top of page
1/2

AH BU SÖZCÜKLER




Niyazi UYAR*

 

"İnsan ne bulursa dilinden bulur," derler ya doğru değildir! İlk bakışta öyle görünse bile gerçek bambaşkadır. Dilin etkisi, ağızdan çıkan sözcüklerdedir. Sözcüklerin bilinen bilinemeyen anlamları dilin gücünü gösterir. Dilin tadı tuzu kullanılan sözcüklerdedir. “Güzel bir söz” derler, “güzel bir söz söyle canımı ye,” derler!


“İnsan ne bulursa dilinden bulur,” deseler de kullandığı sözcüklerden bulur. Sözcüklerden ötürü az mı insanın başı ağrımış, az mı insan cezaevlerinde yatmış, ocağına incir ağacı dikilmiş! Dile anlam veren, onu anlamlı kılan sözcüklerdir. Onların etki gücü, çağrışımı siyasal iktidarların uykusunu kaçırmıştır. Siyasal iktidarlar konuşma derken "böyle söyleme" demiş, "benim erkimi sıkıntıya sokacak şeylerden uzak dur," demiş.


Siyasal iktidarların her konuşan insanla bir sıkıntısı olmaz ki onların sıkıntısı sözü anlamlı olanlar, sözü erdemli olanlardır. Onların derdi “özgürlük” diyenlerdir, “barış” diyenlerdir.


Gelin geçmişten günümüze bir “yürüyüş” eyleyelim. Eyvah "yürüyüş" dedik, farkında olmadan. Olsun anayasada "yürüyüş" konusuna değinilmiş ya!


Anayasa maddesinin yapısındaki akustiğe, güzelliğine bakın:


“Herkesin önceden izin almaksızın, silahsız ve saldırısız olarak kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…”  


Bakın bakın sözün manasındaki ehemmiyete bakın!


“Yürüyüş” dedik ya, toplanma ve gösteri yürüyüşleri yasasına muhalefetten diye başlayan adına hukuk dedikleri eğilen, bükülen, ona göresi, buna göresi olan ifadelerle bir mahkeme kuruluverir hemen. Sen, benim özgürlüğüm, hakkım, hukukum dediğin an bir başka “suça” doğru yelken açarsın.


“Özgürlük, hak hukuk,” diyen insanlar 12 Eylül’de az mı çekti bu sözcüklerin elinden? Bir “yanıt” sözcüğü yüzünden kaç eğitimcinin, kaç öğrencinin anasından emdiğini burnundan getirdiler. Ne gariptir ki buna milliyetçilik açısından karşı çıkanların eski Türk metinlerinde “Kutadgu bilig’te kullanıldığından bile bir haberdir. Ah Uğur Mumcu, ne de güzel söylemişsin: “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar!"


Karşı çıkılan “yanıt” sözcüğü değildi aslında, karşı çıkılan değişimdi, gelişimdi onun sonucunda yaşanacak devrimdi. “Devrim” deyince bir düzenden bir başka düzene geçiş değil, aman uykularınız kaçmasın! “Devrim,” batılı anlamda gelişim demek. “Devrim, ah devrim” senin aşkına tutulan, senin esiri aşkın olanları heyecanlandırırken, uğruna nice gençlerin hayatları karardı. “Devrim, devrim” diyen Denizler, Yusuflar, Hüseyinler…” darağacında üç fidan” olup darağacını boyladı.


Ah bu sözcükler ah!


Bu sözcükler yok mu, siyasal iktidarların uykularını kaçırdı. Sözcüklerden korkan iktidarlar yasak ettiler “örnek demeyi, yasak ettiler yasa demeyi, yaşam demeyi, ulus demeyi, yurttaş demeyi, yanıt demeyi…


Devletin kelli felli yöneticileri bu sözcükler kullanılmasın diye yönetmelikler, tüzükler hazırladılar.

Bu sözcükler yasak dediler, bu sözcükleri kullananlar hakkında yürürlükteki yasalara göre işlem yapılacaktır deyip afili cümleler kurdular. Devletin televizyonunda yasak sözcüklerle ilgili “aranan seri katilleri” çağrıştıran bildiriler okundu, okul müdürleri aracılığı ile eğitim camiası bilgilendirildi. Anlı şanlı devletimiz halkı zararlı sözcüklerden korumak için “kutsal bir vazifeyi” yerine getiriyordu işte.


İşte öyle, insan ne bulursa dilinden falan değil, yani insan ne bulursa kullandığı sözcüklerden bulur. Öyle değil mi boş boş konuşan, insanlara kim ne demiş bugüne kadar? “Devleti Aliye” için tehlike kahvede konuşulanlar değildir, onun canını sıkan “hak diyen, hukuk diyen, özgürlük diyen, kadın hakları diyen insanlardır. İnsan dilinden bulmaz, insan kullandığı sözcüklerden bulur belasını(!) Dili anlamlı kılan sözcüklerdir.


Ah bu sözcükler ah!


II. Abdülhamit döneminde kimse “murat” sözcüğünü kullanamamış. Örneğin deyimlere bile sansür gelmiş. “Allah muradını versin,” demek isteyen biri “Allah miradını versin,” demiş. “Yıldız” sözcüğü sakıncalı olduğu için katiyen kullanılmamış. II. Abdülhamit’in burnundan ötürü kimse içinde “burun” sözcüğü geçen cümle kuramamış. Hele hele “vatan, hürriyet, cumhuriyet… Sözcükleri adamakıllı tehlikeliymiş. “Namık Kemal, Şinası, Ziya Paşa… cezanın en büyüğünü kabullenmek manasına geliyormuş.


Yani fakir fukara olmuş yazı dili, kısırlaştıkça kısırlaşmış. Az miktardaki sözcükle yazma zorunluluğu ortaya çıkmış. Kazayla ağzından bir “yıldız” sözcüğü çıksın gör o zaman sen hücrenin katmerlisini. Sakıncalı sözcüklerden dolayı devrin yazarları, şairleri o dönem için "dilin sözcük fukarası" olduğunu söyler.


Ah bu sözcükler ah!


Eğiliyorsun, bükülüyorsun, hep bir algının esiri, hep bir kandırmacının aracı oluyorsun. Toplumsal değişimin önünde bir engelsin, sen yok mu sen, ah ah! Senin çok anlamlı olman, ironik olman, mecaz anlamlı olman… anlamaya ket vuruyor(!)


Ah bu sözcükler ah!


Bugünlerde de sözcüklere yeni anlamlar yüklediler: “Zam,” sözcüğü sevimsiz olduğu için fiyat ayarlaması diyorlar, “yüksek enflasyon” eskiden canavar resmi ile resmedilirken, şimdi sepetin içindekileri değiştirerek, normalleşti, kadınının özgür ruhlu olması, biat etmemesi çileden çıkarıyor birilerini. Yeni yepyeni şeyler öğrendik bugünlerde: Hasta garantili hastaneler, yolcu garantili hava limanları, araç geçiş garantili otoyollar…


Ah bu sözcükler ah,


Ne çektik senin elinden? Beyaza kara deyip saatlerce tartışıyorlar gözümüzün içine baka baka! Beyaz beyazdır, kara da kara. İşte böyle çok manalı şeylerde “aydınları” tartıştırmak dilin becerisi falan değil bence, bu sözcüklerin ihtiva ettikleri derin manalardır!


Sözcüklerimizin kıymetini bilelim.

Etiketler:

44 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

ORMAN

1/669
bottom of page