top of page
1/2

Bursa Nilüfer'de Bir Garip Park

Güncelleme tarihi: 11 May


Hisar'dan Bursa merkez

/

BURSA'da Bir Park ve Bir Demokrasi Masalı...

*


Bu masalda NİLÜFER diye bir ilçe, İHSANİYE'de bir kimsesiz PARK, emanet edildiği ağaç ve insan dostu bilinir bir CHPli BELEDİYE... ve Kendi Bindiği Dalı Kesen Bir BAŞKAN da Vardı...


O PARK ŞİMDİ BİR MASAL OLDU...


Resme dışarıdan bakınca suçlu DEMOKRASİ ve HUKUK...

*

- Kullanılan resimlerin hepsi gerçektir, bir bölümü tarafımdan çekilmiş, ne var ki bir bölümü konuyla ilgili haber ya da facebook sayfalarından alınma olduğundan kişi haklarına saygı gösterilerek yüzler tanınmaz hale getirilmiştir.-



BURSA kadim şehir, ehliyetli ellere geçse ya da değeri bilinse Alplerden farksız olacak güzel şehir.


Ne yok ki? Tarih var, dağ var, orman var, göl var, deniz var, adam diksen filiz verir bereketli, sulak ovaları var, kökü iki bin yılı geçen, 700 yılı bize ait bir tarih, her yere ulaşım kolaylığı, köklü bir sanayisi, iş alanları var.


Bursa’nın bir başka yönü de var. Kim gelse yadırgamaz, ötekileştirmez, dayatmaz köylüysen köylü, şehirliysen şehirli gibi yaşarsın.

Bütün bu varlar olunca nüfusu son hız artıyor. Belki de ülkenin en çok göç alan illerinden biri.



-Dağ yamaçlarından merkez Bursa-


Ne var ki o görkemli tarihi ve şehrin bir kuşak gibi kuzeyine sarıldığı dağ aynı zamanda başa bela... Hep Hisar çevresine konuşlanmaya çalışan kent, dağın zor yamaçlarını da kaçak yapılarla kaplamış, yetmiyor... Yıkık, metruk eski tarihi evler, anıt binalar, enkaza dönmüş köşkler, harabe kiliseler, restoresi bitmeyen saraylar, kazılmış ama altından tarih çıkınca öylece kalmış inşaat başlangıçları, yakın zamandan, ama her biri en azı otuz yıllık bu bozuk yapılaşmaya göre kendini olduran biçimsiz, kullanışsız yeni dönem apartmanlar, daracık sokaklar... tam bir kargaşa... Kent merkezi Anibal'ın kurduğu Hisar ve çevresinden çoktan taşmış yeni insana tahammül edemeyecek, eskisini de barındıramaz halde.

1855'teki büyük deprem sonrası oldurulan Çekirge ve diğer semtler de farksız, tıklım tıklım. Hatta eskimiş…


Mudanya yoluna Renault'u kurmuşlar, sonra çevresine öteki sanayiler yapılanmış. İnsanlar da ardından akın etmiş...


Görülmeliydi, dünyanın her yerinde şehirler batıya büyür, Bursa görmedi, göremedi, ama mecburen batıda, İzmir asfaltının iki yanında uzanan bereketli ovada, tarlaların içinde dev bir yerleşim hızla oluştu ve sonunda Nilüfer çıktı ortaya.


NİLÜFER çok yeni bir ilçe... 1987'de adı konulmuş. Osman Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun’un adını taşıyan ırmağın geniş bir delta yaptığı ovada şimdi bahçeli siteleri, geniş yolları 500 bine yaklaşan nüfusuyla Avrupai bir şehir oldu.




Ağır sanayi o zaman da varmış burada... Renault fabrikasından, tekstil fabrikalarına, organize sanayi bölgelerine sahiplik ediyormuş, uygun arazisi ve ortamıyla... Ne var ki o zaman da hiç bir sanayici Nilüfer'in bilinen mahallelerinde oturmadığı gibi bugün de oturmuyor... Onlar koloniler halinde belli bölgelerde oturuyorlar ve çok ender bir kafede ya da parkta göründükleri oluyor... Ama ticari ve sosyal yapılanma onları hedef kitle seçmiş. Dev AVM'ler, pahalı, lüks gösterişli dükkanlar... Ama çoğu boş, çoğu umduğuyla değil, bulduğuyla yetiniyor, yörenin en ciddi eksiği sosyal alanların azlığı nedeniyle alışverişe değil, zaman geçirmeye gelen orta sınıf insanla dolu.


BURSA'nın yüzü tarihtir, eskidir, tek çağdaş vitrinli belediyesi Nilüfer, zengin yeri değil aslında, orta halli insanların semti... Ama uçurum insanları da yok, ciddi sınıf farkları da; o nedenle çatışma, olay az, huzurlu… Çoğu aydın, ülkesine, dünyaya duyarlı, emekli, memur, işçi, bilinçli bir kesim. Ne var ki ağırlığı olduran bu insanların çoluk çocuk rahat edebildiği, kendine benzeyen insanları görebildiği sosyal alanları, makul fiyatlarıyla, güler yüzlü, ekonomik servisiyle de ürkütmeyen alışveriş yerleri az. Gösterişli kafelerde çay diye içtiğiniz bulanık abdest suyuna çoğu kez bir tas çorba parası ödersiniz.


Anadolu’ya yoksul derler, nereden buluyorlarsa eşek yükü parayla çıkıp gelen çok kişi, yüksek kiralar ödeyip yıldızı parlayan Nilüfer’de iş yerleri açıyor. Üretici, iş alanı yaratan yerlerden daha çok, sıcak para var deyip lokanta, pastane, kafeyi yeğliyor… Hayalleri büyük, bu kez deve yükü para kazanacak, niyet öyle... Geldiği yerde ev alacak ederle aylık kira veriyor, bir de çayın yanına geçen yüzyıldan kalma bir kurabiye koyuyor, ne beklersin, kendiliğinden pahalı olacak.


Bu iş yerleri arasında, Nilüferliye şişte nar gibi kızarmış tavuk görmeyenlerin, çoluk çocuk oturabilecekleri yer fazla değil. Birkaç parkı ve geleneksel mahalle kahveleri çok insanın tek sığınağı... Ne var ki onların da sayıları çok az. O nedenle Nilüferli her gün metroyla merkez ağırlıkta olmak üzere bir yerlere akar, akşama da evine döner.


Ne yapsın? Bu ülkede hangi kent derin hesaplarla, bırak yüzyılı, önündeki on yıl öngörülerek yapıldı ki? Bulunduğu çevre yapılanırken bu bir eksiklik olarak görülmemiş, görüldüyse de zamanla olur denmiş.


Var olan birkaç yer de ticari bir gelecek vaat etmediği düşüncesiyle ortada kalmış.


Onlardan biri de Memleket Sevdalıları Derneğinin işlettiği, mülkü Nilüfer Belediyesine ait parktı.

Uzun yıllar yörenin okumuş, aydın insanlarının çoluk çocuk gittiği çam, kiraz ve erik ağaçlarının gölgelediği, çimenlerde çocukların oynadığı, kapalı yeriyle kışın da açık olan park, benzer insanların güvenle gidip buluştuğu bir yer haline gelmişti. ​​


-2014 tarihli parktan bir resim-


İsteyen malzemesini alır parkın tahta masalarında çayını söyleyip pikniğini yapar, isteyen ansızın gelen konuğuyla gider yemeğini orada yiyebilirdi. Dernek küçük kütüphanesiyle, arada bir yaptığı etkinliklerle, her zaman alınan gazeteleriyle bir kültür merkezi gibiydi. Mahalleye yeni taşındığımda benim bile bir etkinliğimin afişleri bir süre asıldıydı dernekte.

Sonra ne mi oldu? Park aşağıdaki gibi acıklı bir masal oldu...

-2017 Yılbaşı-


Başlangıçta karşısındaki okulla beraber sadece park vardı. Sonra bir yanına belediyenin yeni hizmet binası yapıldı, bir yanına da semt pazarının da içinde yer aldığı büyük bir çarşı Agora…


Ne olduysa oldu, görünen tabloda belediye ferman eyledi, masal bozuldu.


Kentin göbeğinde nasılsa yaşayabilmiş birkaç ağacın gölgelediği, kendilerine mekan yaptıkları bir sosyal alana dozerler giriyor, dernek binası yıkılıyor, ağaçlar kesiliyor, o güzelim park mezbeleliğe çevrilip öylece bırakılıyor.

Yeri de çivi bile çakılmadan, yıkıntı olarak Nilüfer’in yüzkarası olarak saklanıyor.


Şimdi o parkı bilen her Nilüferlinin önünden geçerken vahlandığı, neden olana beddualar ettiği bir perişanlık ve yığınla anı…


Görünen resim bu.

Hiroşima gibi acıtan bir yıkıntı. İnternete tıkladığınızda hemen karşınıza çıkacak bir vahlanma ve beddua anıtı. Düne kadar ağaçlarıyla kuşların, küçük kır kahvesiyle ve ortamıyla sıra insanın şenlendirdiği küçük park, çoğu yaptığı alkışlanan belediye için yanıtsız bir anlamsızlık heykeli şimdi.


Daha önce belediyenin dağınık ünitelerinin yer aldığı parka kimlik ve ruh kazandıran, sahiplik eden, örneği çok görülen çalılıklardan PARKA çeviren ya da RANT ekonomisinin eşkıyalarının kich düzeneğine döndürüp sıra halka girilmez kıldığı yer olmaktan kurtaran MS Derneği… O zamanlar dernek makbul, iyi zamanları, CHP’ye de yakın… Atıl bina boş duracağına… denilip verilmiş.


- 2013 Parkta Bir Ä°ftar YemeÄŸi-


Bursa tersi düşünülse de gerçekte hala çarşıların, anıt binaların olduğu Hisar ve çevresinde yaşar. Ötesi ulaşımı zor banliyödür. Merkeze yedi kilometre uzak İzmir ve Mudanya yollarının içinden geçtiği Nilüfer, kenti doğudaki Ankara girişinden batıdaki üniversiteye değin birbirine bağlayan metronun bitiminden sonra ancak yoğun bir ilgi görmeye başladı.


Zenginler çoktan Nilüfer’in ovaya yayılmış köylerinde kendi sitelerini, villalarını yapmış taşınmıştı. Merkeze sığmayan halk, özellikle yeni evlenen gençler ev bulamayınca Nilüfer’e yöneldi. Şehir hızla boşaldı. Boşalan merkeze kenar mahallelerden akın başladı. Sosyal yönü ve ekonomisi bozulan eski yerleşimi, lüks mağazalar terk edip Nilüfer tarafına geçti. Bölgeye dev AVMler yapıldı.


Ardı geldi. Birkaç yılda üniversiteye değin uzanan ova asfalt yol boyu konutlarla doldu. Şimdi dağ taş ev, yetmiyor, bölgede ev, arsa fiyatları büyük bir hızla durmadan artıyor. Her parlayan yerde olduğu gibi de rantçı, Nilüfer’e dağı taşı altın gözüyle bakıp öyle yatırım yapıyor. Sıra insanı hesaba katan bir yatırım değil bu. Hedef kitle kendi kolonilerinde yaşayan Bursa’nın zenginleri... Elbette fiyatlar da ona göre. Belki akıllıca ama kentler, hatta ülkeler üç beş zenginle hayat bulmuyor, halkla ayakta duruyor.

Artan emlak, konut vergileri gibi gelirleriyle zenginleşen Nilüfer Belediyesi de değişime ayak uydurdu. Alçak gönüllü, kimisi küçük kulübeler olan dağınık ünitelerini bıraktı, gösterişli bir hizmet binası yaptı.


Ülkenin bütününde olduğu gibi devleti, belediyesi, sivili… kimse asla alçak gönüllü değil. Nilüfer neresinden bakarsanız bakın ülke ortalamasının çok üstünde bir milli gelire sahipmiş gibi görünüyor.


Ama gerçek o değil. Sekiz odalı, iki salonlu villalarda çoğu yaşı kemale ermiş ebeveynler oturur, evlenen çocukları kendi villalarına çıkmıştır. Büyük çoğunluk kent yerleşiminde çoğu kooperatif olarak yapılan sitelerde oturan emekliler ve memurlardır. Onlarda dev AVMleri ve lüks mağazaları besleyecek güçte değildir. Çoğu, alışveriş için en az yarı yarıya daha ucuz olan merkezi yeğler.


Kimileri pahalılıkta bir gösteriş ve seçicilik görse de aslında kaçınılmaz olarak ekonominin temel kurallarından biri kendiliğinden oluşur, tüketimin az olduğu yerde toplam maliyet satılan mala yüklenmeye çalışılır, biraz da o yüzden pahalıdır.


Bu hızlı ve parlak gelişim belediyeye de yeni girişimler yapma hırsını vermiş olmalı ki bitiminin üzerinden onca geçmesine karşın hala kimsenin pek itibar etmediği sadece kafelerin çalıştığı, içinde dükkanlar ve pazar yeri de olan Agora’yı yaptı parkın yanına. Sonra karşısına kendi hizmet binasını... Vergi dairesine değin boş ve ıssız alan birden en popüler yer biçimine döndü.


Semt pazarının kurulduğu günlerde belediyenin alanı dahil, her yer tıklım tıklım, geçit vermeyen arabalarla doluyor ve park bu gösterişli yapıların yanında elbette eski düzene ve geçmiş zamanlara ait, arada nokta gibi kalan ağaçları, kafesi, yeşilliğiyle kuşların ve insanların sığınma yeri ama nostaljik bir tat gibi görünüyordu. Ayrıca düşüncesiz planlanan yol ve yapılaşmaların önünü tıkayan kör bir nokta.


Sonra belediye ayağa kalktı, herhalde parka vitrine de uyacak bir biçim kazandıracak, daha güzel olacak derken...


Artan trafik nedeniyle yol geçireceği söylentisiyle MSD’den parkı boşaltmasını istedi. Duyulan gerekçe bu. Türlü kötü gerekçeler, belediyenin ağaçları kesip orayı rantçılara vererek inşaat ya da AVM yapacağı gibi söylentiler olsa da akla yatkın olan yol ve otopark sorunuydu.


Mahkemelik oldular. Ne var ki belediye mahkeme kararını beklemedi. Yeni bir gezi direnişini bekleyemezdi herhalde. Siyasi konumu ve ağaç aşkıyla o direnişi desteklemişti ama o zaman başkaydı. Hem o zaman ağaç başkasınındı, hem de bahçe... Sonuçta ele ahkâm kesmek kolaydı. Direnen derneği ve etrafında örgütlenen park müdavimi yöre halkını durduracak kestirme bir yol buldu. Dernek binası kendinindi sonuçta. Yıkarsa örgütlenmeye dönen muhalefet bir araya gelemez, direniş olgunlaşmadan kururdu.


Konu ediliyordu, ama beklenmiyordu.


Belediye bir gün yıktı, dernek binası hüzünlü bir enkaza döndü.



Düşünülen gibi olmadı. Halk bu kez yıkıntının başında toplanıp parkına sahip çıktı. Küçük çadırlarıyla gece gündüz orada yatıp kalktılar, kamuoyunun ilgisini çekmeye çalıştılar.



Ne var ki belediye halka ve oluşan ağaç bilincine rağmen geri çekilmedi...Ama yaz ortası bir gün MASAL acımasız bir gerçekle yüzleşti, ÇELİK BIÇAKLAR parkın içindeydi artık...


PARK sakinleri elinden geleni yaptı, yasal yollar denendi, davullu zurnalı eğlencelerle sivil direniş uygulandı, sosyal ağlardan kamuoyu yaratılmaya çalışıldı...

​​Birlikte direnmenin, kendini aşacak bir iş yapmanın derin hazzını bilir misiniz, öyle?



O günlerde ilgi ve heyecan doruktaydı. Umut hala vardı. Öyle ya çağdaş vitrinli, ağaç ve park düşkünlüğüyle tanınmış bir belediye, halkın önemsediği bir küçük PARKTA kötü bir izlenim yaratacak yıkım ve kesim kararlılığını inatla sürdüremezdi herhalde. Halkın etkin gücü yoktu belki ama büyük bir silahı vardı:OY.


Hele GEZİ olayları gibi bir deneyim varken...


Belediyenin de çok tutunacağı bir dal varmış gibi gözükmüyordu, halkı dedikodu mekanizmaları çalışmadan susturacak açıklamalar bulamıyordu. Dernek binasının yıkımını bile açıklayamıyor, kira ödemiyorlardı… gibi çok da anlamlı olmayan bir savunma kuruyor, ertesi gün dernekten yanıt gecikmiyordu. Ödeme makbuzlarını sosyal ağlardan duyuruyorlar, artı bir atağa kalkıyorlar, o günlerin moda kutsalı ağaca sarılıyorlardı: İddiaya göre belediye parkı yok etmek için ağaçları kesiyordu. Niyesinin herkesçe bilinen makul ve ikna edici bir açıklaması yoktu.


Belediye de inkar etmiyordu, nasıl edecekti ki yemyeşil acıklı bir boşluktu, savunmalarında direnişçilerin abarttığı kadar değil ama birkaç ağacı yerinden almışlardı doğru, ama nasıl? Kökünden sökerek, itinayla, başka yere, ama bilinmeyen bir yere taşımışlardı.


Sonunda olan oldu, PARK ve AĞAÇLAR yenildiler...


Ortaya çıkan manzara elbette kötüydü.


Ne var ki yapılmaya çalışılan artık netleşmişti. Daha önce iyi planlanmadan yapılan ve şimdi kilitlenen Agora’dan gelen yolun devamı parktan geçecek ve trafik rahatlayacaktı.


Galiba kaçınılmaz biçimde de o ağaçlar yok olacaktı.

Ne var ki DİRENENLER teslim olmadı. Yaz boyu evlerinden getirdikleri sandalyeleri, davulları zurnalarıyla parkta nöbet tuttular. Yeni bir ağacın "itinayla sökülüp" başka yerlere taşınmasına izin vermediler.


Demokrasi güzel şeydi.


Bu arada yıkÄ