.Beyazıd Külliyesi

Tunca Nehri kıyısında bulunan külliye Edirne’nin en önemli yapıtlarındandır. Cami, tıp medresesi, imaret, darüşşifa, hamam, mutfak, erzak depoları ve öbür bölümleriyle geniş bir alana yayılmıştır. Sultan II.Beyazıd’in 1484-1488 yılları arasında yaptırdığı külliyenin mimari Hayreddin’dir. Çok etkileyici bir görünümü olan külliye küçüklü büyüklü yüze yakın kubbeyle örtülüdür. Padişah II.Beyazıd tarafından kurulan bu külliyenin (sitenin) temel amacı Edirne’yi bir Darüşşifaya(Hastaneye) kavuşturmaktır.

Külliye içindeki caminin batısında Darüşşifa ve Tıp Medresesi bulunmaktadır. Ortası açık büyük kubbenin altında bulunan şadırvandan akan suların sesiyle ruh hastalarının tedavi edildiği, revaklarla çevrili ön avlunun yanlarındaki kubbeli hücrelerde ise akıl hastalarının iyileştirildikleri anlatılmaktadır. Avlunun köşesinde, mutfak ve çamaşırhane bölümleri vardır.

Darüşşifa ve bitişiğindeki Tıp Medresesi, II.Beyazıt’ın 1484 yılında Akkirman seferinden elde ettiği ganimet gelirleri ile yaptırılan külliyenin birer parçasıydı. Darüşşifa’da tedavi hizmeti ücretsiz verilmekteydi. Medresede okuyan öğrenciler, darüşşifadaki uzman hekimler yanında yetiştirilmekteydi.

1850’li yıllardan sonra darüşşifa, sadece ruh hastalarının tecrit edildiği bakımsız bir kurum haline gelmiş. 1877-1878 Osmanlı – Rus Savaşı sırasında Edirne işgale uğradığında içindeki hastalar İstanbul’a gönderilmiş. 1896 yılında onarım gören şifahane, bir süre daha ruh hastalarının tecrit edilmesinde kullanılmış. 1916’ya kadar hizmet vermeyi sürdüren Dar-üş Şifa’nın Trakya Üniversitesi bünyesinde Sağlık Müzesi’ne dönüştürülme çalışmaları 1993 yılında başlamış ve müze 2008 yılında hizmete girmiş. Bu bölümde, 15. Yüzyıl tıp eğitimi mankenlerle canlandırılmaktadır.


Şükrü Paşa Anıtı ve Balkan Savaşı Müzesi

Edirne’de görülmesi gereken yerlerden bir diğeri de Tarihe “Edirne Müdafii” olarak geçen Mehmet Şükrü Paşa adına yapılan anıt ve burada bulunan Balkan savaşı müzesidir. Balkan Savaşında Edirne’yi savunan Şükrü Paşa ve Balkan Savaşı şehitleri anısına, savunma mevzilerinden biri olan Kıyık Tabya’da inşa edilen anıt-müze, kentin en yüksek yerinde bulunmakta ve 14 bölümden oluşmaktadır. Edirne’de görülmesi gereken yerler arasında bulunan ve Edirne halkı tarafından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağışlanan silah, belge ve mühimmatın sergilendiği bu müze Balkan savaşında yaşananları anlatmaktadır.

Camileriyle olduğu kadar tarihi köprüleriyle de ünlü olan şehir yeşilliğini ve bereketli topraklarını içinden geçen Arda, Tunca ve Meriç nehirlerine borçlu bir anlamda Karaağaç’a gitmek için önce Tunca ve Meriç köprülerinden geçmek gerekiyor. Yeşil-mavi suların üstündeki tarihi köprüler adeta şehrin taçları gibi duruyor.

Dünyanın en uzun taş köprüsü

Edirne’yi süsleyen köprülerin en önemlisi olan ve Unesco Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ne alınan Uzunköprü; Ergene nehri üzerine II. Murat döneminde 1427-1443 yılları arasında mimar Muslihittin Bey’e yaptırılmış. Bulunduğu ilçeye adını vermiş olan köprü dünyanın en uzun taş köprüsüdür. Bunun dışında Karaağaç’ta Arda ve Meriç nehirlerinin birleştikleri yerde, Meriç nehrinin üzerindeki Meriç Köprüsü ile Tunca Nehri üzerinde yapılmış, Edirne ile Karaağaç’ın bağlantısını sağlayan Tunca köprüleri de Edirne’de yeşil ve mavinin her tonunun seyredileceği en güzel alanlardan.

Edirne’nin Karaağaç Semtindeki Trakya Üniversitesi Rektörlüğü alanı içerisinde bulunan ve 1998’de ziyarete açılan Lozan Anıtı; Anadolu, Trakya ve Karaağaç’ı sembolize eden üç yüksek sütundan oluşmaktadır. Lozan Anlaşması ile Karaağaç’ın tekrar Türk topraklarına kazandırılmasını ve Lozan Anlaşmasında kazanılan diplomatik zaferi temsil eden anıtın bitişiğinde ise bu tarihi antlaşmanın anlam ve önemini gelecek kuşaklara aktaracak belge, fotoğraf ve kitapların sergilendiği Lozan Müzesi bulunmaktadır.

Edirne’nin ilgi çeken bir başka yönü ise hanları ve kapalı çarşılarıdır. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyıla kadar olan döneminde Edirne, çarşı ve hanlar bakımından en zengin ve gelişmiş illerden biri olmuş. Bu çarşıların en bilineni Selimiye Caminin hemen yanıbaşındaki Selimiye Arastasıdır. Selimiye Camisi’ne gelir sağlamak amacıyla yaptırılan çarşı 225 metre boyunda, 73 kemerli ve 4 kapılıdır. Bedesten ise Eski Cami’ye gelir temin etmek için Çelebi Sultan Mehmet zamanında yaptırılmış. Edirnelilerin daha çok Kapalı Çarşı adıyla andıkları Ali Paşa Çarşısı ise Kanuni Sultan Süleyman’ın son yıllarında yaptırılmış şehrin en önemli çarşılarındandır.

Dar-ül Eytam (Yetimler) Çarşısı

Abacılarbaşı’nda bulunan, eski Dakik Kapanı’nın ( zahire çarşısı) yerine 1911 tarihinde yapılmış büyük bir iş hanıdır. İki katlı ve yarı kagir olan çarşıda seksene yakın işyeri bulunmaktadır. Burası 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşında yetim kalan şehit ailelerinin çocuklarına gelir sağlamak amacıyla yapılmış olup, çarşı o yıllarda halk arasında Yeni Çarşı olarak anılmıştır. Günümüzde Yetimler Çarşısı olarak anılan dükkanlar Edirne ticari hayatındaki yerini korumaktadır.

Edirne deyince akla gelenlerden biri de geleneksel Türk yağlı güreş turnuvasıdır. Olimpiyatlardan sonra dünyanın en eski spor organizasyonu olarak gösterilen Tarihi Kırkpınar Yağlı Güreşleri her sene haziran sonu ila temmuz başında Edirne Sarayiçi’nde düzenlenir. Turnuvada pehlivanlar üç gün süresince er meydanında mücadele ederler. Son gün yapılan finallerde her kategorinin birinci, ikinci ve üçüncüleri belirlenir. Bunlardan en önemlisi başpehlivandır. Güreşler esnasında Kırkpınar Festivali düzenlenir ve çeşitli etkinlikler gerçekleştirilir.

Türkiye’nin hemen her şehrinde olduğu gibi Edirne’de de kendine has yöresel lezzetler bulunmaktadır. Edirne’ye gelip de ciğer yememek, elbasan tavanın, zerdenin, kandilli mantının, badem ezmesinin ve nişasta helvasının tadına bakmadan ayrılmak olmaz. Gezi sonunda evinize dönerken Kavala kurabiyesi ile Edirne peyniri almak da unutmamalı tabii…

29 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page