MAVİ İNCİ
top of page

MAVİ İNCİ

Güncelleme tarihi: 13 Oca 2022


Makedonya-2 - Arnavutluk- Karadağ


"Hayatınızın en değerli anı, yarını güzelleştirebilme anıdır. Yapmak, anlayışı getirir, uygulamak, bilgiyi bilgeliğe dönüştürür," der Dan Millman.


Hayatı sorguladığımız bu günlerde ilk öğrenilmesi gereken herhalde kimsenin yaşamı erteleyecek zamanı yoktur, olmalı. Ertelemeden yaşadığım güzel günler için şükrederek yeni yerler gezmeyi sürdürüyoruz.

Baksanıza anımsaması bile keyifli...


OHRİD


Makedonya’nın ikinci şehri ; gölün kıyısına kurulmuş cennet mekan, çiçek kokularının saklı duyguları coşturduğu, ulaşılması imkansız bir periler diyarı değil, hemen yanı başımızda yer alıyor. "Tanrı cenneti yaratırken bir damlasını Ohrid'e düşürmüş" diye boşuna söylenmemiş. Şehre adımımızı attığımız andan itibaren güzellikleri yudumlayarak gezmeye başlıyoruz.


Balkanlara gelen gezginlerin uğramadan geçmedikleri bir yerdeyiz... Dünya buranın kıymetini çok önceleri anlamış… Büyük İskender'in babasının imparatorluğa kattığı ilk şehir, Osmanlı'nın Balkanlardaki göz bebeği, Kiril alfabesinin ortaya çıktığı, İncil'in Latin ve Slav dillerine ilk çevrildiği yer de burası… Ohrid'de eski çağlardan kalma birbirinden güzel on cami, bir tekke ve çeşitli devirlerde yapılan kırk kilise var. Gül bahçeleriyle çevrilmiş bu camilerin mistik sessizliği ve güzelliği ilk dakikalardan itibaren bizi büyüledi. Rehberin söylediklerine kulak asmayarak parmak arası terliklerle yokuş tırmananların ilerleyen saatlerde yalınayak yürüdüğüne şahit olarak, taş döşemeli dar sokaklarda gezmeye devam ettik. Şehrin en önemli kültür miraslarından biri olan St. Naum Manastırı'na ulaşırken yokuş çıkmak zor olsa da çam ağaçlardan düşen dikenli yapraklara basıp kayarak düşmemize rağmen tepeden gördüğümüz manzara bizi mest etti. Etrafta tavus kuşlarının dolaştığı manastır 16.yy’dan kalma ve içindeki kilisede Kiril Alfabesi’ni bu coğrafyaya yayan azizlerden biri olarak kabul edilen Aziz Naum’un mezarı var. Mezarın duvarına başınızı yasladığınızda Aziz Naum’un kalp atışını duyduğunuza dair bir de efsanesi var. Muhtemelen yer altı sularının sesi ama siz yine de bir kulağınızı yaslayın.

Manastırın yanından göl kıyısına inip yeni çarşının içinden geçerken almayı düşündüğümüz inci takılar için dükkanların camekânlarına merakla bakışlarla yürüdük.


Ohrid’e gelipte tekne turu yapmadan dönülür mü hiç! Ohrid’i, bir de göl üzerinden izleyebilecek, nefes kesen manzaraları fotoğraflama şansı elde edeceğiz diye sevinerek, tekneye binişimiz görülmeye değerdi... Gökyüzünün göle yansıyan maviliğine bakmaya doyamadığım için fotoğraf makinamın deklanşörüne durmadan bastım. Derinliği 286 metre olan gölün suyu oldukça berrak. Bu özelliği ile dünyadaki en berrak suya sahip ilk dört gölden biri olduğunu öğreniyoruz. Bizim gibi tekne turu yapanlara ve Manastıra karadan gezmeye çıkanlara canı gönülden el sallıyoruz… Bunu yapan ilk olmadığımız gibi son kişiler de olmayacağımız kesin…Yazın ve hayatın karmaşasından arta kalan saf huzurun tadını çıkarırken gün batımına şahit olup bu eşsiz tabloyu da kaçırmıyoruz. Tekneden indiğimiz anda bizi yakalayan fotoğrafçının Türkçesi sanki memlekette kültür turuna çıkmışız gibi hissettiriyor. Rehberin serbest zaman dediği an; Ohri’nin sokaklarında kaybolmanın diğer bir deyişle kendimizi kaybetmenin tadına varıyoruz. Gelmeden önce övgüyle bahsedilen incinin peşine düşüyoruz.


‘’Ohrid incisinin özelliği: gökkuşağı renklerini yansıtmasıdır. İnci işi, asırlarca aile sırrı gibi saklanmaktadır. Filevi ailesi bu geleneksel inci yapma metodunu, nesilden nesile 80 yıldır aktarıyor. İnciler: göldeki bir tür balığın pullarının, toz haline getirilip sonra yeniden şekillendirilmesiyle elde ediliyor. Bu balık türüne “plasica” deniyor. Bu balık yaklaşık 7-10 kilo ağırlıktadır. Restoranlarda yenmesi için pazarlanan bu balıkların pulları ve kemiği çıkarılıp, inci atölyelerine veriliyor, burada pullar ve kemikleri toz haline getiriliyor ve özel boyalar kullanılarak inci ürünler ve teşbihler yapılıyor’’ bilgisini dükkân sahibinden öğreniyoruz. Kızlarımla kendime aldığım kolye ve küpeler sahip olduğum en değerli mücevherlerim oldu. Şarabının meşhur olduğu duyan eşim de kendine hediye olarak birkaç şişe alınca kendimizi Balkan gezisi değil de Side de yaz tatiline gelmiş gibi hissettik. Herkesi Türk sanıp her isteğimizi Türkçe dile getirip anlaşılmayı beklemek bazen komik anlar yaşatsa da güzeldi. Gece olduğunda göle yansıyan ay, neşe içerisinde gezen insanlar günün yorgunluğunu çoktan unutturdu. Sabah uyandığımızda dinlenmiş olmamız Balkan havasının her zaman soğukları değil, bahar havasını da yaşattığı için olduğunu anlıyoruz.


STRUGA

Ohrid Gölü’nün batı kıyısı yönünde ilerleyip, göl kıyısındaki diğer bir şehir olan STRUGA’yı gezmeye gidiyoruz. Kara Drim Nehri üzerine kurulu şairler Köprüsü ve çarşısını geziyoruz. Rehberimiz kısaca bilgi veriyor. Struga, Balkanların tam ortasında bulunan Makedonya’nın, adeta cennetten bir köşesi Ohri Gölü’nün kıyısında yer alan bir şehirdir. Dünyaca ünlü Struga Şiir Akşamları ile de tanınmaktadır. Makedon, Arnavut, Türk ve Vlah halklarının yaşadığı huzur dolu turistik bir kenttir. Kara Drim Irmağı’nın gölden doğmasından daha güzel ve haşmetli bir görüntü olabilir mi? Bu doğal fenomen, ruhunuzu en yüce duygularla doldurur. Kara Drim Irmağı, kristal berraklığındaki sularından büyülenmiş biçimde kıyılarında yürüyen ziyaretçileri rahatsız etmek istemezmişçesine, şehrin içinden usul usul akar. Kara Drim, akşam olup ışıklar yandığında, sularından yansıyan ışıklarla daha da güzel bir görünüme kavuşur diyerek sözünü bitirdikten sonra yemeklerimiz geliyor. Arka masadaki müşterilere çalınan keman ve saksafon eşliğinde küçük konseri dinlerken, yediğimiz lezzetli balığın ve adet üzerine balla içilen çayın, tadını bir daha nerede buluruz diye düşünmeden edemiyoruz. Sarı Saltuk’ta sal gezintisini aheste aheste yaparken ilk kez otobüse geç kaldığımız için biraz utansak da ‘’bir daha nerede bulacağız bunu’’ diye sesimizi çıkarmadan yerimize yerleşiyoruz. Rehber şaka yollu ‘’sizi burada bırakırım geç kalırsanız’’ dediğinde içimizden’’inşallah ‘’ diye dua ettiğimizi kim bilebilirdi ki... Otobüs tekrar yola koyulduğunda balkan türkülerinin herkesi efkarlandırdığını camlara yüzlerinin yansımasından izlerken aynı duyguları paylaştığımızı gözlerim dolarak düşündüm.


Ohri’den ayrılırken kendinizi cennetten kovulan Âdem ile Havva gibi hissedeceksiniz demişlerdi; doğruymuş. Gidin, görün; bakalım siz de öyle hissedecek misiniz?


TİRAN

Arnavutluk’a doğru yol alırken rehberimizin ilk kez yüzünün asıldığını görüyoruz. ‘’Mümkün olsa oraya uğramadan geçip gitsek ‘’diyor. Anne tarafının Arnavut olmasına rağmen hiç sevmediğini, Enver Hoca'dan şikayetini, üzüntüsünü, kızgınlığını dile getiriyor. Söylediklerinde ne kadar haklı bilemiyorum. Bazılarına göre de Enver Hoca Arnavutluk'un kaderini değiştiren adam... Siyaset nasıl olursa olsun birilerine yararken ötekine zarar oluyor.


St Stefan’a hareket ederken, elbasan tava yemek isteyen kaç kişi var, sorusuyla konuyu değiştirerek kararsız kalanlar yüzünden yemek seçimini bizlere bıraktı. İki saatin sonunda eskiden balıkçıların yerleşim alanı olan bir adanın, kamulaştırılması ve sonrasında Singapur’lu bir multimilyardere satılması ile günümüzde turizme kazandırılan Sveti Stefan’ı Panoramik olarak tepeden görebileceğimiz bir mola veriyoruz. Tepeden bile olsa görmek hoşumuza gidiyor. Arnavutluk başkenti Tiran’da elbasan tava yemek için sokaklarda yürümeye başlamadan önce illa onların para birimini kullanmak zorunda olduğumuz için döviz bürosu arayıp buluyoruz. Sıcaklığından ağzımız yana yana terbiye edilmiş kemikli et yemeğini yerken ilk kez yabancı dil bildiğimizi gösteriyoruz. Yan masada başka tur yolcularının Türk olması ile muhabbeti koyulaştırmamız yemeğin güzelliğini arttırıyor.Bu arada Arnavutluk içerisinde gezdiğimiz yerler; Ethem bey camii, tarihi saat kulesi, Ulusal Müze, Opera ve Bale binası, Rahibe Teresa heykeli ve İskender bey Meydanı oldu. Konaklama için Podgorica yakınlarındaki otelimize acıklı aşk türküsünü söyleyen rehberimizi dinleyerek akşama doğru ancak varabildik.


BUDVA -KOTOR

Sabah erkenden uyanıp yollara düştüğümüzde heyecanlıyız. Muhteşem sahilleri, çok renkli gece hayatı ile Balkanlar’ın en ünlü tatil merkezlerinden biri olan Budva’ya yol alıyoruz.

“Karadağ’ın Miami’si” olan bu yer göz alıcı ve uzun sahillerinin yanı sıra hareketli gece yaşamı ve tarihi dokusu ile her yıl çok sayıda turistin ziyaret ettiği küçük ve güzel bir sahil şehriymiş. Adriyatik Denizi'nin kıyısında yer alan, aynı zamanda da en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Budva toplamda on yedi sahilinin yanı sıra adaları, tarihi geçmişi ve bu mirası başarılı bir şekilde koruması sayesinde hem deniz tatili hem de kültürel anlamda zengin bir bölge. Uzun ve temiz sahillerinde güneş ve denizin tadını çıkarmanın yanı sıra orta çağdan kalma ve çok iyi şekilde korunmuş; eski şehri de gezerek birbirinden farklı ve doyurucu deneyimi aynı anda yaşayabilirsiniz. Fakat yeme içme konusunda biraz pahalı diye rehberimiz biz uyarıyor. Burada yaptığımız yürüyüş turunda StariGrad (eski şehir merkezi) ve kaleyi geziyoruz.


Merakla beklediğimiz Adriyatik Denizinin İNCİSİ dünyanın en genç ülkelerinden biri olan Karadağ`a giriş yapıyoruz. Karadağ`daki ilk durağımız nefes kesici bir orta çağ kasabası olan, Balkanlardaki Fiyordları ile meşhur KOTOR. Önemli tarih ve doğa cenneti ve turistik cazibe merkezi durumunda bulunan bu şehirde Balkanların en eski okullarından ilk turizm okulunu görüp kalenin içine adım atıyoruz… Havanın sıcak olması bizi yıldırmıyor. Kalenin içine kurulan ilk dükkândan aldığımız kocaman pizza dilimlerini elimizde yerken herkesin bizim gibi yapması rahat hareket etmemizi sağlıyor. İçerisi turist dolu…. Kocaman kale duvarlarının çevrelediği tatil beldesinde film setinin içinde ki oyuncular gibi hissedip, dedikodu çeşmesi denilen yere geliyoruz. Kadınların su doldururken bilgi alışverişi yapmalarından daha doğal ne olabilir ki desek de tulumbanın önünde ve dev boyuttaki sandalyenin üstüne çıkarak fotoğraf çekilerek geziyi sonlandırıyoruz. Nasıl geçtiğini anlamadığımız serbest zamanı geride bırakarak otobüse bu sefer ilk biz biniyoruz. Yorgun ama huzurlu otelimize vardığımızda gezinin üç gününü bitirmiş oluyoruz.


Sevdiklerimle yaşadığım Balkan turunun devamı bir sonraki yazımda. Kalın sağlıcakla..


*

SONRAKİ BÖLÜM





112 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page