
Uğur ÖZIŞIK
*
Ülkemiz Ortadoğulu bir zihniyet tarafından, Ortadoğulu bir üslupla yönetiliyor ve görünen o ki yakında tamamen Ortadoğu’ya dönüşeceğiz. Ortadoğululuk nedir bilirmisiniz? Bu hayatta, bazıları akılla öğreniyor, bazıları acıyla. Maalesef bu coğrafya, acıyla öğrenenlerin coğrafyası. Azgelişmişlerin kaderi iki kelimede saklıdır: İdrak gecikmesi!
"Coğrafya kaderdir" der, Ibni Haldun, Ortadoğu’nun kaderi de idrak gecikmesi!
Ünlü Lübnanlı yazar Amin Maalouf, Ortadoğu insanını şöyle tanımlamış: “Her şeye üzülen ama hiçbir şeyle ilgilenmeyen insanlar…”
Yazar olmanın farkı işte. En yalın, en vurucu kelimelerle yapmış tarifi. Yıllarca parçası olmak için didindiğimiz ama içine bir türlü giremediğimiz gerçek bu: Avrupalı değil, Ortadoğuluyuz ama, Anadolumuz sanki coğrafî olarak da kendi farklılığını, bağımsızlığını haritada tuttuğu yerle duyurmaktadır: O, iki kıta arasında durur: Asya, Avrupa. “Ben bir kültür damarıyım. Yaşam olanca devingenliği ve derin tarihiyle benden akar” der gibidir.
Ortadoğulu söylemlerin pek çoğu din ile ilgilidir, neden? Çünkü ortalama bir Ortadoğulunun beyninin yüzde 75’i dinle kaplıdır. Bu yüzden diğer şeylere çok az yer kalır. Onun zihniyetiyle ilgili söylediğiniz her şeyi, dinine saldırı sayar. Dinle ilgili olmayan pek fikri olmadığı için, dinini ilgilendirmeyen hiçbir eleştiri yapma şansınız da yoktur!
Ortadoğu’nun siyasi kültüründe teokrasi, köktendincilik, monarşizm, otoriterlik, nepotizm, kabilecilik, mezhepçilik, dinsel ve etnik azınlıklara baskı, soykırımcılık, kadınların aşağılanması vardır. Bunların yanında, bir tane olumlu baskın öğe gösterebilmek zordur.
Etki gücünü keşfedemediği için tepkilerle yaşar. Çabuk inanır, çabuk yıkılır. Kendine göre “kurnazlıklarla” dünyanın başına açtığı sorunlarla baş etmeye çabalar. Kendini tanımak için ya çağdaş bilimin bulgularıyla yoğuramadığı atalarının kitaplarına başvurur ya da Batılı düşünürlerin gözlüğünü takar. Yaşanılan felaketlerden ,acılardan hiç bir ders almayarak aynı hataları defalarca yaşar.
Tarih felsefesinin ünlü ve büyük düşünürü Hegel, “Müslümanların, Arapların, Türklerin, Hintlilerin vb. bir tarihi yoktur” der. Böyle dediği için de bizim tarihçilerimiz Hegel’i Avrupa-merkezcilikle, ırkçılıkla suçlar ve “Nasıl olur da tarihimiz yok, şu kadar bin yıllık tarihimiz var” diye serzenişte bulunurlar.
Ama işte, tarih aynı kısır döngü ve sarmal içinde dolanıp durmak değil de bir hedefe, amaca doğru hareketse, tarih her kuşağın bir öncekini aşmasıysa, tarih bir parça ilerleme, kusurlardan arınma, olgunlaşma bilinci gibi bir şey ise bütün bunların bizde olmadığını söyleyen Hegel haksız sayılabilir mi?
Mehmet Akif Ersoy bir dörtlüğünde :
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Diye aynı düşünceyi anlatmıyor mu? “Tarihsiz uluslar” söyleminin tam olarak bizim bölgeleri tanımladığı konusuna ikna olmamak elde degil. Umarım bundan sonraki gelişmeler beni bütünüyle haksız çıkarır.
Son söz olarak ,Türkiye yüzünü Ortadoğu’ya çevirebilir, ama yönünü asla çevirmemelidir.
댓글