Hayri Dev: “Yarenlik olur Çalar Söylerdik"
“Yaş sekseni geçkin diyor” Hayri Dev. Kucağında üç telli bağlaması, yüzünde insanın içine işleyen sımsıcak gülümsemesiyle. Anadolu’nun kültürel yapısından hiç sapmamış iç ve dış benliğiyle teorize edilemeyecek bir varlık. Seksen üç yıla çok şey sığdırmış bir ozan! UNESCO tarafından “Yaşayan insan kültürü mirası’ olarak onurlandırıldı ve 1933 Yılı, Denizli’nin Çameli ilçesi Gökçeyaka köyünde doğdu.
Sunak Dergisinin, on dört senelik yolculuğunun en önemli duraklarından birisine doğru yola çıktık. Yerel dergiler,yayımlandıkları kentlerin hafızasıdır, aynı zamanda kültür ajandası, değerli günlüğüdür. Biz de o günlüğe dolu dolu bir sayfa ekleyecek olmanın heyecanıyla bir ova üzerine kurulu Denizli’nin; Çameli İlçesi’nin, Gökçeyaka Köyü’ne doğru Dev ozanımızı ziyarete gidiyoruz!
Köy yaşamını ilk hissettiren tazeleyen bir serinlik ve güzel bitki kokuları oldu. Yokuş ve toprak yollu, her iki yanında çiçek tarhlarının bulunduğu bir sokağın başında durduk. Yoksunluktan olsa gerek; güllerin iriliği, çokluğu şaşırtan bir doğallık hissini veriyor kısa bir süre. Hayri Dev’in oğlu Bayram Dev karşılıyor bizi. Çalışmalarını sürdürdüğü atölyesine giriyoruz. Tahtadan oyuncakların, ev ve müzik aletlerinin yan yana durduğu, taşradaki yaşamın dokunaklı ve özendiren talihi sayılacak küçük bir atölye…
Buradaki yaşama “şehir” denen karanlık bir cam kürenin içinden bakıyor olduğumuzu tüm Sunak ekibi olarak duyduk kuşkusuz. Güzellik dolu burası! Sobayı bizim için hazır etmiş Bayram Dev. Bu inceliğe minnetle; el emeği ve çoğu ağaç kokulu değerli eşyaları inceleyip, Koca Usta’yı beklemeye koyulduk. Ve o görkemli ellerin yanık tenine işleyen şey yaşlılık mı? Çok çalışmış da olsa hiç değil! Bu güçlü ve emek dolu bir savunma! O elleri; insan eylemliliğinin güçlü bir tepkisi olduğu izlenimimizle ve öpüyor, kucaklıyoruz Koca Ustayı…
Hemen belirtelim ki Hayri Dev sadece tüm özgünlükleriyle bir köy ozanı olarak sınırlı kalmış değil! Koca Usta diyeceğiz çünkü; sahip olduğu pek çok beceri ve yetilerinden ötürü de o herkesin gözünde usta!
“Yarenlik olurdu! Gündüz işle geceleri de çalıp söylemekle meşgul olurdu herkes. Oynamaktan hasırlar eskirdi ya”
Uzlaşmacı, güleç mizacıyla insana bağlı bir sevgiyle bakıyor hep, bizi güzel sözlerle karşılıyor her birimizin yüzüne bakarak. Çözümler bulmaya çalışmış yoksunluklara meğer ki küçüklükten. İşte böyle bir ocakta yetişmiş. Köylük yerde çocuklar kendi oyuncaklarını kendileri yapar, onun payına da tahtanın üzerine çaktığı çivilere gerip bağladığı iplerle yaptığı bir saz düşmüş.
“O zamanlar tel nerede, çaktım çivileri ipliklerle ses çıkaran bir alet yaptım”
Hayri Dev on beş yaşında çobanlık yaptığı dönemlerde müziğe başlamış. Henüz on beşinde dayı ve amcalarından öğrenip de kendi kendine yaptığı üç telli çalgısı ve Çam Düdüğü ile önce koyun ve kuzulara söylermiş. Daha sonra yarenlik günleri ve düğünlerde çalıp söylediği kendi türkülerini yaparak, yöre halkının sevgi ve beğenisine kavuşmuş. Ustanın anlatımıyla;
Bizim yörenin dağı tepesinden yarenlik ettiğimiz bir yer vardı ; Oyun Taşı. Her çoban ve ahali yarenliğe orada olsun diye meğerki gelemediysen hemen ayna tutulurdu, İstanbullular filme aldılar da tutturdular bana o aynayı. Eskiden telefon mu vardı! Evin önünden gün ışığına tutturdular beni ya, aynanın gölgesi oradan değer öyle evine. Gelemediysen gel demekti bu. İlle herkes birlik olmalıydı orada. Ya!
Evvelden de hazırlık oluyordu yarenlik türkülerimize ki bu akşama öğrenilecek, söylenecek! Öğrenirdik. Akşamüstü de yarenlik sabaha dek sürerdi. Ya!” Kırık boğaz gaydasından da söz ediyor Koca usta; kadınlar boğazın gırtlağa yakın kısmındaki deriyi hafifçe dışa çekip yahut elleriyle içe doğru baskılayıp sesi şekillendirir, sazlara eşlik edermiş bu eğlenceli toplanmalarda. Hem eşsiz bir özgünlük ki başka yörelerde olmaz imiş hem de ne şenlik ama! Üç gün çalsak da tükenmez idik diyor ozanımız ve şen şakrak bir türküyle kadınların boğaz gaydasına güzel bir örnek veriyor. Neşemiz çoğalıyor…
Hayri Dev’in yaptığı müziğe “Karaman Kırığı” deniyor. İlerleyen zamanda çocukları ve torunlarından oluşan “Kısmet” adlı bir müzik topluluğu kurmuşlar. Ozanımızın sağlığı pek elvermediğinden artık düğünlere gitmiyor. Çam düdüğünü çalamıyor ki biz bu nedenle söyleşimizi onu yormayacak bir sohbetle sağlama çabası içindeyiz. Yine de, tam neşesiyle ve ruhun mutluluğu olduğunu sürekli vurguladığı türküleriyle zaman zaman çocuklarına katılarak, yüreklere işlemeye devam ediyor.
“Hâlâ o günlerden ne kaldıysa gönlümde, ne öğrendiysem onu çalıyorum”
Dönüp dönüp eskiyi biraz da hüzünle yâd ediyor Koca Usta;
“Kızlar yarenlik gecelerinde kırmızı, yeşil ve beyaz renkli, sırma işlemeli yöre giysileri ile bir oynardı ki hususi izlerdin onları. Kışın evlerde yapılırdı hem yarenlikler… Geneli cuma gününden başlardı. Önce ağır gaydalar sonra kırık havalar çalardık. Kalmadı artık o günler her şey değişti, eski tad, ilgi kalmadı.”
Hayri Dev’in üç telli bağlaması ve Çamdan yapılma sipsisi dünyada başka bir yerde yok. Sadece yöresinde kullanılan sazlar. Üç telli sazın alt telleri birbirine yakın, böylelikle orta tele basıldığı zaman alt tele de basılır. Hayri Dev alıyor sözü:
“Bu sazı yapan ben ve birkaç kişi dışında kimse yok artık. Biz telleri önceden at kuyruğundan yapardık. O şekilde çalardık. Şimdi saz teliyle yapılıyor! “
Sipsi (Çam Düdüğü) ise Nisan ayından Haziran ayına kadar çam ağacının yaş dallarından, parmak kalınlığında bir bölüm kesilip, dövülerek yapılıyor. Ucuna asma yaprağından dil eklenerek çalınıyor ve yaprak çürüdükçe yenileniyor.
"Çam düdüğünü iki kişi karşılıklı çaldı mı çok neşe verirdi ya! hususi dinlerdin ya.”
Hayri Dev bu sazların gençlerin elinde olmasını çok istese de, heveslerinin olmadığını, org ve benzeri müzik aletlerine daha meraklı olduklarını söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor:
“Küçümsüyorlar bu sazı. Gıy gıy diyorlar ah ahh. Daim olsun, çalınsın isterdim üç telli sazımız. Şimdi ki sazların zaten ciladan sesleri çıkmıyor. Çocukluk ve gençlik yıllarımda babam benim saz çalıp, türküler söylememe kızardı. Hatta bu nedenle çoban oldum ben. Babam baktı beni bu meraktan vazgeçiremeyecek ‘ne halin varsa gör’ dedi ve çobanlık yap diye dağlara gönderdi. Burada kendi halimde yıllarca çalıp söyledim. Bu merakım yüzünden çok sürü kaybetmişliğim vardır. Çobanlık yaparken, benim Ramazan diye yardımcım vardı. Üç telliyi çalarken koyunları toplasın diye bana yardım ederdi.”
Güzel bir türkü daha dinledik ve ustamız Ramazanı hiç unutmuyor! Söylediği türküleri bitirirken bu tatlı vurguyu özellikle yapıyor!
‘Ramazan bak oğlum bir koyun kaldı’
Hayri Dev Anadolu’daki ozanlık geleneğinin içli hoş görüsünü, ağır başlılığını derin bir vefa ile taşıyor özünde. Başımızın tacı büyük ustaları anıyor içtenlikle;
“Rahmetli Özay Gönlüm’ün sazı, yarende de var üç telli bağlama, pek çalan kalmadı artık. Bir kızcağız var Tuğba Ger, o devam ettiriyor. Ben sazımla Aşık Veysel’in mezarında da çaldım.”
“Kalmadı kimse! Avazları kaldı gönlüme yadigar”
diyerek, “Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsüne başlıyor. Biz de gülümsüyoruz ona, çünkü o hep gülümsüyor! Yumuşak ve canlı bir bakışla bize cömertçe bulaştırdığı gülümsemesi ve türkünün avazı, kafalarımızın içindeki sessiz ağırlığı vuruyor sanki. Biz şehirli ozanlara bir ders, bir tokat gibi. Edebi çekişmenin esamesi okunmuyor gözlerinde. Sadece sonsuz bir saygıyı ve kıskanmaya hiç yer vermeyen sevgiyi dile getiriyor ağzından dökülenler. Neşet Ertaş’ın bir konserinde, “Saygısızlık olmazsa ceketimi çıkarabilir miyim?” deyişindeki incelikle de nasıl böylesi kolaylıkla birleşiyor ozanımız. Kendimizi sorgular buluyoruz; bir diğerine, bir sevgiye ne kadar değer veriyoruz? Nasıl bir zaman içindeyiz? Neyiz burada? Neyin parçasıyız?
Hayri Dev’e bu yanık türkülerin yaratıcısı olup, ilham veren gençlik aşkı Birgül Hanım’dan söz ediyoruz. Birgül Hanım’ı çok istemesine rağmen ailesi onu başka biriyle evlendirmiş ve Hayri Dev değerli eşinden ikisi erkek, üçü kız, beş çocuğu ile mutlu bir aile yaşamı olmuş; ilk aşkı Birgül Hanım’ın anısını yad ediyor ve şunları söylüyor:
“Birgül’e âşık oldum. Bu üç telliyi de öyle öğrendim. Nasip olmadı işte. Ona besteler yaptım ama nasip. Olmadı! Başkasıyla evlendi.”
Neşet Ertaş “Gölgede olanın gölgesi olmaz” diyor ya, Hayri Dev de kendi gölgesini var edenlerden. Oğlu Bayram Dev yirmi iki yaşlarındayken Kültür Bakanlığı’nın gelip babasını kayda aldığını, sonrasında ise gelen gidenin olmadığını söylüyor. Hayri Dev’in kaderi, çobanlık ve çalıp söylemeyle geçen yıllardan sonra 1992’de birden değişiyor. Kendi deyimiyle gâvur misafir yani Jerome Cler İspanya’da duyduğu bir bağlama sesinin büyüsüne kapılarak soluğu Çameli’nde almış. Hayri Dev duygularını şöyle dile getiriyor:
“Avrupa’dan on beş kişi geldi. Belgesel olarak film çevireceğiz dediler. Dağda çobanım ben dedim. Anlamam öyle şeylerden dedim. Ne filmi dedim. ‘Dayı sen var ol, yürü biz hallederiz’ dediler”.
Fransız araştırmacı Cler, Koca Usta ile tanışıktan sonra on beş kişilik bir ekiple tekrar Hayri Dev’in köyüne gelir. Usta’nın hayatını “Ormanlar Arkası” belgesel filmi ile eşi Gulya Mirzoeva ile birlikte çeker ve üç yüz elli sayfalık bir tezle Sorbonne Üniversitesi’nin etimoloji doçentleri arasına katılır. Cler, bu tarihten sonra Dev’e Avrupa’nın kapılarını aralar. Hayri Dev’de oradan kazandığı parayla şu anki yaşadığı evini yaptırmıştır. Bu konuya ek olarak Hayri Dev sözlerine şöyle devam ediyor:
“Aradan zaman geçti ve bir gün Jerome yine geldi. Ama bu kez beni de götürmeye. İlk olarak Paris’e gittik ve konser verdik. Bunu başka Avrupa şehirleri takip etti. Oralara gittim. Bazen de öğrencilere ders verdim.”
Fransızların ilgisi hiç bitmemiş Hayri Dev’e birçok defa yurt dışında konserlere giden usta zaman zaman da Fransa’dan gelen öğrencilere bağlama dersi vermiş, vermeye de devam ediyor. Ozanı besleyen biraz da yaşamıdır, içinde bulunduğu koşullardan etkilenir de öyle çıkarır eserini ortaya. Yörük kültürü ile büyüyen Hayri Dev Konya Karaman’dan buraya bir illetin onları olumsuz etkilemesiyle göç ettiklerini ancak çok kalabalık olduklarını söylüyor; öyle ki on tane camış(manda) kesilse yetmez imiş!
“Sağ kalanlar oradan bu yöre muhitlerine dağıştı da (dağılıyor), göç yolu develerimizin çanlarına beste yaptım. Deveyi düze çıkarttıklarında ne kadar çan varsa koyarlar idi. O çan seslerinin gaydasını yaptım”
diyerek “Deve Çanı” türküsünü çalmaya başlıyor; yüzünde yine insanın içini ısıtan o gülümsemesiyle.
“Beni görmeye gelin, yine gelin ya faydam olsun, faydalı olsun”
diyor Koca Usta. Ona duyduğumuz minnet ve vefayı daha da yoğun kılıyor bu güzel ifade. Veda ediyoruz. Elbette ilgimiz ozanımızın kendisine odaklaştığı içindir söyleşimiz onun müzikal anlamda teknik ve özgül anlatımlarını içermedi. Ama bu zaten bu, yaşam üreten ve bunu başkalarıyla hiç sakınımsız bölüşen bir insanı tanımanın yanında ne ola ki? Yaşantısı, duygusu ve düşüncelerini gün ışığına tutmaya gayret ettik. Dünyanın kabul ettiği önemli değerimizle güzel anları, izlenimleri ve de türküleri, siz sevgili sunak okurları ile paylaşmaktan ötürü özel bir heyecanla!
Türkülerin diliyle … Uğurlar ola !
Birgül gitmiş yaylalara da
Birgül gitmiş yaylalara da
Çıntar getirmiş çıntar da
Çıntar getirmiş mantar da
Mantar getirmiş dağlar da
Mantar getirmiş dağlar da
Sümbül getirmiş sümbül de
Köylü kızı Ali’ye darıldı