Dekameron'un Aşk Hikayeleri
top of page

Dekameron'un Aşk Hikayeleri


Dekameron'un Aşk Hikayeleri / Aycan Aytore

Kitaplar ve yazarlar vardır, salt o mevsimliktir. Kitaplar ve yazarlar vardır, insanlık yaşadıkça yaşarlar. Sanatta evrenselliğin de en önemli yanı bu değil mi?


Dekameron'un Aşk Hikayeleri böyle bir kitap; tam 700 yıllık; dünyanın en eski, bilinen ilk hikayeleri. Adını belki de duyduğunuz, ama çok az kişinin okuduğu ya da fikir sahibi olduğu görkemli bir İtalyan klasiği bu kitabımız; 1300lü yıllarda yaşamış Baccacio'nun .


Bildiğiniz gibi Avrupa'da ulusal birliği en geç sağlayan yerlerden biridir İtalya(1866). Engizisyonuyla korkutucu bir güce dönüşen, öteki dünyadan daha çok bu dünya nimetlerine yönelen, artık uluslarüstü bir güç olduğunu iddia eden KİLİSENİN etkisiyle de kimliği silikleşen İtalya'da Dante ilk çıkışı yapar:

İlahi Komedya.

Dünya durdukça yeri doldurulamayacak bu humanist dev şiir, Beatrice'nin peşinden Araf'ı, Cennet ve Cehennemi dolaşan Dante ile meslektaşı Virgilius'un gördüklerini anlatır ve Tanrı kavramını pekiştirir.


Baccacio, Latince yerine İtalyanca'yı, halkın dilini kullanır. Tanrı düşüncesine karşı değildir, ama hikayelerinde Tanrı varsa bile izleyicidir, insanların işine karışmaz. Tanrıyı değil insanı önceler. Dante'nin kitabına "İlahi Komedya" adını veren yazarın bu kitabına da ardılları, "İnsani Komedya" diyecektir.


Böylece Rönesans'ın o büyük üçlemesi ortaya çıkmış: Dante- Petrarca. ve Baccacio... Baccacio çağdaşı Petrarca'yla hep iyi arkadaş olmuştur.


Genç ve güzel bir kadın kentin ileri gelen yargıçlarından biriyle evlendirilir. Ne var ki hayli yaşlı yargıç gerdek gecesi gereken performansı sergileyemez. Giderek bir külfete, hatta zulme dönen yatak fasıllarından kurtulabilmek için karısına akla yakın bir açıklama yapar, sonuçta o bir yargıç, aklı olmasa yaparlar mıydı: Kimi günler cinsel perhiz ve tatil günleridir. Cuma, Cumartesi, Pazar, Pazartesi, Salı o anlamda tatildir. Çarşamba ve Perşembe de bazen… Aksi hareket edenler büyük günaha girerler… diye anlatır karısına. Yargıç bilmeyecek de kim bilecek, kadın da inanır. Gel zaman git zaman bir yolculuk sırasında kadın korsanların eline esir düşer, korsanların reisi de kadını kendine eş yapar. Yana yakıla karısını arayan yargıç sonunda onu bulur. Korsanın karşısına dikilip, o benim karım, geri ver der. Korsan da anlayışla yaklaşır. Ben bunu bilemem der, seni kadınla karşılaştıracağım ve seni tanırsa vereceğim. Karşılaşma gerçekleştiğinde kadın yargıcı tanımazlıktan gelir. Sonunda başbaşa konuşma şansını bulduklarında kadın kendinden umulmayan bir tavır sergiler:

Bu gemide hiç tatil yok. O benim kocam, seninse metresin oldum bir ara, der... ve gitmez yargıçla.


Nasıl bakarsan bak. Öyle vurucu bir öykü bu, öyle de erotik...

Sakıncalı ne var bu öyküde diye düşünülebilir. Bırak Bukovski'yi ya da fırça darbelerinin efsane kitaplarını, İnternette ya da evlendirme programlarında çok daha fazlası var...

İyi de dönem Ortaçağ karanlığı, YIL 1348-50... Engizisyonun en azgın dönemi, ahlaki kurallar, kadınının hakkı, hukuku Osmanlı'nın o döneminden bile geri... ya da benzer.

O devirde Haydar Dümen yok, mesir macunu da...


Öykülerin çoğunda, dini çıkarlarına göre kullanan, ahlaki yönden zayıf papazlar, başkalarının malında, karısında, erkeğinde gözü olan insanlar, kendini keşfetmeye, kuşkusuz o çağın olanaklarıyla alanlarında – ki o dönem bir kadının kendini geliştirebileceği tek alan herhalde sahip olduğu bedeni ve cinselliğidir- özgürleşmeye çalışan ama bunu yine de toplumsal kuralları ıskalamadan, erdemle yapmaya çalışan kadınlar önemli bir yer tutar. Kuşkusuz karşıtları da... iyi ya da kötü insanlarıyla gerçek bir insanlık komedyası.


Kadınlar cinsellikte özgür olmaya çalışacak hem de erdemli olacak, bu bir paradoks gibi duruyor. O zaman baştaki öykü özetine yeniden bakın...İnsanın oldurduğu yasalar ve ahlak kurallarıyla insan doğası hep çatışmaz mı? Bu çatışma insanın vazgeçilmezi değil midir? Onu komedileştiren de bu tezatlar...

Baccacio'nun kadınlardan yana, feminist bir yaklaşımı olduğunu söylemek de mümkün. Kitabını kadınlar için yazdığını söyler zaten. Başrölüne de sevgilisini koymuştur. O zamanlar moda demek ki, Dante de cehenneme sevgili Beatrice'nin peşinden gitmez mi?


Baccacio doğrunun peşindedir, belki o da değil, insanlık halini dert edinmiştir, insanı anlamadan bir çerçeveye oturmaya çalışan toplumsal kurallara ya da tumturaklı yasalara fon gibi bakar. Bunu yaparken de gülümser yazar, taraf olmaz, savunma yapmaz...

Belki bu tavır nedeniyle siz de okurken olur mu böyle şey demezsiniz, siz de gülümsersiniz, ama sanırım çoğu erkek evdeki tatil günlerini yeniden ayarlamayı düşünür...


Rönesansın hazırlayıcılarından Dante, Baccacio ve Petrarca ...üçlemesinin önemli bir adıdır Baccacio. Babasının Fransız bir kadından evlilik dışı çocuğu olarak 16 Haziran 1313 de Fransa'da doğdu. Daha 1340 yılında babası Bokaccio'yu Floransa'ya tüccar ya da hukukçu yapmak için çağırdı. Ne var ki genç Baccacio edebiyatla ilgilenmek istiyor, şiirler yazıyordu. Denemeler olumsuz sonlandı. Babası 1348 yılında vebadan öldü. Dekameron'u da o tarihte yazmaya başladı. Daha bir çok kitap yazmışsa da onlar Dekameron'un yanında silik kalmışlardır. Bazen parlak bazen sönük geçen hayatı boyunca birçok seyahatlar yaptı, pek çok yer tanıdı. Bokaccio 21 aralık 1375'te Celtaldaki köyünde öldü.

Çevirilere bakmayın, Dante İlahi Komedya'yı Latince, nazımla yazmıştır, yani bir uzun şiirdir aslında. Dekameron Öyküleri ise İtalyanca ilk düzyazı örneklerindendir, onlara dünyanın ilk öyküleri unvanı da verilir. Kuşkusuz bugünkü öykü çeşitlemesinden herhangi birine benzemez, dahası hikayelerin özeti gibidir. Bu yönüyle bakınca aslında bu öykülerin, Binbir Gece Masalları gibi halk arasında anlatılan anonim öyküler olduğu, Baccacio’nun onları derlediği, hoş görünen bir kurguyla sunduğu - ve yazı dili olan Latince’yle değil de halkın konuştuğu İtalyanca'yla yazdığı için de kısa sürede büyük ilgi gördüğü düşünülebilir.

Hikayeler kaynağını hayattan alır. Halk, saray, kadınlar, asilzadeler, askerler, papalar, tüccarlar, kutsallar, çiftçiler ve haydutlar kahramanlardır. Bunlar üstün özellikli, yüceltilmiş değildir. Yaşayan insanlardır, iyi veya fena olan ihtiraslarıdır. Dante Beatrice'yi aşkın insan olarak yüceltir, Bassacio ise sevgilisini sıradanlaştırır, gerçek insan olarak görmeyi yeğler. İngiltere, Fransa, Akdeniz adaları, Floransa...o devir yaşayan ve Akdeniz'e kapısı olan her ulus fondur. Ne din ne de ahlak bu eserde baş rolü oynar. Günah ve sevap sadece birer olaydır. Sunuş, kurgu ve çıkarılacak tema üzerinde iddialıdır. Olaylar, her öykünün başında özetlenen temaya uygun ve titizlikle düşünülüp işlenir.


Kitaba değinirsek; 1348'de Avrupa' da, özellikle İtalya da bir kara veba salgını başlıyor. Salgın yayılıyor ve binlerce insanın ölümüne neden oluyor. Baccacio bu büyük salgından sağ kurtuluyor ama babası dahil milyonlarca insan ölüyor Avrupa'da. Kitap da bu yıllarda yazılıyor. Vebadan kaçan ya da çaresizce saklandıkları yerde bekleyen 7 kadının yanlarına aldıkları 3 erkekle birlikte anlattıkları öyküler üzerine kurulu. 10 kişi kara vebadan kaçmak için kent dışında bir villaya iki hafta boyunca sığınırlar. cuma ve cumartesi günlerini dini ritüellere ayırırlar ve geri kalan günleri de şarkılar ve hikayelerle geçirmeye karar verirler: Her gün, seçtikleri bir kraliçe tema seçer ve 10 kişi de o tema çerçevesinde bir hikaye anlatır, her günü de 10 hikayeyle sonlarlar, böylece iki hafta boyunca 100 hikaye paylaşmış olurlar. Dekameron'un anlamı da 10 demektir.

Baccacio'nun bir yanı da rakamlarla ilgili takıntısı...


Aşk, her insanın vazgeçilmezidir belki yaratılış gayesi, bu nedenle onun Dekameron Öykülerinde sıkça gündeme gelmesi şaşılacak bir şey değil herhalde. Aşkı, kadın erkek ilişkisini ele almadan bir kitabın yazılması ve o kitabın başarılı olmasını bile düşünmek mümkün mü? Dekameron’da toplumca giydirilmiş kılıkta değil, sahici, mutlu aşk hikâyeleri, aşkın doğasında yer alan kavuşma istenci, cinsellik yer alır.

Öykülerin büyük bölümünde kilise, papazlar, kötü alışkanlıkları, sapkınlıkları irdelenir, tiye alınır, papazları çekiştirir. O nedenle Boccacio, kilisenin düşmanı denmiştir. Oysa onun papazlardan da dostları vardır. Engizisyonun ve akıldışı vahşetlerinin dorukta olduğu o dönemde ruhbanları eleştirmek büyük bir cesarettir. Kabul etmeli ki böylesi yürekli aydınlar çağının insanını ablukaya alan kiliseye geri adımlar attıracaktır.


Öykülerin anlatıcıları kadınlar olduğu gibi baskın karakterlerdir, insan doğasına uygun davranırlar. İnsan doğasına uygunluk çok sık toplumsal kurallarla çatışır. Belki bunu sezdirmeye çalışır Baccacio okura; bir şeyin evrensel doğru olması onun her koşulda yöresel doğru olmasına yetmediği gibi, etik ve yasalarla çatışmayacağı anlamına gelmez. Belki bu nedenle esere sık sık ahlaka aykırı damgası vurulmuştur. Yine de yazıldıktan sonra sık sık çoğaltılmış 1470'de ilk defa olarak basılmış ve baskılar birbirini takip etmiştir. Kimi dini çevrelerin itirazlarına papazların iddialarına rağmen papalık kitap hakkında olumsuz bir tavır sergilememiştir. Gerçi Tirient toplantısında eseri aforoz etmişlerse de bazı prens ve kontların eserin güzelliğinden bahsetmeleri üzerine aforoz karan kaldırılmıştır. Yine de kitap defalarca sansürler ve kısaltmalar geçirmiştir.


Tek başına o dönemin insan ve toplum yaşamını ayrıntılarına kadar resmeden bu muhteşem kitap aynı zamanda başka bir evrensel kuralı da anımsatıyor bize: İnsan değişmiyor. Okuduğunuzda göreceksiniz, 700 yıl öncesinin insanıyla bugünkü arasında hiçbir fark yok, İtalyanla Türk arasında olmadığı gibi......


Çoğu kısaltılmış, sansürlenmiş örneklerden alınma çevirilerin çok eski bir dili var. En son yapılan çeviri, bu anlamda aslına daha yakın bir örnek olsa da fiyatı oldukça yüksek. Biz o çeviriden yararlanmadık bu çalışmayı hazırlarken. Eski bir çeviri kullandık ve dilini Aycan Aytöre günümüz diline uyarladı.


Kitabın hepsini buradan size vermemiz, hepsini günümüz diline uyarlamamız elbette olanaksız. Amacımız ilgili okura fikir vermek, kitaba yöneltmek... O nedenle seçeceğimiz birkaç örnekle yetineceğiz.

İyi okumalar dileriz.


...ve isterseniz aşağıdaki filmini de izleyebilirsiniz.


  • Pasolini'nin Ortaçağ ya da Yaşam Üçlemesi adını verdiği filmlerin ilki Boccaccio'nun DEKAMERON adlı yapıtı. Bir filme 100 öykünün sığdırılamayacağını düşünürsek birkaç öyküyle yetinmiş. Erotizmi fazlaca vurgulasa da kitabı yansıtmayı başarmış. Ana konu din, cinsellik, Hristiyan öğretisi, insan ve özündeki riyakarlık... Pasolini'nin yaratılışında vardı, insanın iyi tarafını değil kötü tarafını ele aldı çalışmalarında. Bunu yaparken insana dair bir kapı aralamak istiyordu. İyi ve kötünün çatışmasını ve aslında iyinin kaybedişinin sonucunu biraz da eğlenceli olarak anlatıyor.

  • Pasolini’nin, üçlemenin ilki olan Il Decameron, (diğerleri 1972 yılında çektiği Canterbury Hikayeleri ile 1974 tarihli 1001 Gece Masalları) Boccaccio’nun dokuz öyküsünden oluşuyor. On dört farklı geçiş yapılsa da, aslında Boccaccio’nun anlattığı dokuz öyküden biri ikiye, diğeri de beş parçaya bölünmüş ve bunda altıncı günün beşinci hikayesi olan ressam Giotto öyküsü, Pasolini’nin hayal dünyasıyla birleştirilerek anlatılıyor. Diğer öyküler, neredeyse Boccaccio’nun anlattığı tarzda ilerlerken, bu kısım eklemelerle zenginleştiriliyor ve nihayetinde harika bir sonla bağlanarak, etkileyici bir filme dönüştürülüyor. Böylece Pasolini, arka arkaya anlatılacak bir öyküler silsilesinden ziyade, Decameron’u farklı bir kurguyla resmederek keyifli bir film ortaya koyuyor. Hatta bu bölümlerde bizzat kendisi rol alıyor ve ressam Giotto’yu canlandırıyor.


Filmi izlemek isterseniz yukarıdaki videoya tıklayınız.

161 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page