top of page

LAİKLİK ÜZERİNE KISA NOTLAR

10 Nisan Laiklik Günü olması nedeniyle ülkemizde laikliğin tarihsel süreci de yüksek sesle tartışılmaya başlanmıştır. Dilimize Fransızca ‘laïcité’ sözcüğünden giren laiklik veya laisizm

inanç özgürlüğünü meşru görürken toplumdaki tüm dini inançlara karşı da devletin tarafsız ve dini inançlardan bağımsız kalmasını ifade eder. Kavram; bilimsel olanla dinsel olanın birbirinden uzak tutulmasına yani özgür gelişime içkindir. Bundan dolayıdır ki, özgürlükler odağında aydınlanmayı, toplumsal gelişme ve refahı hedefleyen laik devletin hiçbir dini inanca maddi ve manevi destekte bulunamayacağı açıkça anlatılır. Kavramın içeriği devlet ve toplumsal yaşamda karşılık bulması için ‘değiştirilmez, vazgeçilmez’ bir anayasa maddesi haline getirilerek korunur. Korunan şüphesiz devletin dini inançlar karşısındaki tarafsızlığı ve farklı inanç özgürlüklerinin güvencesidir.


1924 Anayasası’nın 2. maddesinde “Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır” ifadesi 9 Nisan 1928 de TBMM’ye verilen önerge sonucu oy birliği ile kabul edilerek kaldırılmıştır. 10 Nisan 1928 tarihli Resmi Gazete‘ de de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Laiklik ilkesi ilk kez 1937 yılında Anayasa'ya girmiştir. Bir ilke kâğıt üzerinde değil de siyasal ve toplumsal yaşamda karşılık buluyorsa gerçektir. Tersi durumda ise tarihi aldatmaya çalışmanın dışında bir anlamı olmaz.


3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı Kanun ile “İslam dininin itikat ve ibadet alanıyla ilgili işleri yürütmek ve dini kurumları idare etmek” göreviyle Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. Bu kanunla kurulan Diyanet işleri başkanlığı aracılığıyla din ile ilgili tüm işler devlete yüklemiştir. Dolayısıyla 1937 yılında Anayasaya giren laiklik ilkesinin altı peşinen boşaltılmış olmuştur. Başbakanlığa bağlı olarak kurulmuş Diyanet İşleri Başkanlığı 9 Temmuz 2018 tarihinde de Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştır. İslam dininin ‘itikat ve ibadet’ alanıyla ilgili işleri yürütecek bir kurum olarak kurulan kurum İslam dinin bir mezhebi olan Sünni mezhebini ayrıcalıklı kabul ederek onun korunmasını, gelişmesi ve toplum katında egemen dini inanç sistemi olmasına hizmet etmiştir, etmektedir. Sorun kurumun salt bir mezhebin yanında durması değil, mezheplerden, farklı dini görüş ve inançlardan tarafsız olamamasıdır. Diyanet İşleri Başkanlığının günümüzde devasa bir kamu bütçesi ile laikliğin kazanımlarının karşısında, İslam dininin bir mezhebinin ihtiyaçları için çalışan bir kurum olduğu tartışmaları sıkça yapılmaktadır. İktidar içinde iktidar olabilecek güce sahip olan Diyanet, 4-5 bakanlığın bütçesi kadar bütçesiyle, televizyon dâhil çok çeşitli kitle iletişim araçlarıyla, şirketleriyle, yurtlarıyla, TBMM’de yasa teklifi onaylanarak 24 Mart 20022 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan ve kuruluşuna süratle başlanan, erkek adayların askerlikten de muaf sayılacağı, Diyanet Akademisiyle, çok sayıda kurs merkezleriyle kamusal yaşamın tümüne etkin din faaliyetleriyle sirayet etmiş durumdadır.


Cumhuriyet tarihinin hemen hemen başından günümüze kadar, 1927-1946 yıllarında din derslerinin zorunlu olmadığı dönem dışında, ilk, orta ve lise öğrencilerine seçmeli gibi göründüğü dönmeler olsa da zorunlu din dersleri konmuştur. 12 Eylül Anayasasında da ilkokul 4. sınıftan lise sona kadar zorunlu Din Kültür ve Ahlak Dersleri ve 2012 yılından itibaren de ek olarak “Kur’an-ı Kerim; Hz. Muhammed’in Hayatı; Temel Dini Bilgiler” dersleri zorunlu olarak konarak İslam Cumhuriyetlerindeki din dersi sayısına ulaşılmıştır.


‘Laik’ Türkiye Cumhuriyeti’nde bunlarla da yetinilmedi. Tarikat ve Cemaatlerle ‘Değerler Eğitimi’ vb. adlarla protokoller imzalanarak okullarda faaliyet yapmalarının önü açılmıştır. Okulların çok yoğun ve işlevli olan laboratuvarlara, kütüphanelere, spor salonlarına ihtiyacı varken her okula kız erkek ayrı olmak üzere mescitler açılmıştır. Zorunlu din dersleri uygulaması en baştan Anayasadaki laiklik ilkesine ve eğitimde eşitlik ilkesine aykırı olmakla birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin eğitim hakkı ile ilgili karalarına, Avrupa Birliği Üyelik Uyum Kriterlerine karşı da olan uygulamalardır.


Şimdiler de ise okul öncesi, henüz daha somut işlemler döneminde ve bebek sayılan çocuklara da din eğitimi uygulaması konuşulmaktadır. Çocuklara hayatı değil ‘cennet’ üzerinden ölümü güzelleyen, ‘öbür dünyayı’ kutsallaştıran bir anlayış laiklik ile nasıl bağdaşır? Hepimiz en azından bu sorunun yanıtı vermek zorundayız.

Ayrıcalığı olan ve ihtiyacın çok çok üzerinde açılan İmam Hatip Liseleri, Tarikat ve Cemaat Yurtlarının sayılamazlığı, neredeyse her sokakta açılan Kur’an kursları, kamu okullarına liyakatsiz olarak atanan okul idarecileri bu toplumun geleceğine ne kattılar başka neler katacaklar? Bu sorunun yanıtını da hep birlikte vermeliyiz. Tüm bunların yanında eğitim hakkına erişemeyen, çocuk işçiliği sektöründe sömürülen, çocuk gelinler olan sessiz binlerin çığlığını kimse duymuyor. Dinsel öğreti ve töre değerlerden kaynaklanan cinsiyet ayrımcılığı ve dolayısıyla kadına, çocuğa yönelik şiddet ve istismarı meşrulaştıran aslında duyarsızlık, kabul ve boyun eğmedir.


Özgür, kendisiyle barışık demokratik bir toplum sisteminin laik ve bilimsel eğitim olmadan olamayacağını biliyoruz. Hep birlikte bu gerçeği de acı bir şekilde yaşıyoruz. Öyleyse özgür, eşit, demokratik; yüzünü aydınlığa yani bilime, sanata, felsefeye dönmüş bir toplumsal sistem için suskunluğumuza karşı savaş açmamız gereken bir dönemin çoktan gelmiş de geçmekte olduğunu görelim, duyalım ve karanlığa karşı örgütlenelim.


‘Laiklik’Günü kutlu olsun..!




48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

留言