SEVGİLİ VALENTİNE
top of page

SEVGİLİ VALENTİNE

Sevgililer Günü

*


Şenol YAZICI

*

Siz, yani filozoflar ve ötekiler...Ne derseniz deyin, varoluşun temel hikmeti çoğalmaktır...


Ötekiler kim mi? Kanaat önderleri, toplum eğiticileri, akıl hocaları, siyasi erkler, okuma yazması askerlikten kazanım ama sarığı kendinden büyük çakma ermişler, yani anlayan anlamayan kural koyucular... ne derseniz deyin, varoluşun temel hikmeti ÇOĞALMAKTIR.


İster adına aşk deyin, ister sevgi, ister neyse ne işte... o kapıya çıkar; canlıysanız çoğalmak dünyanın en keskin, en güçlü içgüdüsüdür. Bu bitkiler, hayvanlar için bildiğimiz değil ama herhalde biraz daha kolay, ama insan başka bir şey: Kuralları var, çağlar içinde oldurmuş... taşıdığı öteki güdüler ve geliştirdiği özelliklerle basit gözüken üremeyi karmaşık ritüellere, kurallara, onaylara, hatta yasalara bağlamış. Sonra da kalkmış adına ETİK demiş ya da POETİKA...

Şiir gibi...


Kötü mü yapmış?

Ama soru şimdi, basit bir SEVME halini nerdeyse OHAL kapsamına sokacaksınız? Birincisi nereden olmayanı bileyim, ikincisi insanın doğası buna uygunmuş, yani aile bir dayatma ya da öğreti değil; öncelikli gereksinmesi ve vazgeçilmezidir insanın. Yoksa, yani bir nedenle olmamışsa onu düşman ya da çağdışı ya da banal görebilirsiniz, ama itiraf edin, aile gibisi var mı?

İnsanlık binlerce yıldır ötekinin hakları, toplumsal uyum, eşitlik, paylaşım ve benzeri konularda bir ortak paydada buluşmayı henüz başarıp evrensel barışı konumlandırmamış olabilir, ama bakın evrenin her yerinde en ilkel yaşam öbeklerinde bile evlilik, tamam unsur ve yasalarıyla bilinen ve yaşayan en kutsal kurumlardan biridir. Ve evlilik çoğalmanın meşrulaştırılmış elbisesiyken, insanın başarabildiği hem en zor hem de en muhteşem, aynı zamanda en çok modası geçmeden yaşamayı başarmış sosyal yapıların hem ilki hem de en güçlüsüdür de... Yıkılırsa, hani çok sözü edilen KIYAMET var ya, asıl o zaman kopar. Çünkü aile yok olur; insan da...

Uzun konu ama AİLE her şeyin temelidir, öteki de bir başka temel taşı, ama kökten buna bağlı; mülkiyet... Çünkü gariptir ama ailen yoksa mülkiyette önemini yitirir; dünya malı dünyada kalır'a döner...

Nasıl becermişse bir onu sağlam kurmuş insanoğlu, bir de harcındaki aşkı...


Şu dünyada sırrına erilip de her şey, anayasa, hükümet, devlet... her neyse aile düzeneğiyle ve elbette aşkıyla kurulsa yok mu?..


Uf, basit bir konu gibi duruyor değil mi? Oysa az kurcalayınca tam KIYAMET... İyisi mi dağılmayalım.


Ama maksadımı yani sözü unutmadım. Bu dünyada en önemli şeydir çoğalmak...

Öteki de para...

Bir öteki de siyasi güç...

Burada nefes alalım, çok felsefe yaparsanız, görürsünüz ki para, güç bile onun için, başka bir deyişle çoğalmak için vardır. Ne var ki çok felsefe inancı sarsar, o zaman bırakalım orada, motivasyon yeter, konumuza bakalım.


Bu bugün böyleyse dün ne idi?

*

Bildiklerimiz yazıyla sıkı bağlantılı. Mağara devrini ancak duvar resimleri kadar biliyoruz, yani bilemiyoruz; ama kitap ve filmlerde canlandırılan cinsiyetler arası iletişim ve ilişki bugünküne çok benzer.

Pagan dönem... Hormonları tavan yapmış genç kızlar, genç delikanlılar var, bir araya gelmek isteyen. Ama bunu onay bulmuş bir biçimde yapmanın çok yolu yok. Ne evlilik programları var, ne de arkadaşlık siteleri.

Tanrıdan geçilmiyor, ama onca tanrı sadece yetki karmaşası, biri çıkıp da ben dedim böyle olacak... diyemiyor gene de. Apollon başka diyor, yarı keçi, yarı insan Pan başka... Afrodit bambaşka... Zeus'unsa hiç umurunda değil, önüne gelenle yarı tanrıları; Herkül ve benzerlerini çoğaltıyor.


Nasıl desin; ortada gönül var. Kimbilir hormonlar kaç?

Ya insan?


Güçlüler, erki elinde bulunduranlar ve tanrılar için sorun yok, vur kafasına, canını aldığın gibi kadınını, erkeğini de al götür, kimi canın çekerse... Güçsüz, zavallı insanınsa sığınacak yeri yok. Ayrıca ne kadar güçlü olursan ol, senden bir büyük hep var.

Sonra kolay mı bir sevgili bulmak?


Bir araya gelebilseler, okula ya da Güzin ablalara ihtiyaç yok, yolu bulacaklar, ama ortam yok... Ve çağ antik çağ, insan ömrünün en uzunu el ayak parmakları kadar. Yiyecek zor, giyecek zor, barınmak öyle; AİLE nasıl bir sığınak, nasıl bir dünya; devlet ne ki?


'Sevgililer Günü'ne gelecektik değil mi? Zorla değil ya, tarihe bayılıyorum.

Sevgililer günü, emekçi kadınlar günü gibi değil, söylenti çok...

İyisi mi aralarından en yaygını üstünde duralım.

*

Küçük ay, yani Şubat ayı, sadece CEMREsiyle, eriklerin ve bademlerin çiçek açmasıyla değil aşkla da ilişkili antik çağlardan beri. Uzun süren kıştan sonra patlayan her tomurcuk, o gün de bugün de insana umut olmuş.


Antik Yunan takvimlerinde Ocak ayı ortası ile Şubat ayı ortasının arasında kalan zaman Gamelyon ayı olarak adlandırılıyordu ve Zeus ile Hera'nın kutsal evliliğine adanmıştı.


Yani bizim bugünkü sermayenin allayıp pullayıp biraz da kutsallaştırarak, öncelikle erkeklere farz kılıp da ceplerini boşalttığı sevgililer günü, gerçeğinde de ilahi bir iş. Hem o zaman teferruatsız... Gönlüne göreyi buldun mu, İtalya sıcak memleket, tak başına erik ya da badem dallarından bir çelenk, tamam... Ama gönlüne göresi biraz zor işte...


Ona da devlet çare bulsun değil mi? Antik çağın bitmeyen savaşlarına asker istiyorsa bulmalı...


"Her yol Roma'ya çıkar," dedirtecek dende bilinen bütün ülkeleri ele geçiren Roma, sadece o çağın değil, tüm zamanların en görkemli devleti. Roma Hukuku hala okutulan ders... gösterişli yapıları, mükemmel ordusu, yolları, su kemerleri, tapınakları bugün bile hayranlık uyandırır, bunu mu çözemeyecek?


Pagan döneminden kalma bir gelenekleri var o zamanlar.

Yunanlıların doğa tanrısı PAN'a eş saydıkları bereket tanrıları Lupercus'un onuruna 15 Şubat'ta pastoral bir festival düzenliyorlardı. 13-15 Şubat arasında düzenlenen bu festivalde başlarına keçi derisi geçirmiş rahipler, tanrıya dualar, şarkılar eşliğinde keçi kurban ediyorlar, onun da Roma'daki kötü ruhları kovarak şehri temizleyeceğine ve böylelikle sağlık ve bereketin geleceğine inanıyorlardı. Gerçekte daha ötesi de vardı; Lupercus, Romulus ve Romus'un bir dişi kurt tarafından emzirildiği Lupercal mağarası ve Roma'nın kuruluş efsanesiyle sıkı ilişkiliydi.


Anlamışsınızdır, Lupercus da bugünkü hem dehşet saçan hem sevimli kurt adam mitinin de atası. Bir pastoral çoban bayramı, fakat çok hayırlı bir bayram, pagan magan ama...


Keçileri kurban eden, hayvanın derisini başına geçiren rahipler Lupercus'u simgeleyerek, Roma sokaklarında koşturup, karşılaştıkları herkese dokunurlarmış. Genç kızlar gönüllü olarak bereket tanrısının dokunuşundan paylarını almaya çabalarmış. İnanışa göre bir dokunuşla kısmetleri açılacak, olası evliliklerinde de doğurganlıkları artacakmış.

Gülmeyin, siz hiç evde kaldınız mı?

Günümüz üfürükçüleri sermayeyi nerden doğrultuyor ve ne yapıyor?.. Onlarınki hiç olmazsa devlet organzizasyonu...


Bu arada sevimli gözüken bir gelenekleri de varmış. Lupercalia festivalinin arifesi olan 14 Şubat'ta genç erkekler, genç kızların isimlerini yazıp koydukları yerden kura çekermiş, sonra da bayram boyunca 'çift' oluşturup, birlikte eğlenirlermiş. İyi anlaşanlar, birbirine aşık olanlar da sonradan evleniyormuş.

Yani iyi giydirilmiş bir çöpçatan bayramı... Ne yapsın fıkaralar?..


Sevgililer gününün tarihi bu söylence sayılıyor.


Ama daha sonrası var. Devlet devletse, adamı kendi haline bırakır mı, o işe de bir düzen vermesi gerek.

*

Sonraki yüzyıllarda Hristiyanlık ve tek tanrı inancı yavaş yavaş yayılsa da bu tip gelenekler hala sürüyor.


Roma savaşkan bir devlet ve sürekli askere gereksinmesi var. Askerin eşi, nişanlısı, ailesi varsa savaşa gitmek istemiyor, gitse de aklı eşinde, iyi asker olmuyor doğal olarak. İmparator Claudius II bunun önüne geçmek için nişan ve evlilikleri yasaklıyor.


Ne var ki Hristiyan rahiplerden Valentine adlı biri, evlenmenin Tanrı'nın insan için öngördüğü önemli ödevlerden biri ve ayrıca dünyanın amacı olduğuna inandığı için gizli şekilde insanları evlendirmeye devam ediyor, sevgilileri gizli gizli nikahlıyor.


İmparator bunu haber alıyor ve... İşte bura önemli, bu tarihi ezberleyin, yarın evde sorulabilir.


İ.S. 270'in 14 Şubat günü Valentine öldürülüyor.


Derler ki Valentine tutuklandığında bile boş durmuyor, gardiyanın kızına " Senin Valantine'in..." diye not bırakıyor. Şimdi öyle bir şey var mı bilmem ama, yakın zamana değin yaygın olan sevgiliye kart geleneği de herhalde buradan başlıyor.

Aslında oradan başlamıyor, hem o kadar kağıt kalem yok, hem estetik kartlar... Sevgi notları göndermek daha sonra gerçekleşiyor, Charles Duc d'Orleans, Londra Kulesi'nde hapsedilirken 1415'te eşine şirin şiirler ve mektuplar yazar. Geleneğin başlangıcı budur derler.

Ama hayal etsenize, ne güzel değil mi, mevsim ortaçağ, Azrail'e erkek yetmiyor, ortalık kadın dolu... Adam hapisten karısına betikler gönderiyor, daha mektup bilinmezken...


Lupercalia festivali özünde bir pagan yani putperest bayramdı ve yaşıyordu. Giderek güçlenen ve resmi din haline gelen Hristiyanlık, bu kez imparatorlar ve ordular eliyle paganları ezmeye, aslanlara atmaya, tapınaklarını yıktırmaya, yerlerine kiliseler yapmaya başlamıştı. Yani intikam alıyordu... İslamiyet hariç hemen her dinde olmuş bu.


Festivallerde Hristiyan bakirelerin, pagan erkeklerle anılmasından hoşlanmayan Kilise, Lupercalia festivalini, 14 Şubat 496 gününü Papa Gelasius eliyle "Valentine'nin onuruna kutlama günü" olarak ilan etti. Bu kez kurada genç erkeklerin değil, VALANTİNE gibi azizlerin isimleri çıkıyordu kızlara.

*

Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı tarihi dokümanlarda geçmez ve kimi tarihçilere göre sadece bir efsanedir. 1908 tarihli Katolik Ansiklopedisindeki eski şehitler listesinde, 14 Şubat gününe kayıtlı, inancı yüzünden öldürülmüş üç tane Aziz Valentine adı bulunuyor.


Nitekim 1969 yılında kilise, takviminden Aziz Valentine gününü çıkarmıştır.

*

Amerika çoktan keşfedildi, Kızılderilileri yok edip yağmaladığımız altınları da bitirdik, gözümüz Mars'ta, ama kolay değil. Dünya savaşlarının da iki büyüğünü yaptık, üçüncüsünde dünya diye bir şeyin kalmayacağını galiba herkes gördü; yani yık yapta da umut yok. O zaman sermaye ne yapacak?


Ne kadar değerimiz varsa hepsini birer metaya çevirdiği gibi Sevgililer Günü gibi kışkırtıcı ve ucu açık bir gün bundan nasipsiz kalır mı? Bunun doğal sonucu olarak ticari yönü çok fazla önem kazanmış, sevgililer günü baharın olmasa bile tüm dünyada ticaretin canlandığı bir dönem, bir tüketim çılgınlığı haline gelmiştir.


Kimi ülkeler örneğin Suudi Arabistan 2008'de kuşkusuz aynı nedenlerle değil ama sevgililer gününde sadece kırmızı iç çamaşırlarını değil, kırmızı olan güller dahil her şeyin satışını yasaklamıştır.


Galiba bugünlerde de Pakistan yasakladı...


14 Şubat, 1800'lü yıllarda Amerikalı Esther Howland'ın ilk Sevgililer Günü kartını yollamasından bu yana çok sayıda insanın kutladığı toplumsal bir olaya dönüşür, romantik aşklar bayramına...

O gün bugündür de sevgililer günündeki en yaygın uygulama eşe ya da sevgiliye verilen karttır. Bu kartlara sevgi mesajları, aşk şiirleri vs. yazılabilir. Yanında bir çiçek demetiyle birlikte yenilecek bir akşam yemeği de elbette kötü durmayacaktır.


Benimki de laf işte... Sanki kendim biliyorum da ahkam kesiyorum.


Olsun, düşünce düşüncedir, siz daha iyisini üretirsiniz, kesin.

Günümüz hız çağı, her şeyi yıkarak yerine yenisini üretemeden, en son arkaik dönemden medet umma çağı... İnsan kuşatma altında, romantik sevgi günü bak ne noktaya geldi. Beklenendi, işin içine pahalı armağanlar, kırmızı çamaşırlar elbette girecekti.


Yine de insanı gülümseten her an, gün değerlidir, küçük de olsa bir şey yapın.

Daha ötesiyse sizin yeteneğinize ve aklınıza kalmış.. Sevginizi göstermek ya da görmek için yılda bir günü bekliyorsanız, tek bir güne ihtiyacınız varsa asla unutmayın:


14 Şubat zorlanan sermayenin BAHARıdır, sizi dört göz bekliyor olacaktır.


Bıçaklarını bilemiş, sizin yanınızda hasmınıza, pardon eşinize karşı sadakatle arkanızda duracaktır. Ta ki sevgilinizin canını, pardon son kuruşunu da alıncaya kadar... Öldürmez, çünkü gene lazım; ardı anneler günü... O işini bilir, nerden kan alacağını da...


14 Şubat aynı zamanda " Dünya Öykü Günü" , bak hiç değindiler mi? Kimi kime kırdıracaklar, ne satacaklar, ortada para yoksa niye dönüp baksınlar?


Bunalttı...

Boşverin, siz nasıl biliyorsanız öyle kutlayın, derdim o değil...


Beceremedim ama göstermek istediğim insanın o büyük başarısıydı asıl: Basit bir içgüdüsüne, üreme istencine biçim, ruh, etik ve estetik kazandırarak, herkesçe ve her devir hoş görülüp alkışlanacak hikayelerini de kurgulayarak, kutsallaşan bir kurum oldurma, aşkı yaratma becerisine şapka çıkarmamak mümkün mü?


Keşke yaptığımız her şeyi böyle yapabilseydik...


Çok takmamalı sermayenin işin romantik yanını bırakıp kökten paraya vurmasına. Onun ve büyük AŞKının önünde saygıyla durmalı, sayelerinde coşkumuz artıyor.

Ne yani sermaye; o ışıl ışıl mağazalar, AVMler, koca fabrikalar aç mı kalsın?


Sen hesabını bil yeter; aklında olsun, bir sonraki ay, Mart ayı vergi ayı, bilirsin devlet de seni sever... Şanslı adamsın, seni sevmeyen yok ki!

*

Sevgi gününüz kutlu olsun, Evleriniz de mutlu.

*

14.02.2018, Aycan AYTORE, maviADA

30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page