Kemalettin Tuğcu
top of page

Kemalettin Tuğcu


“Yirmi altı yaşıma kadar münzevi bir hayat yaşadım. Ne mektebe gittim ne de gençlik hayatı yaşadım. Yalnızlığın bana verdiği can sıkıntısıyla yazmaya başladım. On üç yaşımdan beri yalnız yazı yazdım, beni bu yazılar avuttu, yazdıklarımla yaşadım.” diyen, Türk edebiyatının en verimli yazarlarından olan; yazdığı öykü ve romanlarıyla bir dönem çocuklarına okuma sevgisini aşılayan Kemalettin Tuğcu bugünkü konuğumuz…

Birinci Dünya Savaşı’nda iki kez yaralanmış Binbaşı Galip Bey’le çok güzel keman çalan kültürlü bir ev hanımı olan Şaziment Hanım’ın ikinci çocuğu olan Kemalettin Tuğcu, 27 Aralık 1902 tarihinde İstanbul’da sarayın kilercibaşısı olan büyük dedesi Ömer Bey’e hediye edilen Çengelköy’deki bir köşkte dünyaya gelir.

Kemalettin Tuğcu ayaklarında doğuştan olan bir rahatsızlık nedeniyle okula gidemez. Babası, ağabeyi Nurettin’e okuma yazma öğretirken küçük Kemalettin de onları dinleyerek okuma-yazmayı öğrenir. Bir ara Galatasaray Lisesi’ne devam etse de ailesinin maddi durumunun kötüleşmesi nedeniyle okulu bırakmak zorunda kalır. Bir yandan babasının kitaplığındaki kitapları okuyarak bir yandan da dayısından Fransızca öğrenerek kendi kendini yetiştirir ve Fransızcasını çeviri yapabilecek kadar ilerletir.

Büyük bir bahçe içinde olan Çengelköy’deki köşklerinde, daha 13 yaşındayken şiir ve öyküler yazmaya başlar. Yaşamının ilk 25 yılını da dedesinden kalan bu köşkte geçirir. 1927 yılında İstanbul’dan ayrılarak Ankara yakınlarındaki Irmak istasyonuna gider. Irmak-Çankırı demiryolu yapımında ambar memuru olarak görev yapar. Bu görevi sırasında, köylü, işçi, yüzlerce kişiyle birlikte olur ve onların yaşamlarını izler. Sıtmaya yakalanınca İstanbul’a döner. 1 Kasım 1928 tarihinde yapılan Harf Devriminde Çengelköy’deki bir fırında esnafa yeni harfleri öğretir.

1932 yılında yazı ve yayın hayatına duyduğu büyük ilgi sonucu Türkiye Yayınevi’nde çalışmaya başlar ve burada çeşitli görevler yapar. 1936 yılında bu kuruluşun yazı İşlerinde görevlendirilir. Yazdığı “Üç Ayaklılar” adlı romanı ile dikkatleri üzerine çeker, romanı büyük ilgi görür. Mürettiphanede çalışırken bir yandan da Fransızcadan “Çırak Uçman” kitabını çevirir.

1932 yılından beri çalıştığı Türkiye Yayınevi’nden, yayınevinin “artık yazmamasını” istemesi üzerine tek kuruş tazminat almadan yirmi yıl çalıştığı bu kurumdan ayrılır ve 1952 yılında Doğan Kardeş dergisine geçer. 1955 yılında ise Hayat Mecmuası’nda çalışmaya başlar. 1974 yılında emekli olur. 1995 yılında TÜYAP Kitap Fuarı’nda çocuk romancısı olarak onur ödülü alan yazarımız, 18 Ekim 1996 tarihinde yaşama veda eder.

İlk yazılarını Yavrutürk Çocuk dergisinde yayımlatan Kemalettin Tuğcu, 1943 yılında Türkiye’nin ilk kadın dergisi Ev-İş, Moda Albümü gibi kadın dergilerini yönetir. 1936 yılından sonra hemen hemen İstanbul’da çıkan bütün çocuk dergilerinde şiir, hikâye ve çocuk romanları yazar, bu arada bazı romanları sinemaya aktarılır. Romanlarında duygu ve sevgi ağırlıklı temalar işleyen Kemalettin Tuğcu’nun tercüme romanlarının yanı sıra on iki adet aile romanı, üç yüz kadar çocuk romanı ile gazete ve dergilerde çıkmış iki yüzden fazla seçme hikâyesi vardır.

Bunca esere imzasını atan Kemalettin Tuğcu, birçok kitabını da yakar. Nuriye Akman’ın kendisiyle yaptığı röportajda bunu neden yaptığını şöyle anlatır: “Evet, neden yaktığımı şiirimle anlatayım; Yaktığım kitaplarım, onlar benim ömrümü alıp giden kuşlardı, yıllarca beni oyalamışlardı, onlar benim aşklarım, kara sevdalarım, kimi bitmiş tükenmiş kimi daha yarımdı, onlar benim gözyaşım, kanım, alın terimdi, onlar benim boşalmış ilaç şişelerimdi.”

Yılmaz Erdoğan’ın “Bizim Kemalettin Tuğcularımız vardı / Bir de camların buğusuna yazı yazma imkânı” dizelerinde dediği gibi Kemalettin Tuğcu, edebiyatımızda bir döneme ilişkin belirleyici bir kültürel imge olarak yer almıştır. Böylece “Kemalettin Tuğcular”, yani onun romanları, yazıldıkları ve çok sayıda okura ulaştıkları döneme ilişkin siyasal, kültürel, toplumsal pek çok olgunun okunabileceği bir belgeler dizisidir adeta. Bu nedenle Kemalettin Tuğcu romanları, Türkiye’nin ve Türk toplumunun 1950’lerden başlayarak geçirdiği toplumsal serüveninden önemli ipuçları taşır. Bu dönemde ortaya çıkan “arabesk-kültürün” izlerini taşıyan Tuğcu’nun romanları, popüler edebiyat savunucularınca “arabesk kültürle” ilişkilendirildikleri için bir dönem göz ardı edilirdi.

Bu popüler edebiyat savunucuları karşı söylemlerinde, Kemalettin Tuğcu romanlarında öne çıkan yoksulluk, üveylik, yetimlik, iç göç gibi temaların ve romanların dokunaklı olay örgüsünün, duygu sömürüsüne açık bir şekilde okuru olumsuz etkilediğini savunurlar. Bu gibi temaların aşağı kültürle ilişkilendirilen yapısı, Kemalettin Tuğcu romanlarını edebiyat söyleminden dışlamak isteyenler için adeta meşru bir zemin gibi görülür. Oysa Kemalettin Tuğcu; “Yazdıklarım hep güzel biter, umut verir. Yazdıklarımda hiç kimseyi öldürmemişimdir. Çünkü çocuklar cinayetten hoşlanmazlar.” der. Tuğcu’nun eserlerinde insana keder ve hüzün veren pek çok öge olmasına karşın, bunlar okuyucuyu karamsarlığa ve umutsuzluğa itmez. O, bütün insani duyguları hisseden ve bunu okuruna da hissettirmek isteyen bir yazardır.

1960’lı yıllarda Türk sinemasında çocuk karakterlerin öne çıktığı filmlerin öncüsü olan Ayşecik filmlerinin esin kaynağı da Kemalettin Tuğcu romanlarıdır. Esinlenmelerin yanında, Tuğcu’nun bazı başka romanları da filme çekilmiş, televizyon dizisi ya da filmi olarak izleyiciyle buluşmuştur. Yazdıklarıyla ilgili olarak “Edebi, ilmi, politik bir iddiam yoktur” diyen, Türk edebiyatının en çok yazan ve okunan yazarlarından biri olma sıfatını kazanan Kemalettin Tuğcu’yu ölüm yıldönümünde saygıyla anıyoruz.

70 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

UZATMA

1/3
bottom of page