Nevzat ÇELİK

9 May 20205 dk.

Şafak Türküsü

En son güncellendiği tarih: 6 Ara 2020

1

Beni burada arama anne

Kapıda adımı sorma

Saçlarına yıldız düşmüş

Koparma anne

Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı

Gözlerim şafak bekledim
 

 
Uzarken ellerim
 

 
Kulağım kirişte
 

 
Ölümü özledim anne
 

 
Yaşamak isterken delice

ve korkak
 

 
yorgun
 

 
uykusuz
 

 
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
 

 
kısa ve soğuk bir zamandır
 

 
ışık hızıyla koşan
 

 
oysa benim için gece
 

 
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
 

 
birdenbire batacak olan
 

 
koşma anne
 

 
bir ülkeyi armağan
 

 
ve kıza kesmiş
 

 
tepeden tırnağa oğula
 

 
herbir anneye
 

 
yüreği avcunda koşan
 

 
(ah verebilseydim keşke
 

 
çırpıntı gözlerini
 

 
ısırırken
 

 
Yüreğin avcunda
 

 
Sonra bir umut koşuyorsun
 

 
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
 

 
Sen aralıyorsun yağmuru
 

 
Orada yitik bir anne ağlıyor
 

 
Ülkemin neresine bakarsa ay
 

 
Sarı bir yağmur
 

 
Islak
 

 
Günlerden salı
 

 
Bugün görüş günü
 

 
2

yanağımda tomurcuk
 

 
usulca açılıverdi
 

 
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
 

 
diretmişliğimle genç
 

 
düşlerimle sınırsız
 

 
korkak kahraman gecelerimi
 

 
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
 

 
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
 

 
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
 

 
sen de üzülme
 

 
sen de anne
 

 
üzülme ne olur
 

 
boşver hipokrat amca
 

 
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
 

 
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
 

 
sanırım baytardı
 

 
3

mutlu bir yusufçuk havalansın
 

 
güneşli güzel günlere inanan
 

 
düşün ki o an
 

 
düşün ki yüreğin sallansın
 

 
insanları düşün anne
 

 
onbir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
 

 
ve o şafaktan doğma
 

 
uzun döverken darağaçlarını
 

 
her mayıs şafağında uzun
 

 
deniz'i düşün anne
 

 
ince bilekli çıplak ayaklı tanya'nın
 

 
onsekizinde ölümüne pervasız yürüyen
 

 
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
 

 
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
 

 
torlak kemal'i düşün anne
 

 
börklüce'yi
 

 
şeyh bedrettin'i
 

 
pir sultan'ı düşün anne

kopunca memelerinden o mükemmel yaşama
 

 
bayraklar ve türkülerle
 

 
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
 

 
sıcak omuzlar değerken omzuma
 

 
4

güneşli güneşsiz akşamlarda
 

 
ölüp dirildim yeniden
 

 
yalçın kayalardan biriydim
 

 
kartalların konup kalktığı
 

 
açık alanlarda ağır
 

 
kurşunlar sıktılar alnıma

yürüdüm yıllar boyu
 

 
havadaki kuş denizdeki balık adına
 

 
kardeşlik adına
 

 
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
 

 
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
 

 
tahtadan atların boynuna çıplak
 

 
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
 

 
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
 

 
özgürlük adına ekmek adına
 

 
mutlu yarınlar adına

ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer
 

 
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
 

 
kalsa da silinir gider
 

 
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
 

 
ıraktı gözlerim çok ırak
 

 
dönüp bakmadım arkama

bütün gözler üstümde
 

 
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
 

 
ne garip şey anne
 

 
tören adımlarıyla ölmek
 

 
5

idam mahkumunun
 

 
değişmez dekoru mudur
 

 
ve çingene kuralına uygun
 

 
büküm büküm bir ip
 

 
yağlı
 

 
geride flu
 

 
sandalye
 

 
kağıt kalem
 

 
cılız titrek bir kibrit
 

 
içinde rengi bu gecenin
 

 
yanında küçücük bir cam bardak
 

 
masa üstünde üşüyen bir sigara
 

 
sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun

pul pul dökülecek yaz siyasi eylül'ün
 

 
oysa birazdan boynumu kıracaklar
 

 
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
 

 
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
 

 
6

soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm
 

 
anladım ki küllenen sigaradır
 

 
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
 

 
ben ölümü asıl az ötede titreyen

kendi buruk kanımı içtim
 

 
oturup yıldızlar içinde
 

 
yıldız uçurmak varken
 

 
alacaşafağında ülkemin
 

 
yani benim güzel annem

giderken darağacına
 

 
bir açıklaması vardır elbet
 

 
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
 

 
ne garip duygu şu ölmek
 

 
7

belki bir ömür taşıyacaktın koynunda
 

 
ağlayıp koklayacaktın
 

 
gözleri değsin istemedim
 

 
elleri değsin istemedim
 

 
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
 

 
bağışla beni güzel annem
 

 
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
 

 
geride
 

 
8

yakışıklı
 

 
gelecekler var birbiri ardınca genç
 

 
birdenbire acıdı boynum
 

 
ökse de olsa dört bir yanı)
 

 
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
 

 
karşımda kurum kurum-laşan darağacı
 

 
usul adımlarla yürüdüm ömrümü

şu kefenin yakasını
 

 
az yumuşak dik
 

 
ne olur işçi kadınım

nazım'ın gözleriyle pırıl pırıl moskova'yı
 

 
bir de yirmibeş kilometreden görebilmek
 

 
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
 

 
öperken siya-u jakond'u tebessümünden
 

 
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
 

 
bir soluk ben de yaşamak isterdim
 

 
o güzel günleri görenler arasında
 

 
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
 

 
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
 

 
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
 

 
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
 

 
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
 

 
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
 

 
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
 

 
9

vurulmak isterdim bir kıza
 

 
damdan düşer gibi
 

 
sonra benim güzel annem
 

 
sonra
 

 
vermek isterdim çocukların ellerine
 

 
sedef kakmalı bir kutu içinde
 

 
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
 

 
ölmek ne garip şey anne

suçumuz malum
 

 
künyemi okudular
 

 
10

gitgide yaklaşıyor sonum
 

 
keskin bir acı bilenmiş
 

 
erkenci bir horoz mu ötüyor
 

 
yanlış mı duydum yoksa
 

 
üstüme geliyor
 

 
sabah üstüme
 

 
koşun çocuklar çocuklar koşun
 

 
koynuma yıldız doldurmuşum
 

 
kefenin cebi yok
 

 
gecenin kıyısında durmuşum

göçtü ayaklarının dibine
 

 
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
 

 
usulca baktım yüzlerine
 

 
iri sözlerim yoktu söyleyecek

sevmedi mi çılgınca
 

 
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
 

 
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
 

 
o çingene
 

 
söyle anne
 

 
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
 

 
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
 

 
saçını tarayan telli kavak değil mi
 

 
bir zaman rüzgarda
 

 
darağacı
 

 
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
 

 
korkutamadılar beni anne

gözleri yatırıp ıraklara
 

 
ya da mektup beklemek
 

 
gülmek umut etmek özlemek
 

 
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
 

 
kısacası
 

 
mideme karşı
 

 
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
 

 
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
 

 
işkenceler zindanlar hücreler
 

 
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
 

 
11

ölmek ne garip şey anne
 

 
taşacakken
 

 
ve yüreğimin ırmakları taştı
 

 
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
 

 
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
 

 
toprak olmak ne garip şey anne
 

 
baba olamayacağım örneğin
 

 
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
 

 
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
 

 
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
 

 
ölmek ne garip şey anne

ne garip şey anne
 

 
oğlunu yitirmek kimbilir
 

 
yine de
 

 
gül yanaklı çocuğa benzer
 

 
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
 

 
ben yaprak derim çiçek derim
 

 
dağdır ki sende göçer
 

 
uçurumlar ki sende büyür

bir sabah çıkagelirim
 

 
bekle beni anne
 

 
özlem benim kavga benim aşk benim
 

 
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
 

 
bayrak tutan çarpışan
 

 
her kavgada ölen benim
 

 
biten başlayan aşkların ortasındayım
 

 
kızların yanaklarında çukurlaşan
 

 
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
 

 
kırıldıysa düş evinin kapısı
 

 
ağlama
 

 
koparma anne
 

 
saçlarına yıldız düşmüş
 

 
kapıda adımı sorma
 

 
beni burada arama anne
 

 
12

türkü tadında giyinirken işçiler
 

 
dişleyip tükürmeden sigaralarını
 

 
öylece kalkar uykudan şalterler
 

 
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
 

 
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
 

 
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
 

 
acını süpürmek için açtığında kapını
 

 
bir sabah anne bir sabah

o mükemmel güne
 

 
sen hazır tut dizini anne
 

 
başlarını koymak için yorgun dizine
 

 
çiçekler içinde bir ülke getirirler
 

 
koynunda çiçekler
 

 
adı başka sesi başka nice yaşıtım
 

 
acını süpürmek için açtığında kapını
 

 
bir sabah anne bir sabah

Nevzat ÇELİK
 

 

***

NEVZAT ÇELİK

1960'ta Boyabat'ta doğan Nevzat Çelik, 1965'te ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Mart 1980 yılında Devlet Güzel Sanatlar Akademisi (DGSA) Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu (UESYO) Grafik bölümü birinci sınıfta okurken tutuklandı. Dev-Sol davasından idam istemiyle yargılandı.

1984'te Şafak Türküsü adlı şiir dosyası Akademi Kitabevi Şiir Ödülü birincilik ödülünü alarak kitaplaştı. 1987'de Müebbet Türküsü adlı şiir kitabı Poetry International ve Hasan Hüseyin Şiir Ödülünü aldı.

1987'nin aralık ayında tahliye oldu. 1990'da iki şiir kitabı daha çıkardı; Suda Seken Hayat ve Yağmur Yağmasaydı. 1998 Ekim ayında Sevgili Yoldaş Kurbağalar adlı şiir kitabı, 2005 Nisan'ında ise ilk romanı Bağışlanmış Hüzün yayımlandı.

Şafak Türküsü'ndeki şiirlerinden birini ("Elma") Hasan Hüseyin Korkmazgil'e adamış olmasına rağmen, ilk iki kitabıyla daha çok Ahmed Arif ve Nâzım Hikmet şiirinin etkisi yoğundur. Kuşağından Ahmet Erhan'la ortak temalarıyla benzeşir ama şiiri daha liriktir.

Şiiri yaygın kitlelere ulaşımını Ahmet Kaya'nın bestelediği ŞAFAK TÜRKÜSÜ ile yapacaktır.

    360
    1