Toplu taşıma araçları büyük şehirlerde yaşayanların hem öfkelendiği hem de her gün mahkumu olduğu, hayatımızın vazgeçilmezleri. Eğer İstanbul’da yaşıyorsanız çok çeşitli toplu taşıma araçlarını kullanma şansınız var demektir. Otobüs, dolmuş, metrobüs, marmaray, motor ve vapurlar… Bütün bu araçların içinde zannımızca en keyifli, en rahat ve kolay olanı eğer güzergâhınıza da uygunsa Şehir Hatları vapurlarıdır. İstanbul’da yaşayanların pek çoğunun günlük yaşamında önemli yer tutan bu vapurların kısa bir öyküsünü anlatalım size. Öyleyse buyrun keyifli bir vapur yolculuğuna…
İstanbul denilince aklımıza ilk olarak Boğaz ve Boğaz’ın iki yakasına sıralanmış semtler gelir. Anadolu yakasında Kadıköy, Üsküdar, Kuzguncuk, Çengelköy, Kandilli, Küçüksu, Anadolu Hisarı… Rumeli yakasında ise Karaköy, Ortaköy, Arnavutköy, Bebek, Emirgan, İstinye ve Sarıyer. Günümüzden yaklaşık yüz elli yıl öncesine gittiğimizde bu semtlerin İstanbul’a uzak, ulaşılması zor köyler veya mesire yerleri olduğunu görürüz. O yılların kısıtlı ulaşım imkanları nedeniyle İstanbulluların pek çoğu Beykoz’a, Sarıyer’e bile gidemezdi; belki de bu semtlerin varlığından bile habersizdiler.
Birkaç balıkçı kulübesi, bir cami veya eski bir kilise, bir de denize doğru uzanan tahta iskelelerden ibaret olan bu Boğaz semtleri, günümüzde İstanbul’un en gözde semtleri olmasına karşın o yıllarda sürgüne gönderilenlerin oturduğu yerlermiş. Osmanlının son dönemlerinde kıyıları görkemli saraylar ve zengin yalılarla süslü, iç kısımlarında ise köşkler ve konakların olduğu bu semtlere düzenli bir ulaşım yolu yokmuş. İki yakada da bugünkü gibi geniş caddeler, yollar olmadığından köylere gitmek için tek çare kayıklar, çektiriler ya da küçük yelkenliler yani sözün özü deniz yolu ve araçlarıymış.
Tanzimat dönemiyle birlikte Osmanlı ekonomisinde yaşanan hareketlilik, İstanbul’un Boğaz’a doğru genişlemesine sebep olur. Boğaz’ın iki yakasının rağbet görmesini fırsat bilen biri İngiliz, öteki Rus iki şirket; kapitülasyonların kendilerine verdiği haklardan yararlanarak 1837’de Boğaz’da iki vapur çalıştırmaya başlamış. Bunun üzerine, devrin deniz ulaşımından sorumlu olan Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi, Hümâpervaz adlı vapurla boğazda yolcu taşımacılığına girişmiş. Hazine-i Hassa vapurlarının düzenli seferler yapmaya başlamasıyla, kayıklarla saatlerce süren yolculuklar da yarı yarıya kısalmış.
Özellikle yaz aylarında mesire yerlerine, ayazmalara, çayırlara eğlenmeye gitmek isteyen halk, artık vapurları tercih etmeye başlayınca ortaya çıkan bu talep, Şirket-i Hayriye’nin kurulmasına neden olmuş.
Şirket-i Hayriye yani “Hayırlı Şirket” Padişah Abdülmecid tarafından Boğaz’da deniz taşımacılığı yapmak üzere kurulan, Osmanlının ilk anonim şirketidir. 1944 yılına kadar süregelen şirket, bu yıllarda Devlet Deniz Yolları’na devredilir. Şirketin ilk vapurları ise yurt dışından getirilen “yandan çarklı” vapurlardır.
1851 yılında kurulan bu şirket, İstanbul’un günlük yaşantısı içinde 94 yıl boyunca vazgeçilmez bir yere sahip olur. Önceleri siyah boyalı, semaver bacalı zarif yandan çarklılarıyla; sonraları ise daha büyükçe, geniş salonlu, uskurlu vapurlarıyla boğazın iki yakasını birleştiren Şirket-i Hayriye, bugünkü Boğaziçi’nin gerçek kahramanıdır.
Şirket-i Hayriye’nin kurulmasıyla birlikte hemen İngiltere’deki ünlü gemi tezgahlarına altı adet vapur sipariş edilir. Bu vapurlar 60 beygir gücünde, ahşap tekneli, yandan çarklı, saatte 5-6 mil hız yapabilen teknelerdi. Kaptan köşkleri ve ana güverteleri şimdiki gibi kapalı olmadığından, kaptanlar ve yolcular kış aylarında oldukça zorluk çekmekteydi. Bu arada 1871 senesinde, denizcilik tarihine “dünyanın ilk araba vapurları” olarak adı yazılan; Suhulet ve Sahilbent’in de Türk mühendisler tarafından yapıldığını söylemeden geçmeyelim.
Henüz köprülerin İstanbul’un iki yakasını bir araya getirmediği yıllarda, motorlu taşıtlar karşı yakaya geçmek için araba vapurlarını kullanırlardı. Bugün de köprü trafiğine takılmak istemeyen sürücüler Sirkeci-Harem hattını kullanarak kısa yoldan rahatça karşıya geçebiliyorlar.
Gündelik yaşamda bir kıyıdan diğerine geçerken adlarının farkına varmadan inip bindiğimiz vapurların isimleri de toplumumuzdaki ortak değerlerin, topluma hizmet etmiş kişilerin varlığını hatırlatır fark eden yolcularına. Barış Manço, Prof. Dr. Aykut Barka, Mehmet Akif Ersoy, Zübeyde Hanım… gibi bildiğimiz isimler, Şehir Hatları vapurlarında yolculuğunuza eşlik ederler.
Seksenli yıllara gelene kadar vapurlarda yolcuların oturduğu salonlar “birinci mevki” ve “ikinci mevki” diye bölümlere ayrılırdı. Parası bol olan “elit” yolcular “Birinci mevkiye” kurulurken, uykusu olanlar ve aşıklar bodrum katını tercih ederlerdi. Vapurların bir başka ayrılmaz parçası olan seyyar satıcıları da anmadan geçmeyelim. Vapurların en ünlü yolcuları, eskiden beri özelliğinden hiçbir şey kaybetmeyen seyyar satıcılardır. Örneğin Kadıköylü olup da belgesellere konu olan “Burhan Pazarlama”yı tanımayan yoktur. Daha yetmişli yıllarda, elinde koca çantasıyla vapura binen ve vapur hareket eder etmez çantasını açıp; “şu gördüğünüz fener…” diyerek söze başlayan ve bir çırpıda elindeki bütün malını satan Burhan Pazarlama ile benzeri satıcılar, vapurların bir başka ayrılmaz parçasıydı. Günümüzde ise bu satıcıların yerini genç müzisyenler almış durumda. Çaldıkları ve söyledikleri güzel ezgilerle zaten keyifli olan vapur yolculuğunu daha da keyifli hale getiriyorlar bu gençler.
Vapurlardan söz edip de martıları anmamak olmaz. İstanbul’un ayrılmaz parçası olan martılar, her gün bindiğiniz vapurlarda karşı yakaya kadar eşsiz bir görsel şölenle yolculuğunuza eşlik eder. Hele bir de elinizdeki simidi onlarla paylaşırsanız.
Keyifli bir hafta sonu tatili yapmak isterseniz size iki önerimiz var; ya Eminönü’nden bindiğiniz “Dilenci Vapuruyla” Boğaz’ın iki yakasındaki iskelelere uğrayarak Anadolu Feneri’ne kadar gidiniz ya da Adalar vapuruna binerek Prens Adalarına doğru martılarla yelken açınız.