Kaybolan Istanbul
top of page

Kaybolan İstanbul

Güncelleme tarihi: 3 Kas 2022


İstanbul deyince aklıma martı gelir

Yarısı gümüş, yarısı köpük

Yarısı balık yarısı kuş

İstanbul deyince aklıma bir masal gelir

Bir varmış, bir yokmuş

(Bedri Rahmi Eyüboğlu)

Birinci Dünya Savaşı, 1914 yılında aslında Avrupa’da başlar; ama dünyanın dört bir yanındaki ülkelerin katılması ve diğer kıtalardaki sömürgelere de yayılması nedeniyle “Dünya Savaşı” olarak adlandırılır. 1914’te başlayan savaş 1918 yılında Almanya-Avusturya-Macaristan ve onların yanında yer alan Osmanlı Devletinin, İtilaf Devletleri olan İngiltere-Fransa ve Rusya’ya yenilmesiyle sona erer.

İşte kurşun kubbeler şehri İstanbul’dasın

Havada kaçan bulutların hışırtısı

Karaköy çarşısından geçen tramvayların camlarına yağmur yağıyor

Yeni Cami, Süleymaniye arkalarını kirli bir göğe vermişler

Hiç kımıldamıyorlar

Ayasofya elleriyle yüzünü kapamış bütün iştahıyla ağlıyor

(İlhan Berk)

Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile en değerli topraklarını kaybeden Osmanlı Devleti, son yüzyılda kaybettiği toprakları geri almak için Almanya’nın yanında savaşa girer; ancak Almanya’nın yenilmesi sonucu Çanakkale’de büyük Zaferler kazanmasına karşın yenik sayılır. Osmanlı İmparatorluğu ve İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile I. Dünya Savaşının bu ülkeler arasında sona erdiğinin ilan edilmesinin ardından, 13 Kasım 1918’de Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul'a düşman askerleri gelmeye başlar.


Yedi tepe üstünde zaman bir gergef işler!

Yedi renk, yedi sesten sayısız belirişler…

Eyüp öksüz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu.

Adada rüzgar, uçan eteklerden sorumlu.

Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından

Hâlâ çığlıklar Topkapı sarayından.

(Necip Fazıl)

1 Kasım’da İttihat ve Terakki Cemiyeti kendini lağveder, 2 Kasım’da Enver, Talat ve Cemal Paşalar arkadaşlarıyla yurt dışına kaçarlar, 7 Kasım’da işgal güçleri Çanakkale’den geçer. 13 Kasım 1918 günü, İtilaf Devletlerinin 61 parça harp gemisinden oluşan bir donanması, mütareke şartlarının kendilerine verdiği yetkiye dayanarak, İstanbul önlerine gelip demir atar. Böylece 465 yıllık başkente ilk kez düşman askeri girer, İstanbul esaretle tanışır.

İstanbul’da Boğaziçi’nde,

Bir garip Orhan Veli’yim;

Veli’nin oğluyum,

Tarifsiz kederler içinde.

Urumelihisarı’na oturmuşum,

Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

(Orhan Veli)

Süleyman Nazif, 9 Şubat’ta Hadisat gazetesinde “Kara Gün” başlıklı bir yazı yazarak Türk Milletinin böyle bir işgali daha önce yaşamadığını ve bunu kaldıramayacağını ifade eder. Emperyalist İtilaf Devletleri İstanbul’da 15 Mart’ta sıkıyönetim ilan ettikten sonra, pek çok aydını tutuklar. Ertesi gün yani 16 Mart 1920’de İstanbul fiili olarak işgal edilir ve Osmanlı parlamentosu olan Meclis-i Mebusan dağıtılır.


Ana gibi yâr olmaz, İstanbul gibi diyâr;

Güleni şöyle dursun, ağlayanı bahtiyar…

Gecesi sümbül kokan,

Türkçesi bülbül kokan,

İstanbul,

İstanbul…

(Necip Fazıl)


13 Kasım 1918’den beri İstanbul Limanında bekleyen İtilaf Devletlerinin donanmaları, şehrin bazı yerlerine asker çıkarmalarına karşın henüz İstanbul’u işgal etmemişlerdi. Sonunda, 16 Mart 1920 sabahı çok sayıda İngiliz askeri karaya çıkarılarak resmî daireler işgal edilmeye, karakollar basılmaya başlanır. Mustafa Kemal; 16/17 Mart’ta kolordulara, valilere bildiriler göndererek olayları protesto etmelerini, olumsuz propagandaları önlemelerini, postanelerdeki şüpheli mektupları açmalarını ister. İşgal olayı, İstanbul’daki vatanseverlerin Anadolu’ya geçerek Mustafa Kemal’in yanında Milli Mücadele’ye katılmalarının ilk adımı olur.

Sana geldim, içim ümitlerle dolu

Beni sarhoş etme İstanbul, ne olur

Bir gün ben de eririm caddelerinde

Çürür kemiklerim adım unutulur

Yine sen kalırsın dipdiri, sımsıcak

Göğün, bulutların, denizlerin kalır

Oynama İstanbul, benimle oynama

Bir gün öldürür beni bu dert, bu kahır…

(Ümit Yaşar)

Adana’daki görevinden dönen Mustafa Kemal Paşa, Adana treninden inip Haydarpaşa rıhtımına ayak bastığında düşman gemilerinin zafer bayrakları açmış şekilde toplarını sağa sola çevirerek İstanbul limanına girdiklerini, ayrıca bazı Türk azınlıkların da sevinç çığlıklarıyla karşı sahilleri çınlattığını görünce, “Geldikleri gibi giderler” sözünü söyler. 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak basmasıyla başlayan Milli Mücadele, çeşitli cephelerde verilen zorlu savaşlar sonunda zaferle neticelenir. 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle düşman devletlerin temsilcileri tarafından imzalanan Lozan Antlaşmasıyla da onaylanır.

Seni görüyorum yine İstanbul

Gözlerimle kucaklar gibi uzaktan

Minare minare, ev ev,

Yol, meydan.

Geliyor Boğaziçi’nden doğru

Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,

Mavi sular üstünde yine

Bembeyaz Kızkulesi...


(Ziya Osman Saba)

Kurtuluş Savaşının zaferle bitmesinden sonra Refet (Bele) Bey komutasındaki bir Türk birliğinin İstanbul’a girmesine rağmen, işgal resmi olarak kaldırılmaz. 8 Eylül 1923’te Batı Anadolu tamamen düşmanlardan temizlenip Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandıktan sonra İstanbul, Boğazlar Bölgesi ve Doğu Trakya düşmanlardan kurtarılır. İmzalanan Lozan Barış Antlaşması gereğince de düşman askerlerinin altı hafta sonra İstanbul’dan ayrılmaları kararı alınır. 4 Ekim 1923 günü düzenlenen bir törenle işgalciler Türk Bayrağı’nı selamlayarak şehirden ayrılırlar. Böylece, İstanbul’un 5 yıl süren işgali, Türk Ordusunun 6 Ekim 1923 günü coşkun bir bayram havası içinde, sevinç gözyaşları arasında ve çiçek yağmuru altında kente girmesiyle sona erer.

Dinmiş denizin şarkısı rüzgar uyumakta,

Rıhtım boyu sonsuz bir üzüntüyle karaltı

Körfez düşünür, Kanlıca mahzundur uzakta,

Mazi gibi sislenmiş Emirgan Çınaraltı.

Can verdi kışın sunduğu taslarla zehirden

Her gonca kızıl bir gül açarken yolumuzda,

Üstündeki son dallar ağarmış diye birden

Pas tuttu nihayet suların rengi havuzda.

(Faruk Nafiz)

Artık İtilaf devletleri yok bu güzel şehirde; ama yeşile, maviye, ormana düşman insanlar var. Gözünü para hırsı bürümüş gönlü fakir, kendi zengin insanlar var, sözüm ona modernleşme adına şehrin her yerine gökdelen diken inşaat firmaları var, şehrin nefes alabileceği alanlara o çirkin AVM’leri diken cahil ama itibarlı iş adamları var. O koca binaların arasından gökyüzünün maviliğini göremiyoruz artık, betonlaşma yüzünden ya yağmur bile yağamıyor ya da yağdığında yıkıp geçiyor bu güzel şehri. Denizinden balık çıkmıyor eskisi gibi, derelerinden su yerine çöp akıyor, martıların kanatları bile artık eskisi gibi beyaz değil… Ne yazık ki İstanbul yine işgal altında, hem de içindeki düşmanlar tarafından işgal edilmiş. Milyonlarca araç, milyonlarca bina ve İstanbul’u sevmeyen milyonlarca insan… Başında bunca işgalci varken İstanbul nasıl sevinsin işgalden kurtulduğuna? Ama biz yine de “her halinle, her şeyinle güzelsin İstanbul, biz seni her halinle seviyoruz” demekten kendimizi alamıyoruz… Kurtuluş Günün Kutlu Olsun İstanbul…

Kandilli yüzerken uykularda

Mehtâbı sürükledik sularda

Bir yoldu parıldayan, gümüşten

Gittik bahis açmadık dönüşten

Hülyâ tepeler, hayâl ağaçlar

Durgun suda dinlenen yamaçlar

Mevsim sonu öyle bir zaman ki

Gaip bir mûsîkîydi sank

Gitmiş kaybolmuşuz uzakta

Rüyâ sona ermeden şafakta


(Yahya Kemal)

Görseller: Nurten Bengi Aksoy

89 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page