Türkiye, 2. Dünya Savaşı’nı savaşa doğrudan katılmadan atlatmıştı. Fakat savaşın ardından Sovyetler Doğu Anadolu’da toprak ve Boğazlarda üs ve ortak savunma talebi içindeydi. Türkiye’nin yakın/etkin güç ile uzak/potansiyel güç arasında bir tercih yapması gerekiyordu.[10] Bu tercih uzak/potansiyel güç ‘Amerika’ tarafına yapıldı ve bu yönde çalışmalara başlandı. Batı’nın güvenlik şemsiyesinin altına girebilmek için bir sınav verilmesi gerekti. Kore Savaşı, Amerika’nın garantörlüğüne sokan NATO için ödenen bedel oldu. “Türk Silahlı Kuvvetleri bir taraftan dünya barışına katkıda bulunmaya çalışırken, diğer taraftan ülke güvenliği için NATO’ya girme çabalarına kazandığı başarılarla ortam hazırlamıştır.” “Kore’de akan Türk kanı ve Türk kahramanlığı Türkiye’nin 1951 yılında NATO’ya alınmasında çok mühim bir rol oynamıştır.” Türkiye sınavı başarıyla verecek ve 18 Şubat 1952’de NATO üyesi olacaktı.
Zamanın BM Genel Sekreteri Trygvie Lie’nin askeri destek ricası Temmuz ayında Türk Hükümeti’ne ulaştı. Karar aşaması şöyle gerçekleşti: Başbakan Adnan Menderes’in Yalova’daki yazlığında Cumhurbaşkanı Celal Bayar başkanlığında, TBMM Başkanı Refik Koraltan ve Genel Kurmay Başkanı Nuri Yamut’un da katılımıyla yapılan bir Bakanlar Kurulu Toplantısı’ndan sonra, TBMM’ye ve Muhalefet’e danışılmadan 25 Temmuz 1950’de Türkiye’nin Kore’ye 4500 asker göndereceği açıklandı. “Menderes, Atatürk’ün ‘yurtta sulh, cihanda sulh’ ve ‘komşular arasındaki itilaflara katılmama’ gibi prensiplerinden vazgeçme eğilimindeydi. Dış politika’da pasiflikten aktifliğe geçilmesi taraftarıydı. Sonun da bunun fırsatını da yakaladı.”
Açıklamanın ardından gazete manşetleri: ‘Kore’ye asker gönderiyoruz’ diyordu. Haberlerde Ankara ile irtibat kuran Mr. Cain’in Kore’ye asker göndermemizin prestijimizi artıracağını açıkladığı söylendi.
CHP bu kararın Anayasa’ya aykırı olduğunu iddia ediyordu. Gerekçeli madde 1924 Anayasası’nın 26. maddesindeki ‘Büyük Millet Meclisi, (…) devletlerle muahede ve sulh akdi, harp ilanı (…) gibi vazifeleri bizzat kendi ifa eder.’ ibaresi idi. Hükümet ise alınan kararın Anayasa’ya aykırı olmadığı kanaatini taşıyordu. Hükümete göre, Anayasa savaş ilanı yetkisini TBMM’ye vermiş ama hangi hususların savaş ilanı olduğunu saymamıştı. Yani Hükümet asker gönderme kararı almış, savaş ilan etmemişti. İhlal yoktu. Savaş esnasında ise şartlar değişecekti. Şöyle ki: “CHP Genel Başkanı İsmet İnönü 25 Ekim 1951’de yaptığı açıklamada: Dış mesele üzerinde esasen bizim memlekette fikir ve prensip ayrılığı yoktur. İttifakımıza, BM idealine ve ABD dostluğuna bağlıyız.’diyecekti. Oysa bu konuşmanın geçmişe dair hiçbir faydası yoktu. Çünkü 25 Temmuz’daki kararın ardından Türkiye ikiye bölündü: Asker gönderilmesine karşı çıkan, radikal sol örgütler oldu. Behice Boran’ın başkanı olduğu Türk Barışseverler Cemiyeti, kararı protesto etti, kararın iptali için Meclis’e başvurdu. Çok geçmeden 28 Temmuz’da Cemiyet kapatıldı. Muhalefete tahammül yoktu. Diğer taraftan bu kararı ‘komünizme karşı fevkalade duyarlı olan gençler’ onaylıyordu. O zamanın “en büyük öğrenci örgütü olan Türkiye Milli Talebe Federasyonu: ‘Hak ve Hürriyet yolunda girişilmiş olan bu taahhütleri yerine getirmeyi kendisine görev sayan bir milletin evlatları olmaktan duyduğumuz gurur sonsuzdur.’ diyordu.” Tarih Türkiye için bazı konularda tekerrürden ibaretti. Yine bir karar aşamasında liderler karşı karşıya geliyor, bu halka yansıyordu. Ardından muhalefet destek verdiğini açıklıyordu.
Kararın uygulama aşaması hakkında 2007 yılının Kasım ayının son haftası Genel Kurmay Başkanlığı bir arşivle bilgi vermiştir.
Alınan karar doğrultusunda Genel Kurmay, bir komutanlık karargâhıyla üç piyade taburundan ve gerekli yardımcı birliklerden meydana gelen bir tugay ile 214. Piyade Alayı görevlendirildi. Tugay, yurdun çeşitli bölgelerindeki birliklerden oluşturuldu. Tugayın Komutanlığına Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, Kurmay Başkanlığına Yarbay Selahattin Tokay, 241. Piyade Alay Komutanlığına Albay Celal Dora atandı. Ayrıca, 1960 askeri müdahalesinin ardından iki kez askeri müdahale girişiminde bulunan Talat Aydemir de bu tugayda yer almıştı.
Kore’ye gitmek üzere oluşturulan birlikler Ankara Etimesgut’ta toplandı. Ardından İskenderun’a geçildi. Burada da askeri, mülki erkân ve halk, bando eşliğinde Türk Tugayını törenle uğurladı. 25, 26, 29 ve 30 Eylül ve 2 Ekim’de hareket eden gemiler Süveyş Kanalı-Kızıldeniz–Mendep Boğazı–Seylan Adasının merkezi Colombo–Singapur–Filipinler ve Formaza Adası rotasını izleyerek 21 gün sonra Puson Limanı’na ulaştı.
Buradan kamyonlarla tren istasyonuna, oradan da Taegu şehrine gidildi.
Tüm birlikler 8. Amerikan Ordusuna bağlandı. Bunların arasında Türk Tugayı da vardı. Bu Tugaya ‘North Star’ (Kutup Yıldızı) adı verildi.
Türk Tugayı’nın ilk görevi Seul’un 46 km. kuzeybatısındaki Munson bölgesinin güvenliğini sağlamaktı. Burada 25. Amerikan Tümeninin geri bölgesi güvene alındı ve tümenin Sunchon bölgesinde toplanmasını sağladı. Bu sırada Tugayın 9. Amerikan Kolordusunun ihtiyatını teşkil etmek üzere 22 Kasım’da, Kunuriye hareket etmesi bildirildi. Daha sonra ordu çeşitli bölgelere kaydırıldı. İlerleyen zamanlarda, 28 Kasım 1950 sabahı Çin ordusu hızlı bir taarruza girdi. Burada başarıyla karşı konuldu.
28’i 29’a bağlayan Kasım gecesi Sinnimni’de geçici saldırılar oldu. Amerikan birlikleri de destek vermesine rağmen Sinnimni geri alınamadı. Ancak bu ilerdeki birliklerin geri çekilmelerini sağladı. Türk Ordusu çeşitli cephelerde savaşıyor, bu, Amerikan Ordusunun geri çekilmesine zaman kazandırıyordu.
Türk Tugayı, 6 Ocak 1951’de Chonan’da 20 gün ihtiyatta kaldıktan sonra Sarı Deniz’den Japon Denizi’ne kadar uzanan hattı ele geçirmekle görevlendirildi. Bu nedenle 24 Ocak’ta harekete geçildi. 2 gün sonra Kumyangjangni Kasabası, 156 rakımlı tepe ele geçirildi.
Önceden de ifade edildiği gibi savaşta her iki taraf da kesin bir zafer elde edemediler. Lakin verilen sınavın sonucu Türkiye için zaferdi. Bu zafer Amerikan Kongresi’nin verdiği Mümtaz Birlik Nişanı ve Beratı, ayrıca Güney Kore Cumhurbaşkanı’nın verdiği Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı ile ödüllendirildi. En büyük ödül ise daha önce de belirtildiği gibi 1952’de NATO üyeliği ile verilecekti.
Savaşın ardından Tugay bir süre Kore’de kaldı. 1960’da bir bölüğe indirildi. 1960’da bir bölüğe indirildi. 1965’te ise bir Manga bırakıldı ve sonra o da yurda döndü.
Savaşın Türkiye Açısından Sonuçları
Kore savaşı, 1922 ile 1950 arasında savaşa katılmayan Türkiye için büyük bir imtihandı. Lakin sonuç gösterdi ki Türk Ordusu gücünden hiçbir şey kaybetmemişti.
37 Subay, 26 Astsubay, 658 er olmak üzere toplam 721 şehidimiz, 2147 yaralımız, 234 esir ve 175 kayıp vardı.
Savaşın ardından akıllarda pek çok soru vardı. Bunlardan iki tanesini değerlendireceğiz. Birincisi; verilen kayıpların ardından akıllarda hep bir soru kaldı: ‘Neden gittik?’ Çünkü her ne olursa olsun hangi ödül alınacak olursa olsun, Türkiye’nin mili menfaatleri haricindeki bir olayda bu kadar kayıp vermesi söz konusuydu.
Ve 25 Haziran 1959’da Nazım Hikmet ‘Diyet’ adlı şiirinin bir kısmında şöyle diyecekti:
“Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore’de harcadınız Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme
Vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz itti beni arkamdan
Ve ben al kan içinde ölürken
Çığlığımı duymamanız için
Kaçırdı bacaklarınız sizi arabanıza bindirip.”
İkinci soru ise birinci ile bağlantılı bir soruydu: ‘Acaba kalanlara gereken ehemmiyet verildi mi? Ya da veriliyor mu?’ “Kore Savaşı, kendisiyle ilgilenilmesini bekleyen ortak kar bir antika eşya gibi, toplumsal belleğin müzayede salonunda bekledi durdu. En sonunda Atlas Dergisi geçtiğimiz yıl konuya el attı. O da yankılarını bulmadı. Demek ki Kore Savaşında tuhaf bir toplusal bellek mekanizması işliyor: öyle ki bu savaş, TRT gece bültenlerinde Gazilerinin yaşamını yitirdiğini duymamızla anılır hale gelmekten öte bir yere sahip olmaz oldu yaşamlarımızda.”
Bugün Türk Şehitliği Güney Kore’nin Seul–Pusan Kasabasının yakınında Tanggok Mezarlığında Pusan Şehitliğinde bulunmaktadır.