Özdemir Asaf ve Lavinya
top of page

Özdemir ASAF ve "Lavinya"


Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.

Gene de sen bilirsin.

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,

Ama gitme, Lavinia.

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme, Lavinia.


Edebiyatımızın en sevilen şiirlerinden olan Lavinia ile başlayalım söze ve onun yazarı zarif şair Özdemir Asaf’ı anlatalım… Lavinia; "hayalimdeki muhteşem sevgili" demektir, ayrıca bir çiçek cinsidir; ölüm çiçeği. Ve aynı zamanda, Lavinia; Shakespeare’in, Titus Andronicus isimli eserinde, Roma İmparatorluğu’nun başkomutanı olan Titus’un, Gotlar kraliçesi Tamora'nın iki oğlu tarafından tecavüze uğrayan ve babası Titus tarafından öldürülen güzeller güzeli kızıdır.


Edebiyat toplantılarının yıldız isimlerindendir o dönemlerde Özdemir Asaf. 'R'leri telaffuz edemese de çok iyi bir diksiyonla şiir okur. Bu şiir dinletilerinde hep sona bıraktığı, en çok sevilen, en çok istenen şiiri ise onun üniversite yıllarındaki platonik aşkına yazdığı 'Lavinia'dır. Şair, daha sonra bu şiirini açılan bir yarışmaya göndermiş ve birinciliği kazanmıştır. Bir rivayete göre kazandığı yarışmada şiiri okurken aşık olduğu kız da salondadır; ama Asaf şiirini okurken kız salonu terk eder ve kırılan şairimiz de kıza duygularını asla açmaz.


“Babam 11 Haziran, halam 12 Haziran 1923’te Ankara’da doğmuşlar; yani ayrı gün ikizleri. Şûra-yı Devlet’in (Danıştay) kurulmasında büyük emeği olan dedem Mehmet Asaf’a 1922 yılında Atatürk’ten bir haber gelmiş: ‘Asaf’a söyleyin, Ankara’ya gelsin.’ Böylece ailemiz, İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış..."


AYNANIN OYUNU

Bir çocuk doğdu, bendim.

Sıraya girdim insanlar içinde.

Alay bayrak büyüdüm

Odalar, sofalar içinde.

Bir ayna doğdu, gördüm.

Sıraya girdi aynalar içinde.

İsime geldi, aldım,

Çarşılar, pazarlar içinde.

Bunca yıl yüzüne baktım.

Kendisini aşmadı

Olanlar içinde.

Bir sabah uyandım,

Duruyordu karşımda

Düşmancasına,

Bir cam,

Aldanmış,

Kendini ayna sanmış…


Mehmet Asaf, yani dedem kısa süren hastalığının ardından 1930 yılında vefat etmiş. Aile tekrar İstanbul’a dönmüş. Bu arada İkizler okul çağına gelmiş. Atatürk, İsmet İnönü’ye ‘Asaf’ın çocuklarını bir okula yerleştirin’ talimatını vermiş. O dönemde soyadı olmadığı için babam ilkokula Özdemir Asaf olarak kaydolmuş. 1934’te çıkan Soyadı Kanunu ile babaannem “Arun” soyadını almış.” diye anlatır babasının dünyaya gelişini Özdemir Asaf’ın kızı Seda Arun.


Ortaöğrenimini Galatasaray ve Kabataş Liselerinde yaptıktan sonra Hukuk ve İktisat Fakültelerinde okuyan Özdemir Asaf, bir süre sigorta şirketlerinde çalıştıktan sonra bir basımevi kurar. Bu arada Tanin ve Zaman Gazetelerinde çalışıp çeviriler yapar. İlk yazısı Servet-i Fünun, Uyanış dergisinde çıkar. 1951 yılında Sanat Basımevini kurar ve kitaplarını “Yuvarlak Masa Yayınları” adı altında yayımlar.

AŞK

Sen kocaman çöllerde bir kalabalık gibisin,

Kocaman denizlerde ender bir balık gibisin.

Bir ısıtır, bir üşütür, bir ağlatır bir güldürür;

Sen hem bir hastalık hem de sağlık gibisin.


İstanbul Hukuk Fakültesinde öğrenciyken başlar Özdemir Asaf’la Sabahat Hanımın aşkları… Ama bir ara Sabahat Hanım okul değiştirir. Kendisi için her gün sınıfta yer tutan ve yolunu gözleyen Özdemir Asaf, bu ayrılığa dayanamaz ve hastalandığı bir gün ateşler içinde Sabahat Hanımın adını sayıklar. Annesi ve teyzesi arayıp Sabahat Hanımı bulurlar; ama aileler okul bitmeden evlenmelerine izin vermez. Böylece mektuplu ve hasretli günler başlar. Özdemir Asaf, mektup yazmasına gerek kalmayacak günleri özler; ama tüm yaşamı Sabahat Hanım’a mektup yazarak geçer.


AĞLAMAK

Bazı acılar da yetmez

Bazı ölümlere

Örtüsüdür bazı acıların

Örter, örtülmez

Savunur bir süre

Ağlayanlar sevinmeli

Sevin ağlayabiliyorsan

Acılar art arda dinmeli

Durur bir nöbetçi gibi

Durur bir bekçi gibi

Zamana gülmeli gülmeli

Sevin ağlayabiliyorsan

Unutmanın kardeşidir ağlamak

Uyur uyanır yatağında duyguların

Düşüncenin kucağında hep çocuktur

Ağlamak…

Şair, şiirlerinde babasının Asaf ismini kullanır, oysa asıl ismi Halit Özdemir Arun’dur. 1950 yılında Cağaloğlu’nda bir matbaa açar. Açılış işlemleri için gittiği vergi dairesindeki memur adını sorar. R’leri 'ğ' olarak söyleyen şair, “Halit Özdemiğ Ağun” der. Özdemir, bilinen bir isim olduğu için memur belgelere “Halit Özdemir Ağun” yazar. Şair, bankonun üzerinden eğilerek bakar. Yanlış yazıldığını görünce “Soyadımı yanlış yazdınız, doğğusu Ağun” der. Memur yüzüne bakar “Evet, Ağun” der, “Hayığ, hayığ Ağğun”…“Beyefendi anladım Ağun”. Şair sinirlenir, cebinden kalemini kâğıdını çıkarır, kocaman harflerle ARUN yazar, R’lere basa basa yüksek sesle okur. “AĞĞĞĞĞUN.”


Bir başka gün de matbaadan çıkıp Karaköy’e gitmek için bindiği taksinin şoförü sorar: “Neğeye biğadeğ?” Özdemir Asaf utancından “Kağaköy” diyemez, “Eminönü” der. İner. Oradan Karaköy’e kadar yürür.

AŞK ŞARKISI

Ellerini ver, öpeceğim.

Binlerce el içindeyim,

Şu beyaz çizgilerden gideceğim.

Ellerini ver, ver ellerini..

Seni öldüreceğim.

Gözlerinden gireceğim,

İçinde yer edeceğim.

Sana oradan sesleneceğim;

Ellerini ver, ver ellerini

Seni öldüreceğim.

Özdemir Asaf’ın ikilikler ve dörtlüklerden oluşan ilk şiirlerinde yoğun bir söyleyiş özelliği göze çarpar. Şair, insan toplum ilişkilerine yönelik temaları konu edinerek düşündürücü bir şiir evreni kurmuştur. Duygu ve düşünce yoğunluğuyla birlikte alay ve taşlama, şiirine egemen olan ögelerdir. İnsan ilişkilerinin toplumsal ve bireysel yanlarını sen-ben ikileminde vermiştir.

Şairin oğlu Gün Arun anlatıyor: “Bana öyle geliyor ki babam şair olduğu için farklı değildi. Farklı olduğu için öylesine şiirler, epigramlar, yazılar yazmış ve alışılmadık bir baba olmuştu herhalde. Duygusal yerine duygu dolu, düşünceli, anlamlı demek daha doğru olacak. Şimdi geriye baktığımda karmaşık değil; dolu ve zengin bir ruh, düşünceyle beslenen, açık görüşlü, bilge bir adam görüyorum. Tabii ki başarısızlıkları, kırgınlıkları, üzüntüleri de vardı mutlaka.”

Kızı Seda Arun’a dönelim tekrar: Birinci sınıfa başladığım gün, öğretmen “şiir bilenler parmak kaldırsın” dediğinde ben de parmak kaldırdım. Benden önce kalkanlar ya Atatürk, ya bayram ya da anne şiirleri okudular alkışlar eşliğinde. Sıra bana geldiğinde siyah rugan ayakkabılarımın gıcırtıları eşliğinde heyecanla tahtaya kalkıp o küçücük yaşımda evdeki toplantılarda sık sık okunan ve bu yüzden ezberlediğim babamın bir şiirini okudum; ama şiir bittiğinde alkış değil derin bir sessizlik doldurdu sınıfı. Ve sonra öğretmenim, “Sen bu şiiri nereden biliyorsun, kim ezberletti bu şiiri, kimin şiiri bu?” diye art arda soruları sıraladı…

– Babamın.

– Baban ne iş yapıyor?

– Matbaacı.

– Babana söyle, yarın okula gelsin.

Akşam eve gider gitmez olanları anlattım babama ve beklediğim gibi bir yanıt aldım babamdan… Evet, sessizce dinledi ve güldü, yalnızca güldü… Uzun saçları, gür bıyıkları, siyah beresi, bakışlarındaki ışıltısı, r’leri söyleyemeyişi, onu arkadaşlarımın babalarından ayırıyordu. Babamın Özdemir Asaf olduğunu öğrenmem için ilk kitabının basılmasını beklemem gerektiğini o günlerde bilmiyordum.

MESAJ

Ölebilirim genç yaşımda,

En güzel şiirlerimi söylemeden götürebilirim.

Şimdi kavak yelleri esiyorken başımda,

Sevgilim,

Seni bir akşamüstü düşündürebilirim.

1980 yılının Aralık ayında babam hastalandı, doktor yaptığı ilk tetkiklerden sonra hastaneye yatmasını istedi ama hastalığının tedavisi mümkün değildi. Bunu herkes biliyor ama babam bilmiyordu. Yaşayacağı zaman çok kısaydı ve yapılması gereken her şey yapılmıştı, o nedenle eve götürmemizi söyledi doktor. O gün, o sağlıksız haliyle bile “Bizim duraktan tanıdık bir taksici çağırın, pisi pisine bir trafik kazasında ölmeyeyim.” dedi. Bu şakasını yıllar önce şiir olarak yazmıştı zaten; “Ölüm Allah’ın emri / trafik olmasaydı”. O gün Bebek’teki evine sağ salim vardı ama zamanı çok kısaydı.


Hastanede veya hapishanede

Hayatını yazma!

Sonunu bir merak eden çıkabilir

Hastanede her gece insan

Birkaç yaşam yitirebilir ya da yaşayabilir

Hapishanede ise her sabah.


Röntgenlerin korunduğu sarı kâğıda hastanede yazdığı son şiir isimsizdir. 28 Ocak 1981’de 58 yaşındayken İstanbul’da hayata veda etti. Mezarı Rumelihisarı Mezarlığı’ndadır.

Beni öyle bir yalana inandır ki

Ömrümce sürsün doğruluğu…

173 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

DEĞİŞİM

1/3
bottom of page