Üç artı bir evin eşyası iki artı bir eve sığmayınca, eski yeni eşyaları için mahalle aralarında küçük bir depo aramaktaydı kaç haftadır. Yoktan var olmuştu, öyle bu fazla, bu işime yaramaz deyip fırlatıp atamıyor, yarın işime yarar düşüncesi ile saklıyordu. Eh biraz da elinden tamir gelince her bir şey bir gün muhakkak işine yarayabilirdi…
Üç beş kuruşu bir kenara koymuşlardı, eşi “hastalık var, sarilik var, belli olmaz,” deyip her ay üç beş kuruşu atıyordu bir kenara. “Sarilik,” sözcüğünü hangi manada kullandığına dair kafa da yormamıştı. “Hastalık var, sarilik var ne olacağı belli olmaz!”
Üç artı bir ev almak bu hayat şartlarında imkansızdı. Eh bir de birinci derecede deprem kuşağında olunca yeni binaların fiyatları ulaşılmazdan öteydi. Bari, mahalle aralarında küçücük bir depo alır, ihtiyacımı görürüm düşüncesiyle dolaşıp duruyordu sokak sokak.
Devlet hastanesinin iki sokak paralelinde Üretici Kadın Heykeli’nden yukarı doğru yürürken, sol yanında bir köpek deli fişek gibi sağa sola, yukarı aşağı koşturup duruyordu. Sarışın’dı bu. Her gün olmasa bile gün aşırı spor yaptığı antrenman sahasında selamlaşıyordu Sarışın'la! İnsanlara, spor yapanlara alışıktı “Sarışın." Kim kendini sevmekte, kim sevmemekte hissetmekteydi. Sevenlere varır sırnaşır, ayaklarına dolaşır, başını orasına burasına sürter, sevecen sesler çıkararak sevdirirdi kendini. Köpeklerle çocuklar seveni severmiş derler ya bu rast gele söylenmiş söz değildir; hakikat olduğu kerelerce kanıtlanmıştır... Sarışın’ın deli fişek gibi yukarı aşağı, sağa sola koşturmasından bir şeyler olduğuna kanaat getirmiş, ona doğru hızlı hızlı yürür.
“Sarışın, Sarışın, Sarışın ne oldu kızım, gel gel gel!”
Sarışın yerinde durmuyor, kâh havlayor, kâh çevresinde dönüp bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Köpeklerin lisanına alışık olmadığından bir şey anlamıyor, sadece bir terslik olduğunu tahmin ederek, ısrarla,
“Sarışın, Sarışın ne oldu kızım, hadi götür beni oraya!”
Kuşluk vaktiydi, güneşin insanın başını matkap gibi delen sıcaklığı yoktu daha. Ahalinin bazısı kahvaltısını yapmış, bazısı kahvaltı sonrası keyif çaylarını yudumluyordu balkonlarda
Daha çok emeklilerin oturduğu mahalledir bu mahalle. Köpeğin neye böyle sağa sola, yukarı aşağı koşturup bir şeyler söylemek isteğinden aldırmıyor, neye böyle yukarı aşağı koşturduğunu merak etmiyor, balkon keyfine devam etmekteler. Köpek açtır, susuzdur… dertlerinde hiç değildir.
“Sarışın” adını takmıştı Burhan Bey sahipsiz bu sokak köpeğine. Köpek ile Burhan Bey arasında tarifsiz bir sevgi oluşmuş; ama ne sevgi, bir insan, bir insana bu kadar bağlanmazdı herhalde. O “Sarışın, diye ellerini bir çırpsın, o nerede olduğuna bakmaz atlardı üstüne. Burhan Bey nerede, Sarışın oradadır. Bağa, bahçeye çarşıya gitsin bir dakika koklaşmazdı ondan. Belediye otobüsüne binip çarşıya gitse Burhan Bey, Sarışın da otobüsün peşi sıra koştururdu. Sadece şehir içi mi, ilçeye kırk kilometre uzaklıktaki Burhan Bey’in köy evine kadar aracın peşinden gider.
Burhan Bey Devlet Su İşlerinden emekli olmuş buldozer operatörüdür. İşi icabı hep doğada olduğundan doğaya, ağaca, börtü böceğe tutkundur. Kimseye eyvallahı yoktur, telefonuna yüklediği müziği açar, eh bir de kendi imalatı rakısını bardağa koyar, her akşam muhakkak iki kadeh içerdi. Sohbet ettiği arkadaşlarına, zevk adamıyım ben, yiyor, içiyorum, kefenin cebi yok deyip yaşama sevgisini ballandıra ballandıra anlatırdı.
Sarışın, öyle sarı, sapsarı bir köpek değildir. Kahveyi ile kırmızı arasında bir rengi vardır. Kuyruğu yarım ay şeklinde, sırtı yastık gibi düzgün, tüyleri de ışıl ışıldır.
“Hadi anlat Sarışın ne oldu, götür beni oraya" dedi Sarışın’ın spor alanından tanış arkadaşı. Sarışın acılı acılı havlarken, bir hızlı bir yavaş koşturuyordu adamın önü sıra. Arada arkaya dönüp bakıyor, gelen var mı diye. Spor alanından arkadaşını görünce rahatlıyor, yine tin tin önü sıra koşturuyordu. Sarışın, bahçe kapısı açık, üç katlı bir binanın önünde durup tekrar arkasından geleni kontrol eder. Kapıdan içeri girip evin dışarıdan merdivenlerini ikişer ikişer atlaya zıplaya, zemin üstü birinci katın kapısı açık daireye girer!
Haziran haziranlığını adamakıllı göstermeye başlamıştır. Havalar birden mevsim normallerinin üstüne çıkıverince ağaçların zayıf ince yaprakları pörsüyüvermiş. İki gün öncesinin yeşil yaprakları şeytan çarpmışa dönmüştür adeta. Kuşluk vakti öğleye doğru evrilirken, insanlar vıcık vıcık ter içindedir. Ya öğle vaktinin güneşi nasıl olur?
Sarışın, yarım aralık kapıdan içeri süzülüp ağlar bir sesle havlamaya başlamıştır tekrar. Sarışın’ın spor alanındaki arkadaşı da onun arkası sıra girmiştir içeri.
Girmiştir, girmesine de… Gördüğü bir felakettir, Spor alanında tanışıp merhaba dediği Burhan Bey, evin tavanına koyduğu bebek salıncağının demirine asmıştır kendini…
Sarışın’ın yukarı aşağı, sağa sola koşturmasından bir şeylere şahit olacağı gelmiştir aklına, gelmesine; lakin böyle bir manzara: Acıdır, acıların çok ötesidir. Burhan Bey’in başı sağ yanına düşmüş, dili dışarıda gözleri açık, bir noktaya bakıp durmakta. Sarışın ağlamaklı hala dört dönmekte. Çıkardığı acıklı sesler, bir ağıttan başka bir şey değildir. Ara ara da Burhan Bey’in ayaklarına başını sürter, ses vermesi için başını yukarı kaldırır. Depo aramak için evden çıkmış, fakat şimdi perişanolmuş ne yapacağını bilemez bir vaziyette öylece kalakalır. Şaşkınlığını çabuk atıp orada bulduğu bir bıçakla ipi kesmeyi düşünür, fakat korkup bir şey gelir başıma diyerek vaz geçer ipi kesmekten ve polisi arar...
Merdivenlerden bir düzen içinde çıkan emniyet yetkilileri selam deyip girer. Grup amiri, kimsiniz siz, maktulü tanıyor musunuz der. Bu arada bir memur, bulduğu bir bıçakla ipi keser, Burhan Bey’in cesedini yere uzatır. Nabzına bakar, kalbini dinler, hiçbir yaşam belirtisi yoktur. Polisin şüpheci bakışları, soruları canını fena acıtmış, bir korkunun, bir paniğin içindeyken spor alanından tanıştıklarını buralarda küçük bir dükkân, bir depo aramaya çıktığını, Sarışın’ın buraya getirdiğini söyler. Komiser de tamam anlaşıldı, gerisini karakolda ayrıntılı bir şekilde anlatırsın, bu kadar yeter, der! Emniyet yetkilileri salon masanın üstünde bir kâğıt görürler. Bakarlar, üç sayfalık bir mektuptur bu.
Burhan Bey, yaşadıklarını anlatmış. Mektubun ilk paragrafında kırk yıllık evli olduğunu eşiyle tartışmalı evliliklerinden bahsetmiş, yaşadıklarını, içine sindiremediğini anlatmış ne eşinin ne çocuklarını onu anlamadığını yazmış. Mektubun sonunda da kimseden davacı olmadığını yazarak bitirmiş.
Burhan Bey’in, az sayıdaki arkadaşı ve cami cemaatinin katılımıyla kılınan cenaze namazının arkasından Karağaç mezarlığına defnedilir.
Burhan Bey’in arkasından eşi ve çocuklarından sadık köpeği Sarışın gözyaşı dökmüş, günlerce ve mezarının başından ayrılamamıştır günlerce...
Comments